8 Ağustos 2009 Cumartesi
FUTBOL 7/24'E SORULARINIZ
7 Ağustos 2009 Cuma
İ.B.B. 1 - 1 BEŞİKTAŞ
5 gün önce araları açık olduğu söylenen ve bu yönde resimler veren Demirören-Özgener ikilisi ilk yarıda koltuklarında zıplayarak neye gülüyorlardı çok merak ediyorum bu arada. Ayrıca Rüştü'nün 3 maçlık cezası ile federasyon çıtayı çok yükseltti. Yanlış demiyorum doğru belki de, yılanın başını ufakken ezeceksin ama daha disiplinsiz davranışlara, birbirlerine kafa atan, yumruk sallayanlara 10 maçtan aşağı ceza vermemen gerekecek bu durumda. Geçen sezonki Galatasaray-Fenerbahçe maçında yaşananların ardından verilen 5 maçlık cezalar da az yani anlayacağınız.
FEDERER'İN İKİZLERİ
UEFA AVRUPA LİGİ RAKİPLERİMİZ
Trabzonspor - Toulouse
Shakthar Donetsk - Sivasspor
Sion - Fenerbahçe
Maçlar 20-27 Ağustos tarihlerinde.
FUTBOL 7/24
GALLIANI & HUNTELAAR
6 Ağustos 2009 Perşembe
ÇİVİSİ ÇIKMIŞ DÜNYA
REAL'DE BOŞALTMA OPERASYONU
BATUHAN MESELESİ
MARSİLYA ŞAMPİYON
Marsilya 1993 yılından bu yana şampiyonluğa ulaşamıyor ve anket sonunda bu kadar fazla oy alması aslında kurdukları kadroya bakılırsa şaşırtıcı değil. Didier Deschamps'ın takımın başına geçmesi ve Morientes, Lucho Gonzalez, Eduard Cisse, Heinze, Diawara hamleleri Marsilya'yı rakiplerine göre bir adım öne çıkartıyor. Şampiyon Bordeaux ise kadrosunu güçlendirmeyi bırakın daha da zayıflattı. Obertan ve Diawara'nın gidişinin ardından bunlara adı Arsenal'le anılan Chamakh da eklenirse ikincilik onlar için büyük başarı olur. Gelecek sezon herkes Gourcuff'un eline bakacak. Lyon'un daha az oy almasının sebebi ise Juninho, Benzema ve Keita'nın ayrılması muhtemelen. St.Etienne ve Porto'dan gelen golcüler Gomis ile Lisandro Lopez de fena gözükmüyor. Bence Lyon ile Marsilya zirveye oynar, üçüncülük için Bordeaux ya da PSG'nin...
5 Ağustos 2009 Çarşamba
HAKEM SORUNSALI VE HAYATA DAİR UFAK BİR NOT
Sonuçta futbolun içindeki kıvılcımlar sürekli birbirini tetikliyor ve içinden çıkamadığımız bir hale bürünüyor. Siz saatlerce hakemleri televizyonda eleştirirseniz hakemlerin üzerinde baskı olur ve hata yapma potansiyelleri artar, hata yapınca da bazılarının canı yanar ve maçtan sonra birileri hakemlere sallar, birileri hakemlere sallayınca siz de saatlerce tv'de pozisyonları tartışırsınız, siz saatlerce pozisyonları tartışınca hakemlerin üzerinde baskı artar ve hata yapma potansiyelleri artar, hata yapınca da birilerinin canı yanar ve maçtan sonra hakemlere sallar, birileri sallayınca da siz tv'de saatlerce hakemleri tartışırsınız vs. diye gider.
Hakemler dünyanın her yerinde hata yapıyor ve her yerinde de değişik şekillerde tepki görüyor aslında. Bunu 50000. kez duyuyorsunuzdur heralde. Ama İngiltere, İspanya ve Almanya vs. gibi ülkelerde bu hatalar o kadar abartılmıyor, futbol programlarında saatlerce pozisyonlar ekrana getirilip tartışılmıyor. Bunu da 50000. kez duyuyorsunuzdur. Ama bir şekilde bu ülkelerin futbol aktörlerinden de sesler değişik şekillerde yükseliyor. Özellikle teknik adamlar hamlelerini daha akıllıca yapıyorlar ve çok ince kelime oyunları ile hakemler üzerinde baskı kurarak avantaj sağlama yoluna gidiyorlar. İngiltere Futbol Federasyonu da bu durumu gözden kaçırmıyor. Yeni sezon öncesi özellikle maç öncesindeki hakem yorumlarına tamamiyle yasak getirdiler. Teknik direktörler, futbolcular ve yöneticilerin maçlardan önce hakemlerle ilgili yaptıkları en ufak bir açıklama bile "uygunsuz" olarak kabul edilecek ve ceza uygulanacak. Maçlardan sonraki açıklamalara ise biraz daha esneklik tanınıyor. Kişisel, hakemlerin dürüstlüğüne aykırı ya da futbolun itibarını zedeleyecek şekilde olmadığı sürece açıklama yapılmasına izin veriliyor. Yine maç içinde 3-4 futbolcunun hakemin etrafını sarıp itiraz etmesi durumunda da kulüplere cezalar verilmesi öngörülüyor.
Adamlar kurallara uyma adına daha dikkatli ve hassas. Hayatın her alanında kuralların yaşamlarını daha iyi sürdürebilmeleri için koyulduğunu biliyorlar. Biraz konunun dışına çıkmış gibi olacağız ama geçen sene milli takımı Euro 2008 öncesi Bielefeld'de kamp yaparken takip etmeye gittiğimde şehir merkezinde tanık olduğum bir olayı anlatmak istiyorum. Bielefeld küçük bir şehir. Toplasanız bizim Beşiktaş semti kadar etmez. Haftaiçi akşamları da saat 7'den sonra sokaklar bomboş oluyor. Bir akşam antrenmandan dönüyoruz arabayla, şehir merkezinde kırmızı ışıkta durduk. Yolun kenarında geniş kaldırımlar var ve hem bisikletliler hem de yayalar için ayrı bir yol bulunuyor bu kaldırımlarda. Bisikletliler için de ayrı bir trafik lambası var. Biz durduktan sonra yaşlı bir kadın bisikletiyle geldi ve ona da kırmızı ışık yanınca bisikletinden indi ve beklemeye başladı. Arkadaşlar abartmıyorum kavşakta önümüzden ne bir araba ne bir bisikletli ne de bir yaya geçiyordu. Bomboştu ama kadın 2 dakika boyunca kendisine yeşil ışık yanmasını bekledi. İki pedal çevirse geçip gidebilirdi ama o ne olursa olsun kurala uydu ve bekledi. Ağzım açık izlemiştim kadını. Belki orada cezalar daha ağır ve taviz verilmeden uygulanıyor. Mesele de bu zaten, cezalar kurallara uygun bir şekilde uygulanıyor, insanlar da ya saygısından ya da ceza yememek için bu kurallara uyuyor. Benim tanık olduğum küçük bir olaydı sadece bu. Çiğneyenler de yok mudur, vardır illa ki! Ama bir şekilde cezaları uyguluyorlar dediğim gibi...
Neyse uzatmayayım, bizde de var bazı kurallar ama bizim en büyük kuralımız zaten "Kurallar çiğnenmek için vardır" değil midir? Bakalım bu sezon kaç bin milyon kez hakemleri konuşacağız, tartışacağız!?
KAYINPEDERİMİN BAŞARISI
Bu işin ne kadar zor olduğunu biliyorum. Geçen ay bana üstüste 50 atış yaptırmıştı, 1 tane zar zor vurabilmiştim. Belki de ben yeteneksizim o ayrı ama gerçekten büyük konsantrasyon, sezgi ve takip gerektiren bir spor. Necati Baba'yı buradan bir kez daha kutluyor ve başarılarının devamını diliyorum...
5'TE 5
3 Ağustos 2009 Pazartesi
JOSE'NİN HİKAYESİNDEN UFAK BİR KESİT
Robson 1992 yılında Sporting Lizbon'u çalıştırmak üzere İngilizce'nin çok az konuşulduğu Portekiz'e gittiğinde ona yardımcı olması için görevlendirilen isimdi Jose Mourinho. Robson, Mourinho'nun tercümanlığı ile ilgili olarak "Jose çok iyiydi. Dinliyor, öğreniyor, izliyor ve hatırlıyordu. Canlı, uyanık ve zekiydi. Talimatlarımı futbolculara aynen benim söyleyeceğim tarzda söylüyordu. Bu konuda çok ustaydı. Birbirimize de çok güveniyorduk. Bir gün Jose'ye bana soyunma odasında konuşulanları harfi harfine anlatmanı istiyorum. Özellikle Figo'nun benim hakkımda neler mırıldandığını bana mutlaka söyle dedim. Benim gerektiğinde sert mesajlarımı bile hiç yumuşatmadan onlara aktarıyordu. Hiç korkusu yoktu. Figo'dan bile!" demişti.
İkili, Sporting Lizbon'un ardından Porto'da ilişkilerini daha da geliştirdi. Mourinho formu iyi olduğu için antrenman maçlarında bile forma giyiyordu. Robson'ın yanında her açıdan kendini geliştirmeye başlamıştı. Bir antrenörün yapması gerekenleri yapıyordu ama en nihayetinde tercümandı işte. Jose Mourinho = Tercüman'dı o yıllarda.
Mourinho, 2000'de İskoçya Futbol Federasyonu'nun kursuna katılmak için yaptığı başvuruda Porto'da Robson ile "yardımcı antrenör" olarak çalıştığını belirtmişti. Aslında bunda haksız da sayılmazdı. Robson onun içindeki cevheri farketmiş ve rakip takımın maçlarını izlemek için görevlendirmeye bile başlamıştı. Mourinho izlediği bir maçın ardından Robson'a öyle bir dosya sunmuştu ki, İngiliz'in ağzı açık kalmıştı. Daha önce ne futbolcu ne de antrenör olarak görev yapmıştı ama sunduğu rapor Robson'ın gördüklerinin en iyisiydi.
Robson Barcelona'ya giderken yanında Mourinho koşulunu da öne sürmüştü. Katalunya'nın başkentinde Portekizli resmen sınıf atladı. Maaşını yıllık 70.000 euro'dan 600.000 euro'ya çıkarmıştı. Artık bir tercümandan çok daha fazlasıydı. İkili arasındaki güçlü bağ, sevgi ve saygı sayesinde Mourinho, Robson'ın yanında daha önemli bir kimliğe bürünüyordu. Robson gibi Akdeniz sahilinde çok güzel bir evde oturabilme gücüne bile erişmişti Portekizli.
Ancak Barcelona, Sporting Lizbon'dan da, Porto'dan da büyük bir kulüptü. Avrupa'nın en büyük yıldızları, burnu havada olan isimleri o kadrodaydı. Kendilerine idman yaptıracak olan Mourinho da kimdi? Eski bir futbolcu mu? Hayır. Eski bir antrenör? O da değil. Portekizli'nin işi zordu. Ama akıllıydı. Takımın en önemli figürlerini hemen belirledi ve onlarla yakın arkadaşlıklar kurdu. Bunlardan biri de şu anki Barcelona teknik direktörü Guardiola'ydı. Guardiola gerçek bir Katalan ve takım içinde söz sahibi bir oyuncuydu. Gerektiği zaman şunu şöyle yapmalıyız ya da yapmamalıyız diyebiliyordu. Bu hakkı kendinde görebiliyordu. Mourinho onunla yakınlaştı ve iyi bir bağ kurmayı başardı. Ve yine Ronaldo ve Stoichkov'la da. Sezon sonunda Kupa Galipleri Kupası ve İspanya Kupası kazanılmasına rağmen ligde Real Madrid'in şampiyon olmasından dolayı Robson ile yollar ayrıldı. Peki Jose ne olacaktı? Robson gider ayak yine babalığını gösterdi ve yerine gelen Van Gaal'e Mourinho'nun takımda kalması ve kendisine yardımcı olması ricasında bulundu. Hollandalı bunu kabul etti. Robson sonrası Mourinho, Van Gaal'den de çok şeyler öğrendi. Artık ne bir tercüman, ne de bir yardımcı antrenördü. Kendini Robson ve Van Gaal'in bilgi ve tecrübeleriyle dolup taşan bir teknik direktör gibi hissediyordu. Hissettiği gibi olması için de ülkesi Portekiz'e gitti. Tercüman olarak çıktığı vatanına bir teknik direktör olarak dönüyordu ve yıllar geçtikçe kendini futbol camiasına kabul ettirmeyi de başardı...
2 Ağustos 2009 Pazar
BEŞİKTAŞ 0 - 2 FENERBAHÇE
Beşiktaş özellikle ilk yarıda biraz daha üstün gibi gözükse de fizik olarak rakibine oranla daha iyi olan (Avrupa kupası maçları dolayısıyla daha önce form tuttular) Fenerbahçe ayakta kaldı ve kazandı. İlk yarıyı bir değerlendirirsek eğer, Mustafa Denizli, Roberto Carlos'un yokluğunda o kanatta verim alabileceğini düşünerek Yusuf'u sağ açık oynattı. Bu da, Delgado'nun yokluğunda yaratıcılığından en çok faydalanabileceği ismi dar bir koridora hapsetmekten başka bir işe yaramadı. Yusuf savunmaya da yardım edeyim derken çok erken şişti. Bu yüzden ikinci yarıda da sahada olmadı. Daum oyunu biraz daha Beşiktaş'ın sağ kanadına yıksa Fenerbahçe skor üstünlüğünü ilk yarıda bulabilirdi. Wederson'un yaptığı ortaya Alex'in kafayla mı ayakla mı vursam tereddütünde kalıp ıska geçtiği pozisyonu hatırlayın! Yine de ilk yarıda Beşiktaş'ın rakip kalede daha etkili olduğunu söyleyebiliriz.
"PES" VALLAHİ MESSI!
Bunu söyleyen de İbrahimovic ama yanlış anlamayın! Kung-fu tarzıyla gol atan, rakiplerinin çalımlarla başını döndüren, ceza sahasının dışından gülle gibi şutlarıyla ağları havalandıran bir adam yapıyor bu açıklamayı. Özellikleri biraz farklı olsa da Messi'den aşağı kalır bir yanı yok Ibra'nın.