13 Mart 2010 Cumartesi
BAZILARI KAYBEDİNCE KAZANANLAR
Real Madrid çarşamba gecesi şampiyonlar ligine veda ederken bu durum en çok Marca'ya yaradı. Maçın ardından attıkları "Adios Champions, Adios Pellegrini" başlığı dikkat çekiciydi. Sinirli ve üzgün Real taraftarları o yazının altına binlerce yorum bıraktı. Tabii bu ilgi gece yarısından sonra da devam etti ve maçın ertesi günü yani 11 Mart'ta internet sitesi rekor kırdı. 2.752.872 tekil kullanıcı sayısına ulaştılar. Bundan önceki rekorları 2.641.610'du. Tarih ise 28 Ekim 2009. Ne olmuştu da o tarihte rekor kırmışlardı peki? Ne olacak canım, Real Madrid Kral Kupası'nda deplasmanda Alcorcon'dan 4 gol yemişti.
TAM PANSİYON SCHUMI
Formula 1'de sezonun ilk büyük yarışı yarın koşulacak. Bugünkü sıralama turlarında Red Bull'dan Vettel en iyi zamanı yaptı ve pol pozisyonun sahibi oldu. Tüm gözler üzerinde olan, 3 yıl aradan sonra nasıl bir performans sergileyeceği merak edilen Michael Schumacher ise 7. en hızlı isimdi. Şimdi büyük bir sabırsızlıkla yarınki büyük yarışı bekliyoruz. Pilotlar da aynı şekilde eminim. Bu geceyi nasıl geçiriyorlardır bilmiyorum ama yarın akşam milyon dolarlık adamlar kesin partilerle üzerlerindeki stresi atacaklardır. Aşağıda Schumi'nin Bahreyn'de kaldığı villa görülüyor. Efsane pilot geceliği 5600 dolar olan villada toplam 5 gece kalacak. Ufak bir parti Schumi'ye de yakışır hani! Ama önce podyum bekliyoruz kendisinden.
12 Mart 2010 Cuma
KURNAZ RIJKAARD
Frank Rijkaard dün birçok açıklama yaptı GS TV'ye. Çok önemli tespitler yaptı, gayet profesyonel bir futbol adamı gibi konuştu. Hiçbir kompleksinin olmadığını bir kez daha gösterdi. Bugün de basın bu açıklamaları sayfalarına ve ekranlarına taşıdı. Ama Hollandalı'nın kurduğu yaklaşık 500 cümleden sadece 1'i öne çıkarılıyor; "Rakipler Bursaspor’a karşı büyük takımlara karşı oynadıkları gibi oynamıyorlar."
Peki Rijkaard bu cümlesiyle ne demek istiyor? Anadolu takımlarının, İstanbul kulüpleri ve Trabzonspor dışında bir takımın daha şampiyon olmasını istedikleri için Bursaspor'a karşı oynadıkları maçlara fazla asılmadıklarını mı? Sanırım öyle. Peki rakipler diyerek kimi kastediyor olabilir? Kanımca ilk olarak Bursaspor'un geçen gün 2-0 mağlup ettiği Kasımpaşa'yı. Belki de sadece Kasımpaşa'yı. Çünkü Bursaspor'un şampiyonluk sözcüğünü telaffuz etmeye başlamasını sağlayan son birkaç haftadaki sonuçlarına bakacak olursak; sahasında Sivasspor'u 3-0 yenmesi normal, deplasmanda Fenerbahçe'yi 3-2 yenmesi Galatasaray için de olumlu, sahasında Trabzonspor ile 1-1, deplasmanda Ankaragücü ile 0-0 berabere kalması da yine gayet normal skorlar. Peki gerçekten Kasımpaşa büyük takımlara karşı oynadığı futbolu Bursaspor'a karşı bilinçli olarak sergilemedi mi? Ben de karşılaşmayı çıplak gözle takip ettim. Kasımpaşa gerçekten iyi top oynamadı, hatta bu sezonun en kötü oyunlarından birini sergiledi, gol pozisyonuna bile neredeyse giremedi. Ama bunda sabırla ayağa pas yaparak oynamak isteyen, defanstan çıkarken en yoğun baskı karşısında bile yerden oynamaya çabalayan takımın Recep Tayyip Erdoğan Stadı'nın rezalet hale gelen zeminine takılmasının payı da büyüktü. Ve tabii ki Bursaspor forvetinin becerisi ve çalışkanlığıyla defansının sağlam durması ve kusursuza yakın oynaması da Kasımpaşalı oyuncuların ceza sahasında etkili olamamalarını sağladı. Bu maçı gözönüne alırsak, Kasımpaşa'nın büyük takımlara karşı sergilediği futbolu Bursaspor'a karşı oynamamasının tek sebebi olarak dolu tribünler önünde, televizyondan canlı yayınlanan, büyük bir takıma karşı büyük bir statta oynadıkları maça daha iyi motive olabilmelerini gösterebiliriz.
Tüm bunlardan yola çıkarsak Rijkaard'ın bu tek cümlesinin geçmişe değil aslında geleceğe ait olduğunu düşünebiliriz. Yani "Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!" mantığı. Bursaspor'un 31. haftada Galatasaray ile oynayacağı maça kadar önünde Manisa, Denizli, Belediye, Antalya, Gençlerbirliği ve Gaziantep ile oynayacağı maçlar var. Ligde kalma mücadelesi veren Manisa ve Denizli'nin doğal olarak asılacaklarını düşünürsek, Rijkaard tüm dikkati "nispeten" hedefsiz diğer 4 takımın üzerine yöneltiyor ve şampiyonluk yarışındaki rakiplerine karşı motive olmalarını sağlıyor. Mourinho gibi, Ferguson gibi, Wenger gibi büyük hocaların zaman zaman başvurdukları yöntemlerin farklı bir örneği bu da. Bu anlamda da son derece akıllıca ve stratejik bir açıklama bana göre...
RIJKAARD'IN ÇALAN TELEFONA TEPKİSİ
RIJKAARD KART İSTEMEKTE HAKLI MI?
Peki Rijkaard bu cümlesiyle ne demek istiyor? Anadolu takımlarının, İstanbul kulüpleri ve Trabzonspor dışında bir takımın daha şampiyon olmasını istedikleri için Bursaspor'a karşı oynadıkları maçlara fazla asılmadıklarını mı? Sanırım öyle. Peki rakipler diyerek kimi kastediyor olabilir? Kanımca ilk olarak Bursaspor'un geçen gün 2-0 mağlup ettiği Kasımpaşa'yı. Belki de sadece Kasımpaşa'yı. Çünkü Bursaspor'un şampiyonluk sözcüğünü telaffuz etmeye başlamasını sağlayan son birkaç haftadaki sonuçlarına bakacak olursak; sahasında Sivasspor'u 3-0 yenmesi normal, deplasmanda Fenerbahçe'yi 3-2 yenmesi Galatasaray için de olumlu, sahasında Trabzonspor ile 1-1, deplasmanda Ankaragücü ile 0-0 berabere kalması da yine gayet normal skorlar. Peki gerçekten Kasımpaşa büyük takımlara karşı oynadığı futbolu Bursaspor'a karşı bilinçli olarak sergilemedi mi? Ben de karşılaşmayı çıplak gözle takip ettim. Kasımpaşa gerçekten iyi top oynamadı, hatta bu sezonun en kötü oyunlarından birini sergiledi, gol pozisyonuna bile neredeyse giremedi. Ama bunda sabırla ayağa pas yaparak oynamak isteyen, defanstan çıkarken en yoğun baskı karşısında bile yerden oynamaya çabalayan takımın Recep Tayyip Erdoğan Stadı'nın rezalet hale gelen zeminine takılmasının payı da büyüktü. Ve tabii ki Bursaspor forvetinin becerisi ve çalışkanlığıyla defansının sağlam durması ve kusursuza yakın oynaması da Kasımpaşalı oyuncuların ceza sahasında etkili olamamalarını sağladı. Bu maçı gözönüne alırsak, Kasımpaşa'nın büyük takımlara karşı sergilediği futbolu Bursaspor'a karşı oynamamasının tek sebebi olarak dolu tribünler önünde, televizyondan canlı yayınlanan, büyük bir takıma karşı büyük bir statta oynadıkları maça daha iyi motive olabilmelerini gösterebiliriz.
Tüm bunlardan yola çıkarsak Rijkaard'ın bu tek cümlesinin geçmişe değil aslında geleceğe ait olduğunu düşünebiliriz. Yani "Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!" mantığı. Bursaspor'un 31. haftada Galatasaray ile oynayacağı maça kadar önünde Manisa, Denizli, Belediye, Antalya, Gençlerbirliği ve Gaziantep ile oynayacağı maçlar var. Ligde kalma mücadelesi veren Manisa ve Denizli'nin doğal olarak asılacaklarını düşünürsek, Rijkaard tüm dikkati "nispeten" hedefsiz diğer 4 takımın üzerine yöneltiyor ve şampiyonluk yarışındaki rakiplerine karşı motive olmalarını sağlıyor. Mourinho gibi, Ferguson gibi, Wenger gibi büyük hocaların zaman zaman başvurdukları yöntemlerin farklı bir örneği bu da. Bu anlamda da son derece akıllıca ve stratejik bir açıklama bana göre...
RIJKAARD'IN ÇALAN TELEFONA TEPKİSİ
RIJKAARD KART İSTEMEKTE HAKLI MI?
11 Mart 2010 Perşembe
GALAKSİ-2 KARA DELİK'TE KAYBOLDU
Başlık Katalan Sport gazetesinden. Yaa sen misin Barcelona'nın rakibinin iki penaltısı verilmedi diye haber yapan Madrid basını?! Gün Katalan basınının günü! Şampiyonlar liginde Real Madrid bir geleneği devam ettirerek Lyon'u yine yenemedi. Ceza da hemen Pellegrini'ye kesildi bile. Alcorcon'a Kral Kupası'nda elenmeye evindeki finalde olamamak da eklenince ligde şampiyonluk da kar etmez Perez için. Sizi gidi 260 milyon euro'luk eşşekler sizi! Real Madrid 1-0 öndeyken Higuain'in ilk yarının son anlarında boş kaleye atamayıp direkten dönen topu maçın kader anıydı. M.United adını çeyrek finale yazdırırken Cristiano Ronaldo plazmasından izleyecek artık son 8 mücadelesini. En kötüsü de Alex Ferguson ile Pep Guardiola'nın Bernabeu'daki finale çıkması olur herhalde. Del Bosque de Dünya Kupası sonrası Real'in başına geçer, demedi demeyin!
10 Mart 2010 Çarşamba
İNGİLTERE'NİN BARCELONA'SI
Arsenal'im dün gece Porto'yu 5'ledi ve adını çeyrek finale yazdırdı. 3 gol Bendtner, 1'er gol de Nasri ve Eboue'den. Bugün özellikle İngiltere ve İspanya'nın manşetlerinde Arsenal'de ilk kez hat-trick yapan Bendtner var. Danimarkalı dün adeta patlama yaptı. Bir süredir Güiza modelinde takılan genç futbolcuyu eleştiren hatta bu adamdan golcü olmaz diyen basın şimdi doğal olarak parlatıyor. Ama attığı ilk iki golde bir golcü gibi doğru zamanda doğru yerde olmasını bildi hepsi sadece bu. Wenger bile maç sonrasında onunla ilgili olarak "Herşey ne kadar da çabuk değişiyor, işte futbolun en önemli özelliklerinden biri bu." dedi. Bendtner'i izledikten sonra hele ki 3 gol attığı bir maçtan sonra, biz Batuhan gibi bir oyuncudan neden yararlanamadığımızı, onun karakterinin olumsuz yönlerini neden törpüleyemediğimizi sorgulayalım bence.
Dünkü galibiyette Bendtner'in payının olduğunu tabii ki ıskalayamam ama Arsenal'in hücuma dönük orta sahasında Xavi gibi, Iniesta gibi hatta Messi gibi oynayanlardadır aslan payı. Tabirimi mazur görün ama bu futbolcuların en büyük avantajı götleri yere yakın olmalarıdır. Yani bacaklarının kısa olması. Bu sayede ayaklarına çok hakimler, daha seriler ve kolay adam eksiltebiliyorlar. Bir Arda mesela bunun en güzel örneklerinden. Arsenal'de de bu tarz oyunculardan fazlasıyla var; Arshavin, Nasri, Fabregas, Walcott, Eduardo ve Denilson. Wenger golcüsü dışındaki tüm hücum oyuncularını neredeyse böyle tiplerden seçiyor. Dün Fabregas yoktu ve Nasri'nin ne kadar verimli olabileceğini de gördü Fransız. Wenger sakat olan İspanyol'u oynatmak için kumar oynamaya bile hazırım demişti. Bundan sonra ona bu kadar muhtaç olduğunu hissettiren böyle bir açıklama yapmaz diye düşünüyorum.
Dün beni en çok etkileyen iki isimden bahsetmeliyim, Arshavin ve Nasri'den. Messi ayağına topu aldığında nasıl heyecanlanıyorsam Rus futbolcuda da aynı şeyleri hissediyorum. İkinci golde Portolu 3 futbolcuyu sürükleyişi ve Bendtner'e bomboş kaleye yuvarlaması için yaptığı asist (kaleci Helton'un uzanıp almasını engelleyecek hızda) mükemmeldi. Rus futbolcu sol kanattan ceza sahasına girerek bunu birkaç kez daha yaptı.
Ve tabii ki Nasri. Maçın adamıdır bence. İkinci yarının ortalarında 3 dakika içinde oyuna iki kritik müdahalesi var. 61.dakikada skor 2-0 iken köşe vuruşundan gelen topta direk dibinde çakılı bekledi ve çizgi üzerinden topu çıkardı. Gol olsa ilk maçın skoru olacak ve belki maç uzatmaya gidecekti. Ve 2 dakika sonrasında Arshavin'e tam anlamıyla nazire yaptı. Sağ kanattan o da 3 futbolcuyu peşine taktı ama bu kez gol vuruşunu da kendisi yaptı. Bu Nasri'yi gördükten sonra Wenger, Fabregas'ı Barcelona'ya iyi bir ücrete gönül rahatlığıyla gönderebilir.
Eboue'nin yaptığı koşu, o hızda giderken topu kontrol edişi ve kaleciyi çalımlayıp attığı 4. gol bile ligimizin birçok santraforunu düşününce bana rahatsızlık verdi. Song'u, Diaby'si, Rocisky'si hepsi takım oyununun en güzel örneklerinden birini sergiledi. Bir nevi İngiltere'nin Barcelona'sı gibiydiler. Orta alanda mücadele gücü yüksek, ayağa oynayan ve sabırla pas yapan futbolcular dünkü farkın ortaya çıkmasında başrolü oynadı. Tüm bunların ardından bitiş düdüğüyle birlikte kendimi tam anlamıyla sakinleştirici hap almış gibi hissediyordum. Ya da "Arsenal'in bedensel aksiyonu sonrası benim ruhsal rahatlayışım" desem daha doğru olur sanırım.
Dünkü galibiyette Bendtner'in payının olduğunu tabii ki ıskalayamam ama Arsenal'in hücuma dönük orta sahasında Xavi gibi, Iniesta gibi hatta Messi gibi oynayanlardadır aslan payı. Tabirimi mazur görün ama bu futbolcuların en büyük avantajı götleri yere yakın olmalarıdır. Yani bacaklarının kısa olması. Bu sayede ayaklarına çok hakimler, daha seriler ve kolay adam eksiltebiliyorlar. Bir Arda mesela bunun en güzel örneklerinden. Arsenal'de de bu tarz oyunculardan fazlasıyla var; Arshavin, Nasri, Fabregas, Walcott, Eduardo ve Denilson. Wenger golcüsü dışındaki tüm hücum oyuncularını neredeyse böyle tiplerden seçiyor. Dün Fabregas yoktu ve Nasri'nin ne kadar verimli olabileceğini de gördü Fransız. Wenger sakat olan İspanyol'u oynatmak için kumar oynamaya bile hazırım demişti. Bundan sonra ona bu kadar muhtaç olduğunu hissettiren böyle bir açıklama yapmaz diye düşünüyorum.
Dün beni en çok etkileyen iki isimden bahsetmeliyim, Arshavin ve Nasri'den. Messi ayağına topu aldığında nasıl heyecanlanıyorsam Rus futbolcuda da aynı şeyleri hissediyorum. İkinci golde Portolu 3 futbolcuyu sürükleyişi ve Bendtner'e bomboş kaleye yuvarlaması için yaptığı asist (kaleci Helton'un uzanıp almasını engelleyecek hızda) mükemmeldi. Rus futbolcu sol kanattan ceza sahasına girerek bunu birkaç kez daha yaptı.
Ve tabii ki Nasri. Maçın adamıdır bence. İkinci yarının ortalarında 3 dakika içinde oyuna iki kritik müdahalesi var. 61.dakikada skor 2-0 iken köşe vuruşundan gelen topta direk dibinde çakılı bekledi ve çizgi üzerinden topu çıkardı. Gol olsa ilk maçın skoru olacak ve belki maç uzatmaya gidecekti. Ve 2 dakika sonrasında Arshavin'e tam anlamıyla nazire yaptı. Sağ kanattan o da 3 futbolcuyu peşine taktı ama bu kez gol vuruşunu da kendisi yaptı. Bu Nasri'yi gördükten sonra Wenger, Fabregas'ı Barcelona'ya iyi bir ücrete gönül rahatlığıyla gönderebilir.
Eboue'nin yaptığı koşu, o hızda giderken topu kontrol edişi ve kaleciyi çalımlayıp attığı 4. gol bile ligimizin birçok santraforunu düşününce bana rahatsızlık verdi. Song'u, Diaby'si, Rocisky'si hepsi takım oyununun en güzel örneklerinden birini sergiledi. Bir nevi İngiltere'nin Barcelona'sı gibiydiler. Orta alanda mücadele gücü yüksek, ayağa oynayan ve sabırla pas yapan futbolcular dünkü farkın ortaya çıkmasında başrolü oynadı. Tüm bunların ardından bitiş düdüğüyle birlikte kendimi tam anlamıyla sakinleştirici hap almış gibi hissediyordum. Ya da "Arsenal'in bedensel aksiyonu sonrası benim ruhsal rahatlayışım" desem daha doğru olur sanırım.
9 Mart 2010 Salı
RUUD VAN NISTELROOY'UN AMCASI
Hollandalı golcü Ruud Van Nistelrooy'un yeteneğinin nerden geldiği belli oldu. Adam aileden yetenekli, genlerinde var. İşte amcası Marinus Van Nistelrooy. Belçika'da yaşayan 58 yaşındaki Marinus ressamlık yapıyor. Ruud ayağıyla harikalar yaratıyor, amcasıysa fırçasıyla. Usta bir ressam olan amca Van Nistelrooy sanatında yeni arayışlar için her yıl 1 ay Filistin'de kalıyor ve Ortadoğu ile ilgili resimler yapıyormuş. İkili en son geçen yaz görüşmüşler, Ruud'un babası, Marinus'un kardeşinin cenaze töreninde. Ayrıca Ezel'in dayısı varsa Ruud'un da amcası kardeesşşşş!
HAKEM HER YERDE HAKEM
Dün gece Bülent Yıldırım'ın görmediği eller konuşuluyor. Bir de gören(!) hakemler var. Video dün geceki Valencia-Santander maçından. Hakem Turienzo Alvarez Valencialı Navarro'yu topa elle müdahale ettiği gerekçesiyle 2.sarı karttan oyundan atıyor. Doğru mu? Bence değil. Böylesi de var işte!
MANCHESTER'DA YARIN GECE OLAY VAR
Futbol dünyasında herkes sürekli birilerine tepki gösteriyor. Diyarbakır'da Bursaspor takımına atılan taşlar, İstanbul'da Fenerbahçe taraftarlarının hakemlere gösterdiği 20 bin kırmızı kart, Peru'da federasyonun birinci lig takımlarına Şili havayolu şirketi LAN Peru ile yapılan anlaşmaya attırdığı imzaya yanaşmayan Universitario kulübünü ligden ihraç etmesi ve bunun üzerine taraftarların sokaklarda polisle çatışarak federasyona tepki göstermesi, Bridge'in eski sevgilisini yatağa götüren Terry ile el sıkışmaması vs. Birileri birilerine sürekli tepkili ve kızgın. Bir de Manchester United taraftarları var tabii. Onların derdi de kulübün Amerikalı sahibi Malcolm Glazer. Tepkileri de artarak büyüyor. Yarın gece de zirveye çıkacak gibi. Milan ile Old Trafford'da oynanacak maça binlerce Unitedlı girmeyerek stadyum dışında gösteri yapacak. Glazer'in kuklalarını yakıp şarkılar söyleyecek 10 bin kadar Unitedlı'nın 10. dakikadan sonra stadyuma girip takımlarını Milan karşısında desteklemeleri bekleniyor.
FINALE MADRID
22 Mayıs'ta Santiago Bernabeu'da oynanacak şampiyonlar ligi finalinin topu. Ne özelliği var derseniz? Adidas'ın 10. şampiyonlar ligi finali topu olması ve her bir yıldızın üzerinde son 10 yılın finallerinin oynandığı şehirlerin simgelerinin olması. Bir tarafında sanırım Boğaziçi Köprüsü de olabilir.
BRIDGE'İN ANTRENMAN TURLARI
Böyle giderse Bridge'in hayat hikayesinden bir film çıkar. Eski kız arkadaşı Vanessa'nın eski takım arkadaşı Terry ile yattığını öğrenmesinin ardından sıkıntılı bir dönem geçiren Wayne Bridge dünya kupasında oynama fırsatını sırf bu skandalın ardından Terry ile aynı takımda oynamama adına geri çevirdi. Ardından da soluğu Miami'de aldı. Şöyle bir silkelenip üzerindeki sıkıntılardan sıyrılmışa benziyor. Ya da amaç etrafına öyle gözükmeye çalışmak. "Vanessa mı, Terry mi? Onlar kim tanımıyorum!"
8 Mart 2010 Pazartesi
BORDEAUX 1 - 1 MONTPELLIER / İŞTE FUTBOL BU!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)