17 Ocak 2009 Cumartesi

NİHAT'IN EN SON SAKATLANDIĞI AN

YES MAN DEĞİL FUCK MAN


*Az da olsa spoiler içerir.

Jim Carrey'i son yıllarda alışık olduğumuz üzere yine felsefik komedi türünde bir filmde görüyoruz. Yes Man'in Carrey'nin bu türdeki en zayıf filmlerinden biri olduğunu söyleyebilirim. "The Truman Show" ile zirveye çıkıp "Yes Man" ile dibe vurduğu andır. Film daha çok bazı markaların yani sponsorlarının reklamını yapmak için çevrilmiş gibi; RedBull, Nokia vs. gibi markaların reklamı insanın gözüne sokulurcasına yapılmış ve bunu da bariz bir şekilde sırf reklam yapmak için senaryoya eklenmiş sırıtan sahnelerde ortaya koymuşlar.

Filmde verilmek istenen şeye gelince; hayatta olumlu ya da olumsuz cevap vermek zorunda olduğunuz durumlarda hep "evet" diyerek o an olmasa bile yakın süreçte çok güzel sonuçlar alabileceğiniz anlatılıyor. Filmin sonunda ise "evet" demelisiniz ama bunu gerçekten isteyerek yapmalısınız zorunda kaldığınız için değil teması işleniyor.

Filmi izlerken sorguluyorsunuz kendinizi gerçekten "evet" demeli miyim diye! Ben bu sorgulamanın sonunda şu cevabı buldum; ne "Evet" ne "Hayır", asıl felsefe ".iktir Et" olmalı. Yani ben ileride bu konuyla ilgili film çevirirsem adı "Fuck Man" olur.

MARADONA


"Bu çok aptalca. Size listeyi veriyorlar ama ülkenizin futbolcusunu seçemiyorsunuz. Bu aptalca kuralı kim koydu. Ben ve takım kaptanı Marscherano Messi'nin en iyi oyuncu olduğunu bilerek nasıl Ronaldo'ya oy veririz."

Maradona Fifa Dünya'da Yılın Futbolcusu'na oy verme kurallarından şikayet ediyor. Fifa ile arası zaten bozuk, biraz geçireyim demiş ama saçmalamış.

ÇÜRÜK LIVERPOOL'LU


Kebabman'in Liverpool-Newcastle maçından bir anısı.

O maçta arkamda oturan bir taraftar ne zaman Emre top ile buluşsa Türk olduğu için hakaret ediyordu(Fucking Turk,Fucking Turkish Prick vs.) Sonra dönüp kendisini uyardım. "Hakaret etmek istiyorsan ismi ile hakaret et, genelleme yapma" dedim. Diğer Liverpool taraftarları da uyardı. 5 dakika sessiz kaldı sonra yine başladı. Anfield Stadı'nın her tarafında ırkçılığa karşı uyarı yazısı ve telefon numarası vardır. Bu uyarı ve telefon numarası maç programında da yer alır. Orada verilen numaraya telefon açtım. Bu kişiyi bildirdim. 1 dakika sonra görevliler gelip o kişiyi dışarıya davet ettiler. Daha sonra ne oldu bilmiyorum ama büyük ihtimalle stada girişi yasaklanmıştır.

16 Ocak 2009 Cuma

HAILE GEBRSELASSIE


Dubai Maratonu'nda 2 saat 5 dakika 29 saniyede 250.000 $ kazandı. Her hafta maraton düzenlense Kaka kadar para kazanacak adam.

???!!!//))&?%?!??


Başta "Da Vinci Şifresi" olmak üzere Dan Brown kitaplarını fazla okuduğunu düşündüğüm MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin kendini zorladığı anlar...

"BAY CALDERON LÜTFEN ACİL ÇIKIŞ KAPISINA GİDİNİZ"


İşte basının gücü. Üniversite'de 4. kuvvet diye öğretmişlerdi. Yasama, Yargı, Yürütme ve Medya. Doğru kullanıldığında 1. kuvvettir medya. Ama toplum ve cemiyet yararına kullanacaksın, kasanı doldurmak koltuğunu sağlamlaştırmak için değil. İspanyol Marca kullandı bu gücü. Ortaya çıkardıkları genel kuruldaki sahte oy skandalının ardından Real Madrid'in başkanı Ramon Calderon az önce istifa etti. Türkiye'de olsa o haberi yapan, skandalı ortaya çıkaran muhabirin müdürüne Calderon bir telefon açıp kovulmasını sağlardı; hatta gazetenin sahibini arar müdürünü de kovdurturdu.


Geldiğinde Kaka, Fabregas ve Robben sözü vermişti, bir yıl sonra zar zor Robben'i alabildi. Ardından Cristiano'yu doladı ağzına. Hırs yaptı, alacağım dedi, yaklaştı ama beceremedi. Sonra gitti geçen ay Huntelaar ile Lassana Diarra'yı aldı. Bir skandal da orda patladı. 40 milyon € verdiği ikiliden sadece birini Şampiyonlar Ligi'nde oynatabilecekleri ortaya çıktı. Schuster ile yolları ayırdı Juande Ramos'u takımın başına getirdi, takım tam belini doğrulturken şimdi kendi gitti. Koltukta gözü olan Florentino Perez'e gün doğdu.

THIS IS ANFIELD


Liverpool - Newcastle maçında Kebabman'den bir kare. Güvenlik elemanları bir yandan seyirciye saygı gösterirken bir yandan da kendi canlarını düşünüyor galiba!

BİR BARDAK SU


Su içmenin ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliriz ama çoğunlukla aklımıza gelmez. Küçükken top peşinde koşarken terledikten sonra babaannemin camına yapışıp "babaanne suuuuuu" diye bağırdığımı ve kana kana içtiğimi hatırlıyorum. Şimdi çoğunlukla masa başında geçen iş hayatımdan dolayı su içmeyi çoğunlukla unutuyorum. Bağırsaklarımızın iyi çalışması için ve daha birçok sebeple su içmek hayati önem taşıyor. Çok basit bir şey ama nedense yapmak, uygulamak çok zor. Ama sevgili eşimin bana gösterdiği birşeyi sizinle paylaşmak istiyorum. Bana çok faydası oldu gerçekten. Reklam olarak algılanmasın sadece küçük bir bilgisayar uygulaması. Hayat Su tarafından hazırlanmış, size su içmenizi hatırlatıyor. Linki burada, indirip faydasını görmenizi dilerim. Sağlıkla kalın!

JACK


Lost 5. sezon 21 Ocak'ta başlıyor. İlk 2 sezonu biran evvel bitirip takvime yetişmek için geceleri uykusuz kalıp Lost izlerken kızkardeşim benimle dalga geçiyordu. Geçen Ağustos ayında evlendi ve İzmir'e taşındı. İş arama sürecinde olduğundan bugünlerde bir sürü boş vakti var. Bundan faydalanıp Lost'a başlamış ve benimle dalga geçen sevgili kardeşim 4 sezonu 2 haftada bitirmiş. Hatta 4. sezonu sadece 1 güne sığdırmış. Bunu yaparken de durmadan bana "ya şöyle oldu nasıl yani, şimdi ne olacak, Jack ile Kate n'apacak" gibi sorular sordu durdu. Şimdi ne mi soruyor? "Dizi oynar oynamaz nasıl izleyeceğiz?" :) Ertesi gün sabah erkenden kalkıp torrent'i indireceksin canım kardeşim, altyazısı içinse akşam saatlerini beklemen gerekecek.

İLK BİLEN SİZ OLUN


Fenerbahçe'li Volkan Demirel ile Portekiz'in Benfica takımı çok ciddi bir şekilde ilgileniyormuş. Benfica'nın kalesinde 33 yaşındaki Quim var ve Portekiz kulübü onu gözden çıkarmış, önümüzdeki sezon için takımda düşünmüyorlarmış. Bu yüzden Volkan ve menajeri ile temasa geçen Benfica kulübü yöneticilerinin Volkan için girişimlere başladığını öğrendim. Sezon sonunda Volkan'ın sözleşmesi bitiyor ve sarı lacivertliler onun istediği rakamı vermiyor. Yazılı basında Arsenal, Olimpiyakos, M'brough gibi takımların ismi geçiyor ama bunların çoğu yalan. Benfica olmazsa plase Milan'mış. Zaten İtalyanlar artistleri toplamaya başladı takıma. Beckham'dan sonra Volkan da iyi gider.

15 Ocak 2009 Perşembe

L'OREAL PARIS DEĞİL JUVENTUS


Buffon, Legrottaglie ve Camoranesi'yi anladım da Sissoko'nun ne işi var bu reklamda?

RIO MAGAZİN


Bizim üzerine konuştuğumuz, yazdığımız, çizdiğimiz şey futbol dünyası değil artık tamamiyle iş dünyası, Business. Mark Hughes Kaka transferi için çıkıp "Bu futbolla ilgili birşey değil iş dünyasıyla ilgili bir durum. Kulüp sahiplerim Milan'a reddemeyecekleri bir teklifte bulundu. Akıllı bir işadamı bu teklifi hemen kabul eder" diyor. Bu kriz ortamında, önümüzün karanlık olduğu bir dönemde 120 milyon €'luk bir teklifi Milan'ın reddetmesi sizce de mümkün mü? Bence değil. Ya Kaka? Haftalık 500.000 paund'a hayır dedikten sonra Milan'da olaki ilk 11'de çıkamadığı zamanlarda içinden "ah ulan keşke kabul etseydim" demeyecek mi? Neden demesinki!

Evet Hughes'un dediği gibi bu tam anlamıyla bir iş dünyası ve modern kölelerin amacı da bu dünyadan koparabildikleri kadarını koparmak. Bu anlamda futbol sahalarındaki şöhretlerini şov dünyasının diğer alanlarında da kullanarak ceplerini doldurmaya devam ediyorlar. Futbol dünyasından çıkan rap şarkıcıları, aktörler, reklam yıldızları görmüştük. Sıra yayıncılıkta. Manchester United'lı Rio Ferdinand bu dünyada yeni bir dönem açmaya hazırlanıyor. Şubat'tan itibaren internet üzerinden kendi dergisini piyasaya sürüyor. Rio Magazin'de müzikten sinemaya, otomobilden modaya, seyahatten ıvır zıvıra kadar birçok konu yer alacakmış. Ümit Davala da bir tane yapar mı acaba?

FEDAKAR NEWCASTLE TARAFTARI


Fenerbahçe 19 Ekim 2006'da Uefa Kupası 2. tur 1. maçında deplasmanda Newcastle'a Sibierski'nin golüyle 1-0 mağlup olmuştu. Bu kare Kebabman'den, o maçın öncesinde çekmiş. İngiltere'de stadına en fazla bayan taraftar çeken takımların başında geliyor Newcastle. Kebabman bununla ilgili bakın ne diyor; "Ömrümde gittiğim maçlarda en çok bayanı bu maçta görmüştüm. Bayanlar sanki sinemaya, tiyatroya gidercesine süslenmişler giyinmişler, kocalarının, erkek arkadaşlarının kollarına girmişler akın akın stada geliyorlardi. Bir daha dünyaya gelirsem evleneceğim hatun Newcastle'dan olmalı dediğim gündür o gün.:-)"

Evet gerçekten de Newcastle taraftarının asla pes etmeyen, takımlarını desteklemekten kolay kolay vazgeçmeyen bir özelliği var. Virgin Money firmasının 2007'de yaptığı araştırma Newcastle taraftarlarının en fedakar taraftar olduğunu gösteriyor. Araştırma, aileleriyle evde vakit geçirmekten tutun da aklınıza gelen en mutlu zamanlarına kadar Magpies'in hayatlarındaki en güzel anlarından vazgeçerek takımlarının maçlarına gitmeyi tercih ettiğini gösteriyor. Newcastle için en çok neyden vazgeçersiniz sorusuna verilen en çok yanıt sırasıyla şöyle; "1- Uykumdan, 2- Yemek, oksijen ve özgürlüğümden 3- Bir yıllık Köri'den 4- İşimden 5- Tüm tatillerimden Noel de dahil"

Yine Co-operative Financial Services şirketinin 2004'te yaptığı araştırma deplasman maçları için en çok km kateden taraftarın Newcastle'da olduğunu ortaya koyuyor. Bir Magpies taraftarı takımının tüm deplasman maçları için yaklaşık 13.000 km (bu dünyanın etrafında bir kere dönmeye bedel) yol katediyor. Bu onların takımları için diğer Premier Lig takımlarından daha fazla para ödedikleri anlamına da geliyor.

Bu kare de yine Newcastle-Fenerbahçe maçından. Bir Adıyaman'lı kardeşimiz Newcastle taraftarının giyim tarzına yeni bir akım getirmek isterken.

GÜNÜN İÇİNDEN


* "Metin Oktay, ağları yırtan gol ve rekabet" Eray Sözen'den nefis bir yazı. Okuyun, okutun. Cumartesi günü rekabetin 100. yıldönümü kutlanacak. Galatasaray ve Fenerbahçe iyiki varsınız! ( Ali Sami Yen )

* Kobe "Tamamen hücum odaklı düşünen bir takım ile tamamen savunma odaklı bir takım karşılaştığında savunma galip gelecektir" demişti. Erbatur Kobe'nin bu sözlerine katılsa da önemli olanın güzel oynamak olduğunu söylüyor. ( ERBO'S )

* Üstat Clint Eastwood'dan yeni bir film. "Gran Torino" oyunculuklar kötü olsa da Clint dede için bile izlenir. ( Çubuk Makarna )

* Burger King'den 1 whooper için facebook'taki listenizden 10 arkadaşınızı siler miydiniz? Silenler var. ( Atan Alır, Pisburun Yok )

* Sizler de harçlıklarınızı biriktirip aldığınız meşin yuvarlağa kıyamayıp vurmaya korkanlardan mısınız? ( Futbol Pazarı )

KEBABMAN'DEN FEDERASYONA UYARI


1- Lütfen Milli Takımımızın maç bilet satışlarını, diğer federasyonlar gibi birinci elden yapınız. Bern'de İsviçre ile oynadığımız ekstra play off maçı öncesi İsviçre Federasyonu tarafından Türkiye Futbol Federasyonuna tahsis edilen 57 İsviçre Frank'lık biletlerin çoğunluğu karaborsacılar tarafından 140-200 euro arasında satıldı.

2- Oslo'da İsveç ile yaptıgımız son karşılaşma öncesi milli takım kafilesinin konakladığı otel, Türkiye Futbol Federasyonu ile yaptığı anlaşma sonucu, Türkiye Futbol Federasyonu'nun isteği üzerine Türk vadandaşlarını otele kabul etmedi. Önceden rezervasyon yapan ve ödemesini yapan Türk vadandaşlarının rezervasyonlarını da iptal etti. Bu yüzden insanlar çok zor durumda kaldılar. Bu ayıplarını benim uçak, Oslo'da araba kiralama, konaklama ve yeme-içme giderlerimin tamamını karşılayarak gidermeye çalıştılar. Ayrıca dünya çapında oteller zincirine sahip bu otel grubu bana yaptıkları ayıba karşılık dünyadaki herhangi bir otellerinde 15 günlük konaklama teklifi sundu.

2008 Fifa Fair Play Ödülü almış bir federayon olarak, karaborsacı ve kendi vadandaşına ırkçılık yapan bir federasyon konumuna gelinmek istenmiyorsa, yukarıda bahsettiğim geçmişte yapılan hataları lütfen yapmayınız. Bilet satışlarını birinci elden yapınız. Konaklama yapılan oteller ile yapılan anlaşmalardaki otele Türk vadandaşı alınmayacaktır maddesini de kaldırınız.

ANKET

14 Ocak 2009 Çarşamba

BU UFAKLIK HANGİ FUTBOLCU?

EN PAHALI TRANSFERLER

Kaka M.City'nin haftalık yaklaşık 450.000 TL'lik teklifine "hayır" dedi, kutusuna gitmeyi tercih etti ve "Milan'da yaşlanmak istiyorum" çıktı. M. City Milan'a da yaklaşık 210 milyon TL önermişti ama Brezilyalı bu inanılmaz teklifi reddetti, "herşeyden önce adam gibi adamım" dedi. Daha önceden bu dudak uçuklatacak rakamları geri çevirmeyenler de vardı. İşte onlar;

1- Zidane 2001'de Juventus'tan Real Madrid'e yaklaşık 100 milyon TL'ye geçmişti.

2- Figo 2000'de Barcelona'dan Real Madrid'e 80 milyon TL'ye transfer olmuştu.

3- Crespo 2000'de Parma'dan Lazio'ya 78 milyon TL'ye geçmişti.

4- Robinho 2008'de Real Madrid'den M. City'e 70 milyon TL'ye transfer olmuştu.

5- Vieri 1999'da Lazio'dan İnter'e 68 milyon TL'ye geçmişti.

6- Berbatov 2008'de Tottenham'dan M.United'a 67 milyon TL'ye transfer olmuştu.

AMIGA 500'DEN SONRASI

Amiga 500'ün mahalle maçlarımızı nasıl bitirdiğini sizlere anlatmıştım.( Mahalle maçlarımızı bitiren alet ) Ben ve birkaç arkadaşım babalarımızın gücü yetmediğinden alamadığımız Amiga 500'lerin diğer arkadaşlarımızın evine girmesinin ardından ortada .öt gibi kala kalmıştık. Mahallenin köşesinde buluşur, Süleyman Seba'nın apartmanının altındaki kaldırımda zaman zaman oturur zaman zaman da etrafta turladıktan sonra can sıkıntısıyla tekrar evimizin yolunu tutardık. Sıkıntıdan çatlamak üzereydik, hergün birbirimizin yüzüne bakıp "Evet hadi n'apıyoruz" sorularından sonra yaşanan sessizliğin ardından 1 saat geçiyor, ardından aynı soru aynı sessizlik sırasıyla bu kısır döngüden kurtulamadan günlerimiz geride kalıyordu. Bazen Amiga 500'ü olan arkadaşlar evlerine oynamak için çağırsa da ben ve arkadaşlarımda o alete karşı bir antipati oluştuğundan, oynamayı çok istememize rağmen inadımızdan direniyor ve uzak durmaya devam ediyorduk.

Ama günlerin böyle geçmeyeceği belliydi. Kafasına cocacola şişesi düşen Afrikalı (Tanrılar Çıldırmış Olmalı filmi) misali bir anda bizim de hayatımız değişmeye başladı. Mahalleye büyük harflerle yazılı panosuyla BİLARDO SALONU açılmıştı. 3 arkadaş salonun önüne geçtik ve kaldırımın üzerine çıkıp hipnotize olmuşcasına gözlerimizi ayırmadan panoya baktık. Üçümüzün de kafasından aynı iki kelimenin geçtiği belliydi "kurtulduk arkadaşlar"


"Hadi girelim" dedi birisi. Elimizi ceplerimize attık, paralarımızı saydık, heralde yeter dedik ve o sihirli ilk adımı attık. Salonda Ankara'da yapılan kazılardan çıkan gıcır gıcır(!) silahlar gibi yepyeni bilardo masaları fabrikadan yeni çıkmış daha dumanı üstünde sıcacık bize bakıyordu. Elimi geçerken üzerinde gezdirdim, ilk teması sağladım ve salonun sonunda masası olan adama doğru ilerledim. Etrafta ellerinde sopalarla toplara vuran yaşı büyüklere baktıktan sonra içimde uyanan büyük arzuyla adama bilardo oynamak istediğimizi söyledim. Bıyıklı, kel ve şişko, hayatımda gördüğüm en çirkin adamlardan biri olan, sonrasında adını öğrenip çok sevdiğimiz Adnan ağabey bize küçümser bakışlar fırlattı. Sonrasında ne kadar oynayacağımızı sordu. "100 liralık" dedim ve gülmeye başladı. "Yani ne kadar süre oynamak istiyorsunuz" deyip yan tarafındaki panoyu gösterdi.

1 SAATİ 200 LİRA

Ona yarım saat oynayacağımızı söyledim ve elimize başlayacağımız saatin yazılı olduğu bir fiş ile 3 top verdi. İstakaları rastgele aldıktan sonra biz geleceğin Semih Saygıner'leri yeni oyuncağımızın başına geçtik. Oynadıkça daha fazla zevk almaya ve daha iyi oynamaya başladık. Hergün okul sonrası soluğu salonda alıyor ve ödettirmesine üç top oynuyorduk. Amiga 500'ü de, mahalle maçlarını da artık unutmuştuk. Varsa yoksa bilardo varsa yoksa kazanıp arkadaşına oynadığınız sürenin ücretini ödettirmekti artık hayat. Sonrasında 4 top ve Amerikan da bu yeni heyecanımızın enstrümanları olarak çocukluktan gençliğe adım attığımız dönemde kızlarla birlikte yerlerini almıştı. Ama idealleri olan, okumak, adam olmak isteyen ben geçen günlerin, haftaların ardından kötü bir alışkanlığa sahip olmaya başladığımızı farkettim. Çünkü bilardo salonunun arka tarafına sonradan açılan kağıt masaları arkadaşlarımı yavaş yavaş oraya doğru çekmeye başlamıştı. Bazılarımız orada kalmayı hatta çıkmamayı tercih ederken bazılarımızsa hedeflerimiz doğrultusunda silkelenerek kendimizi salondan dışarı atmayı ve ağırlığı okulumuza vermeyi seçtik.

Herşeyiyle çok güzel halen özlemle andığım günlerdi. Ama ne vardı teknoloji bu kadar gelişmese ne vardı mahalle aralarında arabaların arasında, beton üzerinde maçlarımıza biraz daha devam edebilseydik. Biz 70'li yılların sonunda doğanlar galiba biraz arada kaldık!

JOSE'DEN YARATICI ÇÖZÜMLER


Portekizli'nin basın mensuplarının sorularına karşı ne kadar yaratıcı cevaplar verdiğini biliyoruz. Adamın kanında var bu yaratıcılık. Jose haftasonunda oynanan Manchester United - Chelsea maçını tribünde takip etmişti. Boğazlı kazağının düşmemesi için kemer takmayı uygun görmüş. Gerçekten çok özel birisin sen adamım!

GÜNÜN İÇİNDEN


* Galatasaray 4 - 1 Werder Bremen. Bremen'in 4-1-3-2 sistemi, Galatasaray'ın izlediği yol ve maçın analizine dair keyifli bir yazı. ( Ali Sami Yen )

* En güzel 10 Ultras Grup logosu. Flying Dutchman'den yine çok kaliteli bir çalışma. Grobari South'un logosu bana Ankara'daki Ergenekon kazıcılarını hatırlattı. ( Flying Dutchman )

* Babamla gittiğim maçlar aklıma geldi. Babamın omzunda bilet kuyruğuna ardından stada girme kuyruğuna girerdim. "Oğlunuzu aşağı indirin" sesleri altında tribünde babamın omzunda maçları izlemeye çalışırdım. ( Jesus Almeyda )

* Yasemin Yıldırım Avustralya'yı izlemiş. İlk izleyenler sıkıcı bir film olduğunu söylemişlerdi ama sonradan aldığım yorumlar hem olumlu yönde. ( Petit'in Yeri )

* Unutulmaz 5 frikik golü. Akla ilk gelenlerden biri tabiiki Roberto Carlos'un Fransa karşısında Barthez'i mumdan heykele çevirdiği an. ( Tukresoccer )

13 Ocak 2009 Salı

DARKO KOVACEVIC


Bir dönem Nihat deyince Kovacevic, Kovacevic deyince Nihat akla gelirdi. 2002-2003 sezonunda şampiyonluğa oynayan ancak ligi 2. bitiren Real Sociedad forvetinin vazgeçilmezleriydiler. İspanya'da o yıl çoğumuz Barcelona'yı ya da Real Madrid'i değil Sociedad'ı destekler olmuştuk. Sondan bir önceki hafta Celta Vigo'ya 3-2 mağlup olduklarında dünyalarım yıkılmıştı. Bugün yine üzüldüğüm bir haber aldım. Bu haber 35 yaşında olan ve Olimpiyakos'ta top koşturan Kovacevic'ten geldi. Kariyerinin son dönemlerini geçiren Sırp golcü noktayı biraz daha erken koyabilir. Kovacevic'in önemli bir sağlık problemi sözkonusu. Takım doktorları cumartesi günü oynanan lig maçının ardından Kovacevic'e antrenmanları yasaklamış. Sebebi kalbindeki yüksek kan basıncı dolayısıyla hayati tehlikesinin bulunması. Kovacevic'le ilgili birkaç araştırma yaparken babasının ve ağabeyinin de aynı sebepten hayatlarını kaybettiklerini öğrendim. Kovacevic dün Atina'dan ayrılarak Barcelona'ya geçmiş ve orada bazı testlerden geçecekmiş. Yapılan yorumlar Kovacevic'in futbol yaşantısına son vermek zorunda kalacağı yönünde.

Yenileme: Kovacevic'in yapılan testlerin ardından söylendiği gibi futbolu bırakmak zorunda olduğu yönünde açıklamalar yapılıyor. Doktorlar Sırp golcünün 1 sene boyunca kontrol altında olması ve tedavi görmesi gerektiğini belirtmişler. Durumunun Yunanistan'da erken farkedilmesinin onun için bir şans olduğu söyleniyor. Son kararı yine Kovacevic'e bırakmışlar.

ALL STAR FOR HOPE


Manchester United'ın Fransız futbolcusu Mikael Silvestre aslen Guadeloupe'ludur. Babası Güney Amerika'nın kuzeyinde bulunan bu Fransız sömürgesinden gelmiştir. O da birçok Afrikalı ve Güney Amerikalı futbolcu gibi fakirlikten, çaresizlikten buralara gelmiştir. Silvestre de geçmişini unutmayan futbolcuların başında geliyor. Fransız futbolcunun "Umut Okulları" adında bir vakfı bulunuyor. Vakıf'ın amacı Nijerya'da, Gine'de, Laos'ta, Burkina Faso'da, Burundi'de, Kongo ve Arjantin'de okullar yaparak binlerce yoksul çocuğun okumasını sağlamak. Bu anlamda 13-14 Haziran 2009 tarihlerinde Amerika Birleşik Devletleri'nde bir yardım organizasyonu düzenlenecek. New York City'deki Giants Stadyumu'nda New York Red Bulls takımıyla Silvestre'nin arkadaşları karşı karşıya gelecek. Takımda kimler yokki, Cristiano Ronaldo, Thierry Henry, Nicolas Anelka, Didier Drogba, Claude Makalele, Ryan Giggs, Adebayor, Frank Lampard, Patrick Vieira, William Gallas, Dabo, Almunia, Clichy ve Sagna. Organizasyondan 1.000.000 dolar gelir bekleniyormuş. Katılacak futbolculara bakılırsa sanırım bu zamana kadarki en büyük yardım amaçlı organizasyon olacak.

GÜNÜN İÇİNDEN


* Bakın ABD'nin yeni başkanı Barrack Obama hangi takımları tutuyor. ( ERBO'S )

* Altın Küre ödülleri sahiplerini buldu. Hanımlar kırmızı halıda yine şıklık yarışındaydı. ( Elif'in Dünyası )

* Dünya'nın en iyi teknik direktörü kim? Mourinho mu, Capello mu? Yoksa Ottmar Hitzfeld mi? Çok sağlam bir Hitzfeld portresi. ( Borges )

* Schalke'nin genç Brezilya'lısı Rafinha yeni saç modeliyle beni biraz iğreti etti. ( Lambuja )

* James Beattie Stoke City ile anlaştı. Hem de 31 yaşına gelmiş dünkü bitirim. ( Tardini Büfe )

12 Ocak 2009 Pazartesi

EN İYİ 5'Lİ


Milli takım teknik direktörleri ve kaptanlarının verdikleri oyların dağılımı;

1. Cristiano Ronaldo: 935
2. Lionel Messi: 678
3. Fernando Torres: 203
4. Kaka: 183
5. Xavi: 155

AND THE WINNER IS...RONALDO

Fifa Dünya'da Yılın Futbolcusu ödülü Zürih'te düzenlenen harika galayla 24 yaşındaki Cristiano Ronaldo'nun oldu. Ronaldo, Figo'dan sonra bunu başaran ilk Portekizli.


Her ne kadar bazen theatral hareketler yapsa da dünyada Cristiano Ronaldo gibi çok az futbolcu maçların sonucuna direkt tesir edebilecek özelliğe sahip. Portekizli futbolcu hıza, güce, hava hakimiyetine, genelde golle sonuçlanan mükemmel bir şut yeteneğine sahip. Şampiyonlar Ligi Finali'nde attığı harika kafa golü de halen gözümün önünde. Manchester United David Beckham'ın ayrılmasının ardından 2003'te transfer etmişti O'nu. Beckham ince pasları ve enerjisiyle M. United için çok önemli bir isim olmuşken Ronaldo ise bir sihirbazdan daha fazla yeteneğe sahip olduğunu göstermeye başladı zamanla.

Giyimine, saçlarına, aksesuarlarına aşırı dikkat eden Portekizli Old Trafford'da geçirdiği yıllarda bayan hayranlarının sayısını kat be kat arttırırken, aşk mektuplarının okunması ve cevaplandırılması için yakın arkadaşlarını bile görevlendirdi. Ablasıyla kendi markasını yaratıp mağazalar zinciri bile açmaya başladı. Ama herşeyden önemlisi futbolu dallandı budaklandı, her yerden meyve vermeye başladı. En verimli mevsimi ise geçen sezondu. M.United formasıyla 42 gol atarken altın ayakkabının sahibi oldu ve George Best'i geçerek M.United formasıyla bir sezonda en fazla gol atan ortasaha futbolcusu ünvanını elde etti. İngiltere Premier Lig'inde ve Şampiyonlar Ligi'nde duble yapıp, FifPro ve Ballon D'or ödüllerini de evine götürdü.


Annesinin hayallerini de gerçekleştirmek için Real Madrid'in teklifini uzun süre düşündü taşındı ancak en sonunda Ferguson'un da ısrarıyla hem Manchester'da kalarak hem de geçtiğimiz günlerde Ferrari'siyle geçirdiği trafik kazasıyla annesini oldukça fazla üzdü. Portekiz milli takımında kulübünün aksine kendisinden beklenenleri veremese de 2008 tam anlamıyla Cristiano Ronaldo'nun yılı oldu.

KEBABMAN'DEN BİRKAÇ KARE

Şefik Akkurt nam-ı diğer Kebabman. Bilen bilir Şefik Bey bir Adanademirspor aşığı, bir Türkiye aşığı, bir futbol aşığıdır. İngiltere'de yaşıyor ve fırsat buldukça Avrupa'yı geziyor, maçları takip ediyor. En büyük hobisi ise fotoğraf çekmek. Ben Euro 2008'de Basel'de İsviçre ile oynadığımız maçın öncesinde onunla tanışmış hatta canlı yayında röportaj yapmıştım. Kebabman bundan önceki post'u gördükten sonra bana kendi çektiği birkaç kareyi yolladı. Malta-Türkiye maçında aşağıdaki gibi bir çatlak bizim tribünlerin önüne gelip eceline susamışcasına hareketlerde bulunmuş. Daha açıkları var ancak sadece bunları yayınlamayı uygun gördüm. Kebabman'in daha birçok karesine buradan ulaşabilirsiniz.



ALLAH AKIL FİKİR VERSİN



-4 derecede Hannover 96'nın Vfl Osnabrück ile oynadığı dostluk maçından kareler. Soğuktan damarları daralan ve beynine kan gitmeyen bir Hannover 96 taraftarı kendini ve arkadaşlarını(!) ısıtmaya çalışıyor.

GÜNÜN İÇİNDEN


* Fener Tokat'a Geldi Amca; Aceto'nun sayfasına Okay Karacan'dan bir yazı. ( Aceto Balsamico )

* Galatasaray yedek ağırlıklı bir kadroyla Skibbe'nin eski takımına yine yenilmekten kurtulamadı. ( PCLion FC )

* Scolari Manchester United'a da kaybetti. ( Noat Samisa )

* Babamın da askerliğini yaptığı Doğu Bayazıt'tan Massimo'nun askerlik anıları. ( Di Massimo Talento )

* Eski başkan Celal Doğan'ın Gaziantepspor'un bulunduğu durumla ilgili tespitleri ( HT Spor )

ANILAR - 2 "NTV TARİHİNİN EN AĞIR RAPORU"


Yıl 2001, aylardan Haziran. 2001 krizinin ardından 2 ay işsiz kalmışım ve bir ekonomi kuralı gibi dibe vurduğumu düşündüğüm anda birden yukarı fırlamışım. NTV'deki spor spikeri arayışlarında Fuat Akdağ ile görüşme sırası bana gelmiş. Bir arkadaşım aracılığıyla kendisinden randevuyu koparmış ve en cici takımımı giyerek spor servisinin yolunu tutmuşum. İçeriye ilk girdiğim anda sol tarafta odası olan rahmetli Kenan Onuk halen gözümün önünde, gazetesini okumakla meşguldü; Allah rahmet eylesin! Sonra girişin karşısında masası olan, Halit Kıvanç ile yaptığı programlar ve Avrupa'dan Futbol'larla beni benden alan, bu işi yapacaksanız böyle yapın der gibi duran Okay Karacan çıkmıştı. Ben Fuat Akdağ'ın servisin sonundaki odasına doğru ilerlerken, önlerindeki monitörlerden yavaş yavaş kafalarını kaldıranların gözleri üzerimde toplanıyor, sözlüye kalkan bir öğrenci misali ayaklarım titreyerek öğretmen Akdağ'ın yanına doğru ilerliyordum.

- Otursana Alicim

- Teşekkür ederim Fuat Bey.

3-5 kendimi anlattıktan sonra yanımda getirdiğim daha önce yaptığım sunumların yer aldığı kaseti ona verirken, bana masasının yanında üstüste dizili onlarca kaseti gösteriyor ve benimkini en üste koyarken farkında olmadan benim umutlarımı da yavaş yavaş azaltıyordu.

- Bak Alicim burada bir sürü kaset var, sana kesin birşey söyleyemiyorum. Hayırlısı olsun!..

- İnşallah olur, burada çalışmak bana herşeyden önce onur verecek bunu bilmenizi isterim.
diyorum ve odadan çıkıyorum. Üzerime düşeni yapmışım artık top onlarda, daha fazla işsiz kalmaya tahammülüm yok, dua ederek evimin yolunu tutuyorum.

2 gün sonra telefonum çalıyor, arayan Fuat Akdağ. Bana ilkokulda ilk öğrendiğimiz cümleyi kurarak sesleniyor.

- Ali gel, sana bir deneme çekimi yapalım.

Ali Gel'e belki de ilk kez bu kadar çok seviniyorum, belliki öngörüşmemden memnun kalmış; teşekkürler Fuat Bey diyorum. Ertesi gün aynı takım elbisem yine üzerimde, başka bir tane olmadığı için kravatı farklı takıyorumki anlaşılmasın; gidiyorum, deneme çekimi yapılıyor ve beğeniyorlar. Haziran ayının sonunda işi alıyorum. Ben, çömez Ali, üniversiteden yeni mezun olmuşum, Mithat Bereket'in "siz İletişim Fakültesi mezunları ancak 3-5'iniz iyi bir televizyon ya da gazetede iş bulabileceksiniz" kötümser ama doğru yaklaşımının ardından o kontenjanın içinde kendime yer bulmanın verdiği mutlulukla her sabah NTV yollarına düşmeye başlıyorum. Ama NTV'de ekrana çıkmak o kadar kolay değil, 2-3 hafta haber yaz, kaset taşı, şunu al şunu getir'lerden sonra beni geceye kaydırıyorlar ve benim gibi yeni başlayan spiker arkadaşım Osman Sakallıoğlu ile geceleri hem spiker hem de editörlük yapmaya başlıyoruz.

İşte bu post'u girmemdeki konu da Osman'la çalıştığımız gecelerden birinde yaşanıyor. Osman benden 2 hafta sonra başladığı için ben ekrana çıkıyor 23:45 bültenlerini sunuyorum, O ise geceleri haber yazmakla yetiniyor ilk günlerinde. Gecelerden bir gece ben, Osman ve o zamanki Galatasaray muhabirimiz Harun Muslu sohbete dalıyoruz. Saate baktığımızda ise bültenin başlamasına 5 dakika kaldığını görüyoruz. Bu süre içersinde üzerimi değiştirmem, makyaj olmam, bültenin akışını hazırlamam, bunları rejiye ulaştırıp yönetmene anlatmam ve stüdyodaki masama yerleşmem gerekiyor. Bunları o süre içinde yapmam için imkansız'dan 3-5 kat daha güçlü bir anlamı olan kelime olmalıydı Türkçe'de ama yoktu. Yani o anki durumumu anlatacak bir kelime bulamıyorum halen sizlere. O günlerde adaptasyon süreci yaşayan ve akış yapmakta haklı olarak zorlanan Osman'a bağırıyorum "sen akış yap, rejiye koş ve yönetmene teslim ediver, ben üzerimi değiştirip makyaj olmadan stüdyoya koşucam" diyorum ve ecel terlerimi NTV'nin koridorlarına bırakarak yerimi alıyorum. Şansa bakınki(!) o gece de yönetmenimiz 70 yaşlarında olan, dede gibi sevdiğimiz, Aragones gibi ama daha cana yakın, sevimli bir o kadar da panik Tolgay ağabeyimiz. Osman Tolgay ağabeye akışı teslim ediyor ama hiçbir kaset hazır olmamasına rağmen, NTV dakikliği gereği jenerik dönüyor ve ben ilk haber olan Galatasaray'la ilgili gelişmeleri anons ediyorum. Ama büyük şoooook; haber girmiyor. Tolgay ağabey "sonrakine geç" diye kulağıma olanca gücüyle bağırıyor. Beşiktaş'ı anons ediyorum ama o da ne, bu haber de girmiyor! Tolgay ağabeyden yine aynı cümle bu kez çok daha güçlü ve panik bir ses tonuyla kulağımda çınlıyor; "Sonrakine geeeeçççççç" Alnımın kenarlarından terler akarken bir yandan gülümseyerek en büyük spiker yalanlarından biri aklıma geliyor "teknik bir sebepten bu haberi veremiyoruz, ilerleyen dakikalarda ekranlara getireceğiz" diyorum ve Fenerbahçe haberini anons ediyorum. Ama hayır olamaz Tolgay ağabey bu haberi de ekrana getiremiyor ve ben masanın altına saklanıp ağlamak istiyorum. Bu söylediklerim 30 saniye ile 1 dakika arasında gerçekleşiyor arkadaşlar ve en sonunda 4. haberden sonrakileri ekrana getirmeyi başarıyoruz ama 10 dakikalık bülteni 5 dakika yapıp çıkıyoruz. Bültenin ardından rejiye gidiyorum ve Osman "70 yaşındaki adama burada 5 dakika boyunca takla attırdık" diyor ve biz süper ikili(?) başımıza gelen ve gelecekleri düşünerek biraz tırsarak biraz da gülerek işimizi bitirip eve gidiyoruz.

Gece çalıştığımız için işe normalde akşam 5 gibi gidiyorduk ancak ertesi sabahın erken saatlerinde cep telefonum Fuat Akdağ tarafından çaldırılınca öğleye doğru Osman'la birlikte kendimizi O'nun odasında bulduk. Fuat Akdağ'ın elinde bazı kağıtlar vardı ve bize doğru sallıyordu.

- Bu ne arkadaşlar? N'aptınız böyle! NTV tarihinin en ağır raporu var elimde.

"Tamam" diyorum içimden "al işte Ali, Fatih Hoca değil ama Fuat Akdağ senin mesleki kariyerini bitirecek."

Müdür'e durumu anlatıyoruz ve akıbetimizin ne olacağını beklemeye başlıyoruz. Neyseki bu bizim ilk vukuatımız. Daha dakkatli olmamız uyarıları eşliğinde kazasız belasız bu işten kurtuluyoruz ama o dönem üstlerimizde büyük bir güven kaybı yarattığımızın da farkındayız. Juventus gibi 2. lige gönderilmeyip Milan gibi -8 puanla lige geri dönüyoruz Osman'la :)))

Buradan Fuat Akdağ'a yıllar sonra sesleniyorum; "Fuat ağabey gerçekten o rapor NTV tarihinin en ağır raporu muydu?"