17 Kasım 2011 Perşembe

ÜZÜNTÜNÜN SEVİNCİ BASTIRDIĞI AN

Futbol hayatın tam ortasında derler ya gerçekten de öyle! Yukarıdaki fotoğraf bir teselliyi, bir desteği, acının paylaşımını anlatıyor. Portekizli futbolcu Carlos Martins, Bosna Hersek ile oynadıkları play-off rövanş maçının son dakikalarında Helder Postiga'nın yerine oyuna girdiğinde bedeni belki çimlerin üzerindeydi ama aklı 3 yaşındaki oğlu Gustavo'daydı. Oğluna birkaç aydır yapılan testlerin sonucunu almayı bekliyordu. Ve tam da bu kritik maçtan sadece birkaç saat önce sonuç belli oldu. Gustavo lösemiydi. Haberi Portekiz milli takımının doktoru maçın ardından soyunma odasında paylaştığında oyuncuların sevinçleri kursaklarında kalmıştı. Tüm futbolcular Euro 2012 vizesini almalarının mutluluğunu bir kenara bırakıp Martins'in etrafını sardılar. Gözyaşlarına hakim olamayan Martins'i ellerinden geldiğince teselli etmeye çalıştılar. Gustavo'nun acil olarak kemik iliği nakline ihtiyacı var. Baba Martins eşiyle birlikte bu videoda yardım isteğinde bulunuyorlar. Futbol Federasyonu ve başta Ronaldo olmak üzere futbolcular da uygun bir donör bulunması için twitter üzerinden girişimlere başladılar. Benfica kulübü de internet sitesinden çağrıda bulundu. Çiçeği burnunda bir baba olarak böyle bir üzüntüyü çok daha iyi anlayabiliyorum. Acil şifalar diliyorum.

16 Kasım 2011 Çarşamba

BİR DEVİR KAPANDI

Bana göre bir devir artık kapandı. Kapanmaması da kaçınılmazdı. Beklenen sondu ve belki de uzatılmış bir sondu. Ha bitti ha bitti derken (bunu bir temenni olarak söylemiyorum) son atımlık barut Hiddink de karavanaya gitti. Derwall ve Piontek ile ivme kazanan yabancı teknik adam modası Rijkaard, Schuster ve Hiddink gibi isimlerle -sebep ne olursa olsun günün sonunda başarısız oldukları için- yolların ayrılmasıyla yeni bir moda başlayana kadar sona erdi. Artık meşhur yabancı hocaların çalışması için ne medya ne futbolcu ne de taraftar kitlesi açısından sağlıklı bir ortam var bu topraklarda. İnanç kalmadı onlara.. Vakit onlara teşekkür etme vakti..

80'lerin sonu 90'ların başında hem altyapısı kötü hem de olanakları yetersiz Türk futboluna gerçekten birşeyler katmak, yanlışları düzeltmek, gelişim kazandırmak için bilgi ve birikimi yüksek yabancı hocalara ihtiyaç olduğu bir gerçekti. O kadar geri kalmış bir noktadaydık ki daha dibe vurmamız da imkansızdı zaten. Bu ülke sahasında 3-0 yenildiği bir maçın rövanşında rakibini halen endişelendirebiliyorsa onların ve yetiştirdiklerinin yaptıklarına çok şey borçlu. Fatih Terim ve Mustafa Denizli gibi başarıya aç ve hırslı teknik adamların son 20 yıl içinde yaptıkları, onların oluşturdukları iskelet ve yarattıkları güven duygusuyla Şenol Güneş gibi felsefik ve sistematik bir çalışma prensibine sahip teknik adamın milli seviyede çıtayı daha da yükseltmesi alttan gelen genç isimlere yönelik modayı daha da pekiştirdi.

Ve moda artık tamamen yerli. En azından gelecek birkaç sene içinde milli takım ve büyüklerin koltuğuna bu sınırlar dışından ünlü birinin oturacağını hiç sanmıyorum. Bir süre en fazla yerli inşaat şirketlerinin reklamlarında görürürüz. Galatasaray'ın Fatih Terim ile, Beşiktaş'ın Tayfur Havutçu çıktığı zaman onunla, Fenerbahçe'nin Aykut Kocaman ile, Trabzonspor'un Şenol Güneş ile, Bursaspor'un Ertuğrul Sağlam ile onlar istemedikleri sürece, takımlarını şampiyon yapmasalar bile kolay kolay yollarını ayıracağını zannetmiyorum.

Milli takım koltuğuysa ateşten gömleklerin en acıtanı. Medya Abdullah Avcı ismine sıkı sıkıya sarılmış durumda. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz tabii ki. O koltuğa da bir yerliyi oturttuklarında rahatlayacaklar. Muhtemelen makul bir rakama çalışacağı için ne kazandığı ne de tazminatı bu kadar yazılıp çizilecek. Herkesin kafası rahat olacak yani. Avcı gelecek dertler bitecek. Gelir de dünya kupasına götüremezse bile hemen bir halef bulunmayacak. En azından ümit ediyorum. Haksız mıyım sevgili medyam?! Haydi hayırlısı!