İnönü Stadı'ndaki hazırlık maçında Ümit Milli takım Beşiktaş'ı 4-3 mağlup etti. Beşiktaş'ın as kadrosundan 7-8 futbolcuyla sahaya çıktığını belirteyim. Geçtiğimiz Ocak ayında Leverkusen'den Chelsea'ye transfer olan Gökhan Töre'nin Tabata'nın aklını aldığı pozisyonu koyayım. Maçın güzel anlarından biriydi.
5 Eylül 2009 Cumartesi
GÖKHAN'IN TABATA'NIN BELİNİ KIRDIĞI AN
4 Eylül 2009 Cuma
FOTOROMAN: TEKNİK DİREKTÖRLER VE PLATINI
Bazı teknik direktörler UEFA Başkanı Michel Platini ile Nyon'daki UEFA binasında Elit Kulüp Teknik Direktörleri Forumu'nda biraraya gelmiştir. Aralarından bazıları Platini ile yakın temas kurmaya çalışır.
Ferguson: Başkanım bugün ne kadar da yakışıklısınız, yüzünüzde güller açmış.
Platini: (Hay Allah'ım ya çattık yine.) Lan olm bir rahat bırak yahu! Kaç yıl oldu senin Manu'nun başında söyle bakiimm. Yok yok ordan gelme boşver, başlarsan anlatmaya bitmez şimdi.
Wenger: Başkanım başkanım, benim daha az, 13 yıl oldu. Ben anlatayım mı?
Platini: Sen kimsin? Haa Arsen. Lan bi dur olm be, Förci ile konuşuyorum şimdi. (Aldılar dinazorlar yine beni aralarına, anlaşıldı rahat yok. Elini verirsen kolunu kaptırırsın işte. Hayır hiç mi ayrılmaz kardeşim bunlar. Biri nerdeyse diğeri de orda.)
Ten Cate: Adamı esir aldılar yine. Şişşşt beyler iki dakka izin verin de iki laf da biz edelim yaa!
Martin Jol: Bunlar böle bilader. Maalesef böyle, doymuyor gözleri. Yapışmışlar koltuğa bırakmazlar. Allah bilir Platini'nin koltuğa da göz dikmişlerdir.
Jesualdo Ferreira: He valla!
Ten Cate: Hayır benim anlamadığım bizim Rijkaard'ı niye çağırmamışlar toplantıya, hadi o gelemedi Neeskens gelirdi. Hayırdır inşallah!
Laurent Blanc: Başkanım.
Platini: Söyle Blannnnnnn...
Blanc: Hep Ferguson ve Wenger ile konuşuyosunuz. Beni hiç görmüyosunuz. Olaya Fransız kaldım.
Platini: N'olmuş len ben de Fransız'ım.
Blanc: Ama Başkanım..
Platini: Ya len olm hadi yürü git. Adamın asabını bozma yawww!
Ferguson: Başkanım bugün ne kadar da yakışıklısınız, yüzünüzde güller açmış.
Platini: (Hay Allah'ım ya çattık yine.) Lan olm bir rahat bırak yahu! Kaç yıl oldu senin Manu'nun başında söyle bakiimm. Yok yok ordan gelme boşver, başlarsan anlatmaya bitmez şimdi.
Wenger: Başkanım başkanım, benim daha az, 13 yıl oldu. Ben anlatayım mı?
Platini: Sen kimsin? Haa Arsen. Lan bi dur olm be, Förci ile konuşuyorum şimdi. (Aldılar dinazorlar yine beni aralarına, anlaşıldı rahat yok. Elini verirsen kolunu kaptırırsın işte. Hayır hiç mi ayrılmaz kardeşim bunlar. Biri nerdeyse diğeri de orda.)
Ten Cate: Adamı esir aldılar yine. Şişşşt beyler iki dakka izin verin de iki laf da biz edelim yaa!
Martin Jol: Bunlar böle bilader. Maalesef böyle, doymuyor gözleri. Yapışmışlar koltuğa bırakmazlar. Allah bilir Platini'nin koltuğa da göz dikmişlerdir.
Jesualdo Ferreira: He valla!
Ten Cate: Hayır benim anlamadığım bizim Rijkaard'ı niye çağırmamışlar toplantıya, hadi o gelemedi Neeskens gelirdi. Hayırdır inşallah!
Laurent Blanc: Başkanım.
Platini: Söyle Blannnnnnn...
Blanc: Hep Ferguson ve Wenger ile konuşuyosunuz. Beni hiç görmüyosunuz. Olaya Fransız kaldım.
Platini: N'olmuş len ben de Fransız'ım.
Blanc: Ama Başkanım..
Platini: Ya len olm hadi yürü git. Adamın asabını bozma yawww!
A.DEMİRSPOR-LIVORNO
Uzun zamandır Süper Lig'de görmeyi umduğum, kendine özgü bir futbol kültürüne sahip takımlardan Adanademirspor ile İtalya'da Sol'un sembol kulüplerinden Livorno ırkçılığa ve savaşa karşı dostluk maçına çıkıyor. Maç 5 Ocak Stadı'nda saat 21:00'de. 2000 kadar Beşiktaş çarşı taraftarı da tribünde olacak. Bu maçı veren kanal bildiğim kadarıyla yok.
EMRE İÇİN KULLANILAN BAŞLIK
RAHAT OL ARDA!
Arda genç yaşında Galatasaray'da büyük bir sorumluluk altına girdi. Kaptanlık pazu bandı ile Metin Oktaylar'ın Cüneytler'in, Tugaylar'ın, Bülent Korkmazlar'ın misyonunu üzerine aldı, giydiği 10 numarayla da saha içinde takımını ateşleyen, oyunu çevirebilen, zor anlarda sorumluluğu üzerine alabilen bir futbolcunun ağırlığını taşımaya başladı. Gerçi bu ikinci kısmı Arda son 2 sezondur fazlasıyla yerine getiriyordu, bu anlamda sıkıntı çektiğini düşünmüyorum. Ancak şu kaptanlık mevzusu üzerinde artı bir baskı yaratıyor gibi geldi bana. "Kaptanlık=Örnek futbolcu" düşüncesi Arda'nın içine çok fazla işlemiş. Dün Arda şöyle dedi "Genç yaşta bana 25 milyonluk bir camianın kaptanlığı verildi. Kaptanlık farklı sorumlulukları da beraberinde getiriyor. Alt yapıdan gelerek bu camianın kaptanı oldum ve bunu başarıyla yaptığıma inanıyorum." Ben de başarıyla yaptığına inananlardan biriyim. Ama geçen gün üzüldüğüm bir durum oldu. Ya da ben yanlış hissettim bilemiyorum. Arda özel hayatında da sanki kaptan gibi hareket etmek zorunda hissediyor kendini. Rahat olamıyor gibi sanki. Beni bu düşünceye itense bir magazin programında Arda'nın Sinem Kobal'la gece vakti Ortaköy'de bir otomobilin içinde görüntülenmesi ve bu durum karşısında ıkınıp sıkılması. Belki de Kobal'la görüntülendiği için sıkıldı bilemiyorum. Ya da Sinem Kobal görüntülenmek istemiyordu da Arda onun sıkıntısını aldı üzerine mikrofon genç kaptana doğrultulunca. Kimsenin günahını almak istemem ama gece vakti Ortaköy civarında trafiğin ortasına atıyorsanız kendinizi, magazin basınına da yakalanmamanız mümkün değildir. Hele ki bugünlerde Türkiye'nin en popüler erkeklerinin başında geliyorsanız. Muhabir soruyor "Arda sevgili misiniz?" diye "Yoo sadece arkadaşız daha önce de söylediğim gibi" diyor ama bu cümleyi kurarken neredeyse ecel terleri döküyor. "Arda maçların var" diyor muhabir sıkıştırmak istercesine "Evet var eehh ııı kem küm" diye cevap veriyor Arda, trafik açılıyor o sırada basıp gidiyorlar ve muhabirin saçma sapan sorularından kurtuluyorlar.
İşte bu görüntüleri izlerken sıkıldım gerçekten. Arda'nın gizli, yasak, kötü örnek teşkil edecek bir iş yapıyormuş gibi kamera karşısında rahatsız olmasına üzüldüm. Rahat ol Arda! Sevgiliysen sevgilisindir, değilsen değilsindir. Ayrıca 22 yaşında sağlıklı, popüler bir erkek olarak sen gezmeyeceksin de kim gezecek?! Ne zaman ne yapman gerektiğini iyi bilirsin. Sıkılma, bu kaptanlık işini de fazla abartma! Sen profesyonelce mücadele veren, en istikrarlı futbolcuların başında gelen, iyi bir ailenin evladısın. Hem milli takımın hem de Galatasaray'ın vazgeçilmezisin. Bu yüzden üzerinde oluşan baskıdan zaman zaman gençliğinin de verdiği tecrübesizlikle yanlışlar yaptın. Hepimiz yapıyoruz, yapmıyoruz diyen varsa yalan söylemiş olur. Diyeceğim şu; "Türk pasaportu yurtdışına açılmada önümdeki en büyük engel" diyorsun ama önce şu kafanı bir toparla, zihniyetini geliştir. Avrupalı futbolculara bir baksana. Ronaldo'nun Paris Hilton ve diğerleriyle yaşadıklarını, kazanılan her maç sonrası İngiliz futbolcuların gece kulübünde sabaha kadar dağıtmalarını, birçoğunun gömlek değiştirir gibi sevgili değiştirdiğini görüyoruz. Evet bunlar uç, abartılı örnekler olabilir. Ben de sana bunları yap demiyorum zaten. Ama Avrupa'ya açılmak istiyorsan biraz daha Avrupalı gibi düşün! Başkalarının senin için ne düşündüklerini de fazla önemseme! Sen geleceğin için, kulübün için en doğru olanı bilirsin zaten!..
İşte bu görüntüleri izlerken sıkıldım gerçekten. Arda'nın gizli, yasak, kötü örnek teşkil edecek bir iş yapıyormuş gibi kamera karşısında rahatsız olmasına üzüldüm. Rahat ol Arda! Sevgiliysen sevgilisindir, değilsen değilsindir. Ayrıca 22 yaşında sağlıklı, popüler bir erkek olarak sen gezmeyeceksin de kim gezecek?! Ne zaman ne yapman gerektiğini iyi bilirsin. Sıkılma, bu kaptanlık işini de fazla abartma! Sen profesyonelce mücadele veren, en istikrarlı futbolcuların başında gelen, iyi bir ailenin evladısın. Hem milli takımın hem de Galatasaray'ın vazgeçilmezisin. Bu yüzden üzerinde oluşan baskıdan zaman zaman gençliğinin de verdiği tecrübesizlikle yanlışlar yaptın. Hepimiz yapıyoruz, yapmıyoruz diyen varsa yalan söylemiş olur. Diyeceğim şu; "Türk pasaportu yurtdışına açılmada önümdeki en büyük engel" diyorsun ama önce şu kafanı bir toparla, zihniyetini geliştir. Avrupalı futbolculara bir baksana. Ronaldo'nun Paris Hilton ve diğerleriyle yaşadıklarını, kazanılan her maç sonrası İngiliz futbolcuların gece kulübünde sabaha kadar dağıtmalarını, birçoğunun gömlek değiştirir gibi sevgili değiştirdiğini görüyoruz. Evet bunlar uç, abartılı örnekler olabilir. Ben de sana bunları yap demiyorum zaten. Ama Avrupa'ya açılmak istiyorsan biraz daha Avrupalı gibi düşün! Başkalarının senin için ne düşündüklerini de fazla önemseme! Sen geleceğin için, kulübün için en doğru olanı bilirsin zaten!..
3 Eylül 2009 Perşembe
CHELSEA'YE TRANSFER YASAĞI
Bu çocuk yüzünden Chelsea 1 yıl transfer yapamayacak. Lens kulübü, genç takımlarında oynayan Kakuta'nın Chelsea tarafından aklının çelindiği ve sözleşmesini bırakıp Londra kulübüne katıldığı gerekçesiyle Fifa'ya başvurmuştu. Anladığım kadarıyla Chelsea ve Kakuta, Lens kulübüne olan yükümlülüklerini yerine getirmemiş, yetiştirme bedeli falan ödememiş. Fifa Uyuşmazlıkları Çözümleme Kurulu da Fransız kulübünü haklı bularak Chelsea'yi cezalandırdı. İngiliz ekibi 2010 yılında hem yurtiçinden hem de yurtdışından transfer yapmayacak. 18 yaşındaki forvet de dört ay futboldan men cezası alırken, eski kulübüne de 780 bin euro ödemek zorunda kaldı. Fifa'ya karar için itiraz etme hakları var. Ancak şu an itibariyle gelecek 2 transfer döneminde meydanın Real Madrid'e kalacağını söyleyebiliriz.
"GÜZEL OYUN" 24'TE
Muhabir Evren Göz, prodüktör Fatih Çevik, kameramanlar Mahmut Portakal ve Eray Durmuş uzun zamandır izlediğim en keyifli futbol programlarından birine imza atıyorlar. "Güzel Oyun"a 24 ekranlarında belki denk gelmişsinizdir, gelmediyseniz mutlaka izlemelisiniz. Cumartesileri 15:30'da, tekrarı salı akşamları 20:00'de. Evren kardeşim, mahallenin en şık ağabeyleri ile her hafta çok keyifli sohbetler yapıyor. Fatih de Portakal ve Eray'ın harika çekim açılarına sihirli parmaklarıyla dokunuyor, ortaya zaman zaman gülümseyerek zaman zaman da hüzünlenerek izleyebileceğiniz yaklaşık yarım saatlik nefis bir yapıt çıkıyor. Seslendirmek de bana düşüyor. Güzel Oyun'un daha önceki konukları Hakan Şükür, Erhan Önal, Gökhan Keskin, Ünal Karaman ve Ziya Şengül'dü. Bu hafta ise uzun zaman sonra ilk kez Elano'nun imza töreninde gördüğümüz Galatasaray ve A milli takımın efsane isimlerinden, hocaların hocası Coşkun Özarı konuk olacak. Günümüzün futbol karakterlerinden sıkıldıysanız, bir de eskileri dinleyin derim ben, çok entresan hikayeleri var.
1 Eylül 2009 Salı
EDUARDO'YA BEKLENEN CEZA
Ne Eduardo'ymuşsun be 3 gündür blogta seni konuşuyoruz. Uefa verdi en sonunda cezayı. Beklenen gelişme. Arsenal'in 19 sayfalık savunması fayda sağlamadı. Standard Liege ve Olimpiyakos maçlarında oynamayacak. Gözümüz Uefa'nın üzerinde. Böyle kararları destekliyorum. Ama inşallah herkese adil bir şekilde uygulanır. Ülke federasyonları bu konuda daha ciddi bir tutum sergiler mi merak konusu tabii. Liglerde de adam gibi uygulansa bu hafta benim izlediğim maçlar arasında Raul ve Rooney de ceza alması gereken futbolcular arasında yer alırdı. Arsenal'in 3 gün içinde karara itiraz etme hakkı var, daha ne kadar edeceklerse! Böyle uzun uzun raporlar yazmakla olmuyormuş demek ki, bir Ali Şen lazım İngilizlere.
BU PROGRAM KAÇMAZ
ARSENAL'İN 19 SAYFALIK SAVUNMASI
Haftasonunda yazdığım yazıda M.United-Arsenal maçındaki bir anekdota değindim. Arsenalli Eduardo ile ilgili yönetmenin yaptığı akıllıca hamleyi, kameraları ve önündeki düğmelerle anlatmak istediği mevzuyu aktarmaya çalıştım. Yazının sonunda da iki cümle maçı anlatan spikerin bu noktayı es geçtiğini, yönetmeni ne yazık ki tamamlayamadığından bahsettim. Bu post genel itibariyle yönetmenin sanatına ithafen yazılmıştı ancak bazı internet siteleri "Ali Okancı hangi meslektaşını eleştirdi" başlığıyla haber yaptı. Yazdığım yazının maalesef sadece bu yönü ortaya çıkarıldı, bu anlamda amacından saptırıldığını belirtmeliyim. Ancak herkes bu yazıdan istediği yönü öne çıkarabilir, gazetecilik de böyle birşeydir diyerek üzerinde fazla durmak istemiyorum.
Gelelim Eduardo konusuna. Celtic ile oynanan şampiyonlar ligi ön eleme maçında kendisini ceza sahasında yere attığı gerekçesiyle Uefa hakkında inceleme başlatmıştı. Hakemin penaltı kararı verdiği pozisyonla ilgili kararlarını bugün açıklayacaklar. Hakemi aldattığı yönünde karar çıkarsa 2 maç oynamama cezası alacak. Arsenal de başta Arsene Wenger olmak üzere itirazlarına devam ediyor. Kulüp sadece bu 3 saniyelik pozisyon için tam 19 sayfalık savunma hazırladı. Bu kadar uzun uzadıya neyden bahsettiler bilemiyorum ama sunumda öne çıkan birkaç noktayı aktarayım. Arsenal kulübü o pozisyonda kaleci Boruc'un Eduardo'ya gerçekten bir temasının olup olmadığının açıklanmasını istiyor öncelikle. Ayrıca Eduardo'nun yerde kaldıktan sonra penaltı beklentisinde olmadığından bahsediyorlar. Eduardo'nun 18 ay önce Birmingham maçında ayağı kırıldığı için bu tür pozisyonlarda hassas olduğunu ve darbelerden kaçmak ya da yere düşerken sakatlanmamak için dikkatli davrandığını söylüyorlar. Eğer darbe yoksa ve Eduardo hassas olduğu için sakatlanmama adına kendini yumuşakça yere bıraktıysa -ki bu bana hiç inandırıcı gelmiyor- bu en nihayetinde hakemi aldatmaya yönelik bir hareket olarak rahatlıkla algılanabilir. Eduardo'yu bu mevzu için yalan makinesine sokamayacaklarına göre ceza alması muhtemel gibi gözüküyor.
Ancak Arsenal bu güzel oyunda sempati kazanmış takımların başında geliyor. Hakemi aldatmaya yönelik hareketler de Uefa'nın en önemli problemlerinden biri. Şimdi tam olarak yaptıklarıysa Arsenalli Eduardo'yu kullanarak bir cadı avı başlatmak. Ama aynı hassasiyeti geçen yıl Liverpool'un Atletico Madrid karşısında 1-0 yenik durumdayken 90+4. dakikada ceza sahasında kendini yere bırakan ve penaltıdan 1 puanı kurtaran Gerrard için de göstermelerini beklerdim.
Gelelim Eduardo konusuna. Celtic ile oynanan şampiyonlar ligi ön eleme maçında kendisini ceza sahasında yere attığı gerekçesiyle Uefa hakkında inceleme başlatmıştı. Hakemin penaltı kararı verdiği pozisyonla ilgili kararlarını bugün açıklayacaklar. Hakemi aldattığı yönünde karar çıkarsa 2 maç oynamama cezası alacak. Arsenal de başta Arsene Wenger olmak üzere itirazlarına devam ediyor. Kulüp sadece bu 3 saniyelik pozisyon için tam 19 sayfalık savunma hazırladı. Bu kadar uzun uzadıya neyden bahsettiler bilemiyorum ama sunumda öne çıkan birkaç noktayı aktarayım. Arsenal kulübü o pozisyonda kaleci Boruc'un Eduardo'ya gerçekten bir temasının olup olmadığının açıklanmasını istiyor öncelikle. Ayrıca Eduardo'nun yerde kaldıktan sonra penaltı beklentisinde olmadığından bahsediyorlar. Eduardo'nun 18 ay önce Birmingham maçında ayağı kırıldığı için bu tür pozisyonlarda hassas olduğunu ve darbelerden kaçmak ya da yere düşerken sakatlanmamak için dikkatli davrandığını söylüyorlar. Eğer darbe yoksa ve Eduardo hassas olduğu için sakatlanmama adına kendini yumuşakça yere bıraktıysa -ki bu bana hiç inandırıcı gelmiyor- bu en nihayetinde hakemi aldatmaya yönelik bir hareket olarak rahatlıkla algılanabilir. Eduardo'yu bu mevzu için yalan makinesine sokamayacaklarına göre ceza alması muhtemel gibi gözüküyor.
Ancak Arsenal bu güzel oyunda sempati kazanmış takımların başında geliyor. Hakemi aldatmaya yönelik hareketler de Uefa'nın en önemli problemlerinden biri. Şimdi tam olarak yaptıklarıysa Arsenalli Eduardo'yu kullanarak bir cadı avı başlatmak. Ama aynı hassasiyeti geçen yıl Liverpool'un Atletico Madrid karşısında 1-0 yenik durumdayken 90+4. dakikada ceza sahasında kendini yere bırakan ve penaltıdan 1 puanı kurtaran Gerrard için de göstermelerini beklerdim.
BOYD TRABZONSPOR'U İSTEMEDİ
Kris Boyd Glasgow Rangers formasıyla çıktığı 100'ün üzerinde maçta 80 küsur gol attı. Sadece Celtic ile Rangers'ın şampiyon olduğu ligde bu kadar iyi bir performans ortaya koyması etkileyici olarak kabul edilebilir mi? Çok abartılmamalı ama iyi bir golcüdür Boyd. Sözleşmesi gelecek yıl sona erecek. Rangers mevcut finansal problemleri yüzünden futbolcularına kontrat uzatma teklifinde bulunamıyor. Gelen teklifleri de mümkün olduğunca değerlendiriyor. Boyd'u da Trabzonspor'un istediği söyleniyordu. The Times da bordo mavililerin ciddi şekilde ilgilendiklerini ancak Boyd'un Rangers'ta kalmak istediğini yazdı. Haberdeki yorumda "Boyd iyi bir teklif aldı. Gitseydi haftada 50.000 paund kazanabilirdi. Ama o kalmayı tercih etti, en azından Ocak ayına kadar" denildi. Trabzsonspor 2 milyon euro önerdiği Rangers'la anlaşmaya bile varmış. Daha fazlasını da aslında hak eder ama Rangers'ın sıkıntısı büyük anlaşılan. Buna rağmen 26 yaşında olan İskoç, kariyerinin bu döneminde düşünmemiş ayrılmayı.
31 Ağustos 2009 Pazartesi
TRANSFERİN SON GÜNÜNDE
* Galatasaray Caner Erkin'i sezon sonunda bonservisini satın alma opsiyonuyla bir yıllığına kiraladı.
* Bursaspor, İskoçya'nın Glasgow Rangers takımının 19 yaşındaki genç forveti İsa Bağcı ile 3 yıllık sözleşme imzaladı.
* Ribery Bayern'de kaldı en nihayetinde. En azından Ocak ayına kadar.
* Lyonlu İtalyan sol bek Grosso Juventus'a transfer oldu.
* Sporting Lizbon Valencia'dan orta saha oyuncusu Miguel Angel Angulo'yu kadrosuna kattı.
* Düzeltme: Barcelona Brezilyalı defans oyuncusu Henrique'yi Leverkusen'den sonra Racing Santander'e kiraladı.
* Barcelonalı Gudjohnsen Monaco yolunda. Transfer sezonu bitene kadar bu transferin de gerçekleşmesi bekleniyor. Yenileme: İzlandalı gelecek 2 yıl için Monaco'da.
* Barcelona Chygrynskiy'e sözleşme imzalatarak transferi bitirdi.
* John Terry Chelsea ile olan sözleşmesini 5 yıl daha uzattı. Bu onun futbolu Londra ekibinde bitireceği anlamına da gelir. Artık tamamiyle Chelsea'nin bayrak adamıdır. Haftada 150.000 paund kazanacak, başka bir deyişle yaklaşık 350.000 TL.
* Real Madrid, Celta Vigo'nun genç golcüsü Jose Luis Mato'yu aldı. Ancak 19 yaşındaki futbolcu Celta'da kiralık olarak oynamaya devam edecek.
* Getafe, Real Madrid'in defans oyuncusu Miguel Torres'i transfer etti. Torres, Real Madrid'in altyapsının ardından Michel'le tekrar çalışma fırsatı bulacak.
BEŞİKTAŞ TARAFTARI VE TRANSFERLER
0-0 biten Gaziantepspor maçının ardından Beşiktaş yönetimine tepkiler artıyor. Çoğu taraftar Turkcell Süper Lig ve Türkiye Kupası şampiyonu olan takımlarının ligde gösterdikleri performanstan ve yönetimlerinin izledikleri transfer politikasından hiç memnun değiller. Şu aşamada da memnun olmaları mümkün gibi gözükmüyor. 4 haftada alınan 1 galibiyet ve 3 beraberlik ile ortaya koyulan futbol camianın içinde çoğu kesimi tatmin etmiyor. Bu da taraftarın ayrı, yönetimin ayrı gerilmesine sebep oluyor. İki tarafın ortak paydası da sanıyorum yaklaşan şampiyonlar ligi maçları. İlk maçın kendi sahalarında son 2 yılın finalisti(1'ini kazandı) M.United'la olması ve bu maçtan 3 gün önce de Galatasaray ile lig maçına çıkacak olmaları endişeleri artırıyor.
Taraftar gözünden bakalım. Bazıları büyük tepkiler gösterdi Antep maçından sonra, hatta "Kombinelerimizi Tabata'yı transfer edin diye almadık" yazan pankartlar açanlar da oldu. Şimdi kalkıp "Taraftarlık takımlarını kayıtsız şartsız desteklemektir, iyi günde kötü günde tam destek vermektir. Böyle tepki göstermekte pek de haklı değiller. Kombinelerini transfer için değil, takımlarını stada gidip ateşlemek için almalılar" diyenler de çıkabilir. Beşiktaş taraftarı bu şekilde düşünenler için olması gerekeni yansıtan, en iyi örneklerin biridir. Her zaman takımlarına en çok destek veren, iyi gününde olduğu gibi kötü gününde de yanında olan taraftar kitlelerinin başında gelmişlerdir. Ancak artık önemli bir noktayı kaçırmamak gerekiyor. Mevcut futbol yapısının içinde artık kombine ya da bilet alıp stada giden, üzerine resmi ürünlerini giyip, takan insanlara sadece taraftar gözüyle bakamazsınız. Çünkü onlar artık birer müşteri. Onları müşteri haline dönüştüren de bizzat futbolumuzun içindeki yöneticiler. En somut örnekle, Yıldırım Demirören, Aziz Yıldırım, Adnan Polat ve muadilleri. Adnan Polat çıkıp "Fenerbahçe'nin kurumsallaşma adına bizi geçmesini kabullenemiyorum. Taraftarımız bu konuda bize destek vermeli" diyebiliyor, Ali Koç'un dünkü maçın ardından 2. cümlesi de, "Taraftarımıza teşekkür ediyorum. Adnan Polat'ın bu şekilde konuşması doğru yolda olduğumuzu gösteriyor" olabiliyorsa, kimse kusura bakmasın Beşiktaş taraftarının geçen 3 aylık sürede beklenen transferlerin yapılmamasına bu şekilde tepki göstermesi de gayet doğaldır. Bazı yöneticilerin Ronaldo transferini bile gölgede bırakacak bir transfer yapacağız vaadlerinin ardından transferi eline yüzüne bulaştıran, transfer döneminin bitimine birkaç gün kala sıkışmışlığın, çaresizliğin verdiği psikolojiyle Gaziantepspor'dan Tabata'yı 8 milyon euro'ya transfer eden yönetimlerini eleştirmeyecekler de ne yapacaklar. Hem kendi yönetimleri bile bu konuda ikiye bölünmüşken. Tabata iyi transferdir, Beşiktaş'a yararlar sağlayacaktır, buna katılırım ama geç kalınmıştır ve olması gerekenden fazla para ödenmiştir.
Gelelim Yıldırım Demirören'in 2004 Mayıs ayında kulübün başkanlık koltuğuna oturduktan sonra yapılan transferlere harcanan rakamlara. Bu sezon genelde 3 büyük kulübün başkanlarının hedefi olan şampiyonluğa Demirören döneminde sadece 1 kez ulaşabilen Beşiktaş kaç transfer yapmış, kaç futbolcu almış vermiş mevzusuna girmeyeceğim. Çünkü bu konuya girersem içinden çıkamam. O yüzden transferlere harcanan rakamlar üzerinden gideceğim.
2004-2005 sezonunda transfere 13.700.000 euro harcanmış. Futbolcu transferinden elde edilen gelir 0.
2005-2006 sezonunda transfere 9.100.000 euro harcanmış. Yine futbolcu transferinden elde edilen gelir 10.750.000 euro. Kulübün kasasına 1.650.000 euro girmiş.
2006-2007 sezonunda transfere 15.800.000 euro harcanmış. Futbolcu transferinden elde edilen gelir 2.650.000 euro. Kulübün kasasından çıkan rakam 13.150.000 euro.
2007-2008 sezonunda transfere 11.050.000 euro harcanmış. Futbolcu transferinden elde edilen gelir 1.600.000 euro. Kulübün kasasından çıkan rakam 9.450.000 euro.
2008-2009 sezonunda transfere 16.550.000 euro harcanmış. Futbolcu transferinden elde edilen gelir sadece 800.000 euro. Kulübün kasasından çıkan rakam 15.750.000 euro.
2009-2010 sezonunda transfere 23.370.000 euro harcanmış. Futbolcu transferinden elde edilen gelir 0.
Bu rakamları topladığınızda Beşiktaş'ın 6 sezonda futbolcu transferlerine harcadığı rakamın 89.570.000 euro olduğunu görürsünüz. Kazandığı rakam ise 15.800.000 euro. Yani Beşiktaş'ın toplamda kasasından çıkan rakam 73.950.000 euro. Buna futbolculara verdiğiniz yıllık ödemeleri de eklerseniz ortaya sanırım yaklaşık 100 milyon euro civarında bir rakam çıkıyor. Beşiktaş bu 6 yıl içinde karlı kapattığı tek sezonu da John Carew'i aldığından fazlasına satarak elde etmiştir(Carew şu an bu takımda olsaydı Beşiktaş'ı yine ligin zirvesinde görebilirdik bence, o da ayrı bir ironidir). Bu rakamın büyük bir bölümünün Yıldırım Demirören'in cebinden çıktığı ve eninde sonunda o parayı almadan koltuğu bırakmayacağı söylenir durur. Yine büyük bir bölümü de Beşiktaş taraftarının cebinden çıkmıştır. O halde onlar da hakettiklerini mutlaka almalıdır.
Not: Rakamların kaynağı transfermarkt.de. Karşı çıkan ve daha doğru bilgiye sahip olanlar varsa yayınlarım...
Taraftar gözünden bakalım. Bazıları büyük tepkiler gösterdi Antep maçından sonra, hatta "Kombinelerimizi Tabata'yı transfer edin diye almadık" yazan pankartlar açanlar da oldu. Şimdi kalkıp "Taraftarlık takımlarını kayıtsız şartsız desteklemektir, iyi günde kötü günde tam destek vermektir. Böyle tepki göstermekte pek de haklı değiller. Kombinelerini transfer için değil, takımlarını stada gidip ateşlemek için almalılar" diyenler de çıkabilir. Beşiktaş taraftarı bu şekilde düşünenler için olması gerekeni yansıtan, en iyi örneklerin biridir. Her zaman takımlarına en çok destek veren, iyi gününde olduğu gibi kötü gününde de yanında olan taraftar kitlelerinin başında gelmişlerdir. Ancak artık önemli bir noktayı kaçırmamak gerekiyor. Mevcut futbol yapısının içinde artık kombine ya da bilet alıp stada giden, üzerine resmi ürünlerini giyip, takan insanlara sadece taraftar gözüyle bakamazsınız. Çünkü onlar artık birer müşteri. Onları müşteri haline dönüştüren de bizzat futbolumuzun içindeki yöneticiler. En somut örnekle, Yıldırım Demirören, Aziz Yıldırım, Adnan Polat ve muadilleri. Adnan Polat çıkıp "Fenerbahçe'nin kurumsallaşma adına bizi geçmesini kabullenemiyorum. Taraftarımız bu konuda bize destek vermeli" diyebiliyor, Ali Koç'un dünkü maçın ardından 2. cümlesi de, "Taraftarımıza teşekkür ediyorum. Adnan Polat'ın bu şekilde konuşması doğru yolda olduğumuzu gösteriyor" olabiliyorsa, kimse kusura bakmasın Beşiktaş taraftarının geçen 3 aylık sürede beklenen transferlerin yapılmamasına bu şekilde tepki göstermesi de gayet doğaldır. Bazı yöneticilerin Ronaldo transferini bile gölgede bırakacak bir transfer yapacağız vaadlerinin ardından transferi eline yüzüne bulaştıran, transfer döneminin bitimine birkaç gün kala sıkışmışlığın, çaresizliğin verdiği psikolojiyle Gaziantepspor'dan Tabata'yı 8 milyon euro'ya transfer eden yönetimlerini eleştirmeyecekler de ne yapacaklar. Hem kendi yönetimleri bile bu konuda ikiye bölünmüşken. Tabata iyi transferdir, Beşiktaş'a yararlar sağlayacaktır, buna katılırım ama geç kalınmıştır ve olması gerekenden fazla para ödenmiştir.
Gelelim Yıldırım Demirören'in 2004 Mayıs ayında kulübün başkanlık koltuğuna oturduktan sonra yapılan transferlere harcanan rakamlara. Bu sezon genelde 3 büyük kulübün başkanlarının hedefi olan şampiyonluğa Demirören döneminde sadece 1 kez ulaşabilen Beşiktaş kaç transfer yapmış, kaç futbolcu almış vermiş mevzusuna girmeyeceğim. Çünkü bu konuya girersem içinden çıkamam. O yüzden transferlere harcanan rakamlar üzerinden gideceğim.
2004-2005 sezonunda transfere 13.700.000 euro harcanmış. Futbolcu transferinden elde edilen gelir 0.
2005-2006 sezonunda transfere 9.100.000 euro harcanmış. Yine futbolcu transferinden elde edilen gelir 10.750.000 euro. Kulübün kasasına 1.650.000 euro girmiş.
2006-2007 sezonunda transfere 15.800.000 euro harcanmış. Futbolcu transferinden elde edilen gelir 2.650.000 euro. Kulübün kasasından çıkan rakam 13.150.000 euro.
2007-2008 sezonunda transfere 11.050.000 euro harcanmış. Futbolcu transferinden elde edilen gelir 1.600.000 euro. Kulübün kasasından çıkan rakam 9.450.000 euro.
2008-2009 sezonunda transfere 16.550.000 euro harcanmış. Futbolcu transferinden elde edilen gelir sadece 800.000 euro. Kulübün kasasından çıkan rakam 15.750.000 euro.
2009-2010 sezonunda transfere 23.370.000 euro harcanmış. Futbolcu transferinden elde edilen gelir 0.
Bu rakamları topladığınızda Beşiktaş'ın 6 sezonda futbolcu transferlerine harcadığı rakamın 89.570.000 euro olduğunu görürsünüz. Kazandığı rakam ise 15.800.000 euro. Yani Beşiktaş'ın toplamda kasasından çıkan rakam 73.950.000 euro. Buna futbolculara verdiğiniz yıllık ödemeleri de eklerseniz ortaya sanırım yaklaşık 100 milyon euro civarında bir rakam çıkıyor. Beşiktaş bu 6 yıl içinde karlı kapattığı tek sezonu da John Carew'i aldığından fazlasına satarak elde etmiştir(Carew şu an bu takımda olsaydı Beşiktaş'ı yine ligin zirvesinde görebilirdik bence, o da ayrı bir ironidir). Bu rakamın büyük bir bölümünün Yıldırım Demirören'in cebinden çıktığı ve eninde sonunda o parayı almadan koltuğu bırakmayacağı söylenir durur. Yine büyük bir bölümü de Beşiktaş taraftarının cebinden çıkmıştır. O halde onlar da hakettiklerini mutlaka almalıdır.
Not: Rakamların kaynağı transfermarkt.de. Karşı çıkan ve daha doğru bilgiye sahip olanlar varsa yayınlarım...
30 Ağustos 2009 Pazar
30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN
O, daha 18 yaşındaydı.
O, harbin ortasında 2 saatlik uykusundan fedakarlık yaparak serçe parmağı kadar kurşun kalemiyle ufacık bir saman kağıdına anasına, yarine olan hasretini, sevgisini, özlemini yazmaya çalışandı.
O, sırtında 30 kiloluk çantası, üstünde yırtık dökük, yamalı üniforması, ayağında sağı solu patlamış bir postal ve elinde her an teklemeye müsait tüfeğiyle, günlerdir yediği 2 kuru ekmek parçasının verdiği güçle, sağından solundan geçen kurşun ve top mermilerine rağmen düşman siperlerine doğru ilerleyendi.
O, düşman askeriyle burun buruna çarpışırken ufacık bir hatasının sonucu düşmanın soğuk süngüsü karnına girip organlarını parçalarken son nefesini anasını, yarini, vatanını, toprağını, ayyıldızlı bayrağını düşünerek verendi.
O, benim dedemin dayısıydı.
Ecdatlarınızı unutmayınız! Hepsine Allah'tan gani gani rahmet diliyorum!..
O, harbin ortasında 2 saatlik uykusundan fedakarlık yaparak serçe parmağı kadar kurşun kalemiyle ufacık bir saman kağıdına anasına, yarine olan hasretini, sevgisini, özlemini yazmaya çalışandı.
O, sırtında 30 kiloluk çantası, üstünde yırtık dökük, yamalı üniforması, ayağında sağı solu patlamış bir postal ve elinde her an teklemeye müsait tüfeğiyle, günlerdir yediği 2 kuru ekmek parçasının verdiği güçle, sağından solundan geçen kurşun ve top mermilerine rağmen düşman siperlerine doğru ilerleyendi.
O, düşman askeriyle burun buruna çarpışırken ufacık bir hatasının sonucu düşmanın soğuk süngüsü karnına girip organlarını parçalarken son nefesini anasını, yarini, vatanını, toprağını, ayyıldızlı bayrağını düşünerek verendi.
O, benim dedemin dayısıydı.
Ecdatlarınızı unutmayınız! Hepsine Allah'tan gani gani rahmet diliyorum!..
PUMA'NIN ADIDAS'A GOLÜ
Bir takım sezon açarken ya da herhangi bir stat açılışında bizde Başbakan ya da Meclis Başkanı yapar genelde başlama vuruşlarını. İspanyollarsa bugünlerde dünyanın en popüler sporcusu olan Bolt'a yaptırmışlar sezonun ilk vuruşunu. Genelleme yapmak istemiyorum ama bu durum herşeyi ortaya koyuyor. İspanya ile Türkiye arasındaki futbola ve spora olan bakış açısı için güzel bir örnek. Bizde futbol üzerindeki devlet gölgesi zaman zaman kendisini hissettirir, ondan nemalanmaya çalışırken adamlar karnaval havasında eğleniyor. En nihayetinde Real Madrid'in evinde ilk dokunuşu Kral'a da yaptırabilirlerdi. Bu arada herşeyi geçtim de Adidas'ın evinde Puma'nın attığı bu gol nedir yahu!
Bu arada Pellegrini'yi maç sırasında saha kenarına gelip oyuncularına talimat verirken kaç kez gördük? 90 dakika boyunca birkaç kez sanırım. Hayır zaten talimat verecek bir duruma da yok gibi. Sahada bir servet(yaklaşık 350 milyon euro) top peşinde koştururken kalkıp ne söyleyebilirsiniz ki?! Hani öyle bir durum var ki, Pellegrini ile araları bozuk olsa "Otur len oturduğun yere, maçını izle işte, bu kadar yıldızı en güzel yerden sen izliyorsun, kıymetini bil" diyebilecek güce sahipler. Zor Pellegrini'nin işi gerçekten zor...
Bu arada Pellegrini'yi maç sırasında saha kenarına gelip oyuncularına talimat verirken kaç kez gördük? 90 dakika boyunca birkaç kez sanırım. Hayır zaten talimat verecek bir duruma da yok gibi. Sahada bir servet(yaklaşık 350 milyon euro) top peşinde koştururken kalkıp ne söyleyebilirsiniz ki?! Hani öyle bir durum var ki, Pellegrini ile araları bozuk olsa "Otur len oturduğun yere, maçını izle işte, bu kadar yıldızı en güzel yerden sen izliyorsun, kıymetini bil" diyebilecek güce sahipler. Zor Pellegrini'nin işi gerçekten zor...
MAÇ YAYINCILIĞI VE SPİKERLİĞİ
Ülkemiz naklen maç yayıncılığı ve spikerliği konusunda Avrupa ülkelerinin birkaç adım gerisinde maalesef. Naklen maç yayıncılığında özellikle Almanlar ve İspanyollar aşmış durumda. Onları İngilizler ve Fransızlar takip ediyor bana göre. Bu ülkelerdeki yönetmenler ellerindeki kameralarla ve önlerindeki düğmelerle tam anlamıyla bir sanat icra ediyorlar. Bunun en güzel örneklerinden birini M.United-Arsenal maçında yaşadık. Karşılaşmayı Arsenal 1-0 önde götürürken ikinci yarıda Giggs'in attığı derin topa savunmanın arkasına sarkan Rooney ve Arsenal kalecisi Almunia birlikte hareketlendi. Ceza sahasında kalenin sol çaprazındaki topa Rooney salise farkıyla Almunia'dan önce dokundu ve yerde kaldı. Dokunduğu top saatte 80-90 km hızla heralde auta çıkmıştı ancak hakem Mike Dean penaltı noktasını gösterdi. Maçın yönetmeni değişik açılardan pozisyonu ekranlara taşıdı. Tekrar gösterimlerde Rooney'nin bana göre kendini yere bıraktığı çok net bir şekilde anlaşılıyordu. Yönetmen de benim ve belki de bu maçı izleyen milyonlarca insan gibi aynı şeyi düşünmüş olacak ki ne yaptı biliyor musunuz? Sanatını konuşturdu. Nasıl mı? Rooney'nin yerde kaldığı pozisyonun tekrarını ekrana getirdikten hemen sonra Arsenal yedek kulübesinde oturan Eduardo'yu yakın çekimde gösterdi. Yönetmen iki görüntüyü arka arkaya getirerek bizlere birşey anlatmaya çalışıyordu. Neyi mi? Haftaiçinde oynanan Arsenal-Celtic şampiyonlar ligi ön eleme maçında Eduardo kendini ceza sahasında yere bırakmış ve hakem penaltı noktasını göstermiş, Arsenal da penaltıdan golü bulmuştu. Maçın ardından Uefa pozisyonun video görüntülerini incelemeye aldı. Eduardo kendini gerçekten yere atmış mı atmamış mı bunu inceliyorlar ve salı günü kararlarını açıklayacaklar. Eğer attığına kanaat getirirlerse Eduardo'ya 2 maç oynamama cezası verilecek ve Arsenal'in 2 şampiyonlar ligi maçında görev yapamayacak. Ada'da bu maç öncesinde 2 gündür bu konu ve Arsene Wenger'in Uefa'ya verecekleri karar öncesi çıkışması gündemi oluşturuyordu. İşte yönetmen sadece 10 saniye içinde bize tüm bunları anlattı. "Etme bulma dünyası" dedi. "Sen yaparsan aynısı senin takımının da başına gelir" dedi. Ama kuşkusuz bu detayı maçı izleyen İngilizler dışında herkesin bilmesine imkan yoktu(Avrupa futbolunu yakından takip edenleri ayrı tutuyorum). İşte o noktada devreye maçı anlatan spiker girecek ve yönetmenin anlatmak istediklerine tercüman olacaktı. Ama belli ki bu maç öncesi Ada'da ne oluyor, ne bitiyor haberi yoktu. İnternetten girip de birkaç gazetenin manşetlerine bakmamıştı. Halbuki dersine çok iyi çalışmış olsa bu detayı kaçırmayacak ve güzel bir bilgiyle bizleri donatacaktı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)