21 Şubat 2009 Cumartesi

ARSHAVIN'İMİZ SAHADA

İŞTE O TARİHİ AN

6 Kasım 1986. Alex Ferguson İskoç Aberdeen'e çalıştığı 8 yılda tarihinin en başarılı dönemini yaşatmış, birçok kupa kazandırmış ve ardından Old Trafford'un yolunu tutmuş. Ferguson'un solunda M.United Başkanı Martin Edwards, sağında yönetici Mike Edelsom oturuyor. Ferguson "M.United Aberdeen'i bırakmamı sağlayacak tek kulüptü. Eğer gelmeseydim hayatımın geri kalanında pişmanlıkla yaşardım" demişti. Aradan geçen 22 yılı aşkın sürede ne Ferguson ne de United taraftarı pişman oldu. İşte Sir Ferguson'un ne kadar doğru bir karar verdiğini gösteren rakamlar;

10 Premier Lig şampiyonluğu
5 FA Cup Şampiyonluğu
2 Lig Kupası
8 Charity/Community Shield Kupası
2 Şampiyonlar Ligi
1 Kupa Galipleri Kupası
1 Uefa Süper Kupası
1 Intercontinental Cup
1 FIFA Dünya Kulüpler Kupası

20 Şubat 2009 Cuma

RIHANNA'YA KALKAN ELLER KIRILSIN

Rihanna'nın erkek arkadaşı şarkıcı Chris Brown tarafından 7 Şubat'ta dövüldüğü haberleri yayılmıştı. İkili bu yüzden 8 Şubat'taki Grammys ödül törenine katılmamıştı. Brown Los Angeles polisine teslim olduktan sonra 50.000 dolar kefaletle serbest bırakılmıştı. Soruşturma sürerken bugün Rihanna'nın dayak yedikten sonraki fotoğrafları basına düştü. Kızı ne hale sokmuş herif! O günden beri Barbados'da ailesinin yanında kalıyormuş kızcağız, psikolojisi bozulmuş. "Kadınlara kalkan eller kırılsın" grubu olarak Chris Brown'ı kınıyoruz!

FERGUSON MYKONOS'TA

Pennearabiata onurla sunar. Bu fotoğraf Türkiye'de ilk kez bir futblogda yayınlanıyor. Sir Alex Ferguson, çıplaklarıyla ünlü Yunan adası Mykonos'daki Paradise Plaj'da geçen yaz tatil yaparken. Elime başka fotoğraflar da geçti ama ayıp olduğu için yayınlamıyorum.

22:15 itibariyle update: Arkadaşlar fotoğraftaki Alex Ferguson. Ama tabiki adam bu fotoğrafta çıplak falan değil. Ayrıca Mykonos'ta falan da değil. Zaten dikkat ediyorsanız Ferguson çıplak da demiyorum. Elimde başka resimler var diyerek de olayın üzerindeki gizemi arttırıyorum sadece. Anlayacağınız bu post biraz mizahi bir yaklaşımın ürünü. Bu blogta ciddi yazılara yer verildiği gibi, esprili, mizahi konulara da yer veriyoruz. Blog'taki misyonumuz sürekli futbolun ciddi unsurlarını anlatmak değil, futbolun değişik enstrümanlarını kullanarak eğlendirmek, eğlenmek aynı zamanda. Ama bazı adını bile yazma cesareti gösteremeden yorum yapanlar bu post'u kalkıp bizim mesleki kariyerimizle, karakterimizle bağdaştırıyorlar. Onlara burdan selamlarımı yolluyorum. Ekrandaki Ali Okancı işini ciddiyetle yapan, tarafsızlığını ve çizgisini koruyan biridir. Bizi gerçekten bilenler iyi bilir. Böyle biline!..

BENJAMIN, CHARLIE VE YÜCEL

Ne güzel, ne bereketli bir hafta geçiriyoruz. Spor dünyasından üstüste doğum haberleri geliyor. Agüero baba Maradona dede olurken bebeğin ismini de "Benjamin" koymuşlar. Geçtiğimiz günlerde de ünlü golfçü Tiger Woods'un oğlu olmuştu. Bebeğe "Charlie" ismini vermişler. Lost karakterlerinin isimleri birer birer yeni doğan bebeklere verilirken(!) seriyi atletizm dünyasından Süreyya Ayhan - Yücel Kop ikilisi bozdu. Oğlana babanın ismini (Yücel) koymuşlar. Halbuki "Sayid" koysalar hem Türkçe'ye de uyardı hem de seriyi devam ettirirlerdi. Allah analı babalı büyütsün ne diyelim! Süreyya "oğlumun bu şartlarda Türkiye'de atlet olmasını istemiyorum" demiş.



SIR BOBBY ROBSON

Sir Bobby Robson 5. kez kanser illetiyle mücadele ediyor. Robson'ın en son geçen Mart ayında kansere yakalandığı açıklanmıştı. Robson hem kanserle mücadele ediyor hem de diğer kanser hastalarının tedavileri için çalışmalar yapıyor. Bir kanser birimi oluşturmak üzere 500.000 sterlin bağış toplamak için yola çıkmış ve bu miktarı 7 hafta içinde toplamıştı. Robson şu ana kadar kanserle mücadele araştırmaları için 1.2 milyon sterlinden fazla bağış topladı. 76 yaşındaki efsane futbolcu ve teknik adam bunun 300.000 sterlininin doktor ve hemşireleri finanse etmek için harcanacağını söyledi. Robson'ın topladığı bağışlarla Newcastle'daki Freeman Hastanesi'nde Sir Bobby Robson Kanser Araştırma Merkezi kuruldu. Robson'ın girişimi için en son bağışta bulunan kişi ise İngiltere Futbol Federasyonu adına milli takım menajeri Fabio Capello. FA'in yaptığı bağış miktarı ise 75.ooo sterlin. Koskoca İngiltere Futbol Federasyonu 75.000 sterlin mi bağışlıyor peki? Acaba İngiltere'de tv kanalları ünlüleri toplayıp yardım gecesi(!) düzenlemiyor mu? Bizim Acun bile bir programda daha fazla bağışlıyor. Neyse yine asıl konudan(!) uzaklaştık. Capello "Robson bir futbol efsanesidir sadece İngiltere'de değil tüm dünyada." derken, Robson da "Capello çok zorlu bir koltukta oturuyor. İşleri çok yoğun, bize vakit ayırabildiği için çok mutluyum. Vakfımız için onur verici bir gün" demiş. 1996-97 sezonunda Capello Real Madrid'i Robson'ın çalıştırdığı Barcelona'nın 2 puan önünde şampiyonluğa taşımıştı.

MEIRA'NIN GELECEĞİ ZENIT'TE Mİ?

Bugün birçok gazetede ve internet sitesinde Fernando Meira'ya Zenit kulübünün talip olduğu yazılıyor. Sabah gazetesi kaynağı "Sovietski Sport" gazetesi olarak gösteriyor ve Zenit'in 4.7 milyon euro önerdiğini yazıyor. Milliyet gazetesi ise haberi İspanya muhabiri Mehmet Çiftçi'nin imzasıyla "Sovietski Deporte" gazetesini kaynak göstererek veriyor ve Zenit'in 6 milyon euro teklif ettiğini yazıyor. Aslında iki gazete de aynı gazeteyi kaynak gösteriyor. Deportes İspanyolca spor anlamına geldiği için Mehmet Çiftçi kaynağı da "Sovietski Deporte" diye veriyor. Şimdi bu durumda akıllara şu geliyor. Sabah ve Milliyet aynı gazeteyi kaynak gösterirken bonservis bedeli için biri 4.7 milyon euro, diğeri 6 milyon euro nasıl diyebiliyor?

Neyse efendim iki gazetenin birleştiği bir nokta var; Zenit teknik direktörü Advocaat'ın Meira'yı çok istediği. Rus ekibinin önliberosu Tymoshchuk önümüzdeki sezon Bayern Münih forması giyecek. Advocaat da O'nun yerine arayışlara başladı ve bu yüzden Meira'yı istediği söyleniyor. Portekizli futbolcunun Galatasaray'da önliberoda faydalı olamadığını görmüştük. 7 yıl formasını giydiği Stuttgart'ta da en iyi olduğu mevkide defansın ortasında oynamıştı. Ben şahsen Zenit'te Meira'nın Tymoshchuk'un yerini doldurabileceğine inanmıyorum. Ukraynalı futbolcu son iki sezondur mevkisinin en iyi futbolcularından biri. Bir dinamo gibi çalışıyor, hem defansa hem forvete bitmek tükenmek bilmez enerjisiyle çok faydalı oluyor. Çıtayı çok yükseltmiş, takımının gerçek lideri olan bir isim. Meira'nın ki performansında son dönemde bir düşüş olduğunu düşünüyorum, Zenit'te Advocaat'ın beklentilerini tam anlamıyla karşılayamaz.

Ama 4.7 ya da 6 milyon euro, ikisi de çok iyi para Meira için. Gerçekten Zenit bu paraları teklif ediyorsa Galatasaray Meira'yı hiç düşünmeden vermeli. Paslanan Emre Güngör'e de yer açılmalı Galatasaray'da.

19 Şubat 2009 Perşembe

HARRY & RUBY KEWELL

Galatasaray'lıların Daddy Cool'u Harry Kewell ve güzeller güzeli kızı Ruby. Bu ve benzeri kareler 90'ların sonunda Galatasaray'ın başarısındaki önemli noktalardan biriydi. Şu an aklıma ilk gelen ise Kewell'ın dün akşam 6 pastan topu ağlara gönderemediği pozisyon.

HILLSBOROUGH FACİASI

Liverpool kulübü Uefa'ya Şampiyonlar Ligi'nde oynayacakları çeyrek final rövanş maçını 15 Nisan'da oynatmaması için talepte bulundu. İngiliz kulübünün böyle bir talepte bulunmasının sebebi Hillsborough faciasının 20. yılını anmak istemesi. Peki 20 yıl önce faciaya adını veren Hillsborough Stadı'nda neler yaşanmıştı? Bir hatırlamakta fayda var.

Sheffield Wednesday'in stadı olan Hillsborough stadı 15 Nisan 1989'da Liverpool ile Nottingham Forest arasındaki FA Cup yarı final maçına evsahipliği yapıyordu. Hillsborough Stadı'nda süregelmiş üzere büyük maçlarda rakip taraftarlar ayrı yerlerde oturuyordu. Liverpool'lu taraftarlar Leppings Lane End bölümüne alınacaklardı. Maç öncesi hem radyodan hem tvden hem de stat etrafında yoğun katılımın olacağı düşünüldüğünden sürekli uyarılar yapılıyor, bileti olmayanların stada girmek için zorlamamaları ve bileti olanların da maç başlamadan en geç 15 dakika önce yerlerini almaları isteniyordu. Maç yerel saatle 15:00'te başlayacaktı. Liverpool'lu taraftarlar maçtan yarım saat önce turnikelerin önünde toplanmaya ve içeri girebilmek için acele etmeye başladılar. Dar bir yerden girmeye çalışan taraftarlar yığının artmasına yol açtı. Bu arada önde bulunan ve içeri girmelerine izin verilmeyen taraftarlar alanı terkedemiyordu çünkü arkalarında stada girmek isteyen büyük bir kalabalık onlara engel oluyordu. Bu arada futbolcular sahaya çıkmış, içerdeki taraftarların çığlıkları ve bağırmaları dışarıda duyulmaya başlanmıştı. Dışarıda binlerce taraftar içeri girmeye çalışmasına rağmen hakem maçı başlatmış ve çığlıklar daha da yükselmişti.

Bu sırada genç bir çocuk stadın dışındaki duvarın yanındaki büfenin üzerine çıkmıştı. Polisler bu kişiyi dışarı çıkarmak için kapılardanbirini açınca 20 kadar kişi paldır küldür içeri girmeye çalıştı. Polisler bu kişileri dışarıya çıkarmaya çalışırken yaklaşık 5000 kişilik bir grup turnikelerden geçmeye çalışıyordu. Aşırı yığılmadan dolayı insanlar ezilmeye başlamıştı ve polis onları kontrol etmekte güçlük çekiyordu. Çareyi C Kapısını açmakta buldular ve bu hamlenin ardından facia yaşanmaya başladı.

Stada girmek için adeta birbirlerini ezen taraftarlar dar bir tünelden geçerek tribüne girmeye çalışıyordu. Ancak arkadan gelen taraftarlar olağanca güçleriyle öndekileri itince insanlar tribün önlerindeki demir parmaklıklarda sıkışmaya başladı. İnsanlar çığlık atarak ezilmeye başladı. Bu sırada maç devam ediyordu. Şanslı olanlar tel örgülere tırmanıyor, şanssızlarsa altta kalarak çığlık atarak can veriyordu. Hakem 6. dakikada bu durumun farkına vardı ve maçı durdurdu. Bu sırada güvenlik görevlileri sahaya açılan ufak bir kapıyı açtılar. Yine binlerce insanın arasında şanslı olan bazıları bu kapıdan kendilerini saha içine attılar. Sonunda yaşanan yığılmaya demir parmaklıklar daha fazla dayanamadı ve yıkıldı. O gün orada 94 kişi hayatını kaybetti. 766 kişi yaralandı, 300 kişi hastaneye kaldırıldı. Olaydan 4 gün sonra 14 yaşındaki Lee Nicol, tam 4 yıl sonra da girdiği komadan çıkamayan Tony Bland hayata gözlerini yumdu. O günkü facianın bilançosu 96 ölüydü ve hepsi Liverpool taraftarıydı. Polis ya da steward'lar önceden böyle bir durumun olabileceğini anlayabilir ve sahaya açılan demir parmaklıkları açarak insanların ezilmesine engel olabilirdi ama bunu neden yapmadıkları hiçbir zaman tam olarak açıklanmadı.

Olaydan sonra Lord Justice Taylor bir soruşturma başlattı. 31 gün süren bu soruşturmanın ardından 2 rapor yayınlandı. İlkinde o gün yaşananların sebepleri anlatılırken ikincisinde genel stadyum güvenliği hakkında tavsiyeler yer aldı. Bu rapor "Taylor raporu" olarak anıldı. Bunun neticesinde sahayı çevreleyen tüm tel örgülerin ya da demir parmaklıkların kaldırılmasına ve tüm tribünlerin koltuklu olmasına karar verildi.

Anfield Stadı'nda Shankly Kapısı'nın yanında ölenlerin isimlerinin yazdığı bir anıt bulunmakta. Ve daha birçok yerde Hillsborough faciasında ölenler adına anıtlar ve yazılar yer alıyor. Bu faciadan 4 gün sonra Milan ile Real Madrid arasında oynanan maçın 6. dakikasında da hakem oyunu durdurmuş ve ölenlerin anısına 1 dakikalık saygı duruşu yapılmıştır. Milanlı taraftarlar saygı duruşu sırasında Liverpool'un "You'll never walk alone" şarkısını söylemeye başlayarak yaşanan duygusal atmosferin daha da artmasını sağlamışlardır.

DUFFY

Duffy Brit ödülleri 2009'da geceyi 3 ödülle kapattı. Favori Cold Play ise eli boş döndü. 24 yaşındaki Duffy geçen mart ayında çıkarmıştı Rockferry albümünü. Galli'den favori şarkımız "Mercy"dir. Kendilerinden vatandaşı Ryan Giggs için sağlam bir şarkı da beklentimizdir.

VALENCIA EN GÜZEL DEPLASMANDA

Al işte bir Figo da Kiev'de. David Villa ile fotoğraf çekilmek(!) için çırpınıyor. Bu Ruslar, Ukraynalılar bir esmer, bir Akdenizli görmeye gelsin zaten.

Dinamo Kiev 1 - 1 Valencia

UEFA GECESİNDEN BİRKAÇ NOT

Zico Cska Moskova'nın başında ilk maçına Aston Villa gibi güçlü bir takımla deplasmanda oynayarak çıktı. Vagner Love'un 14. dakikadaki golüne John Carew ikinci yarıda yanıt verdi. 1-1'lik skor Zico ve ekibi için avantaj.

Metalist Kharkiv'in Beşiktaş ve Galatasaray'dan sonraki kurbanı Sampdoria oldu. İtalyanları deplasmanda 1-0 yendiler. Ne diyeyim Ertuğrul Sağlam'a yazık olmuş.

Galatasaray'ın turu geçmesi halinde rakibi olacak Nec Nijmegen-Hamburg eşleşmesinin ilk maçından deplasmanda Hamburg 3-0 galip ayrıldı. Hollandalı taraftarlar 2-0 yenik duruma düşünce ikinci yarıda sahaya yabancı madde yağdırdılar. Bunlardan biri de hakemin başına geldi. Hem de bayağı sağlam gelmiş, bir sürü kan aktı. Hamburg turu geçer inşallah Galatasaray da. Hamburg deplasmanına gitmek isterim teyzemlerin evi stada 5 dakika.

Milan Bremen deplasmanından 1-1'lik avantajla dönüyor. Inzaghi'nin golüne son anlarda Diego karşılık verdi. Ancelotti Ronaldinho'yu sahaya sürdü hafif sakatlığı olan Beckham'ın yerine. Kiralık star son dakikalarda oyuna girdi ve Alman taraftarlara da şovunu başka türlü(!) yaptı.

BORDEAUX 0 - 0 GALATASARAY


Galatasaray'lı futbolcular yine Avrupa'da farklı olduklarını ortaya koydular. 0-0'lık sonuç avantaj ama tehlikeli bir avantaj. Maçın analizi her yerde yapılıyor. Rövanşta Galatasaray'ın tur için yeterli skoru alacağına inanıyorum. Benim değinmek istediğim konu, Fransız televizyonunun ne kadar iyi bir yayın yaptığı ile ilgili. Türkiye'deki maçlarda hakemin verdiği tartışmalı bir karar, bir faul olabilir, bir ofsayt olabilir, topun çizgiyi geçip geçmediği olabilir, aklınıza ne geliyorsa pozisyon olur bizim kafalarda soru işaretleri oluşur tekrarı görmek isteriz ama oyun tekrar başlar. Biz o sırada tv başında başlarız hakeme ya da futbolcuya sallamaya. Bunu her pozisyon için söylemiyorum ama genelde böyle oluyor. Oyun duracakki o pozisyonun tekrarını görelim. Bazen top oyundan bikaç dakika boyunca çıkmaz böylece biz kafamızda suçluyu daha derinden oluşturmaya ve beynimize yerleştirmeye başlarız. Ama dün her türlü pozisyonda, topun çizgiyi geçip geçmediğinde, Lincoln'ün yerde kaldığı anda, Baros'un sarı kart gördüğü pozisyonda, hakemin alkışlandığı pozisyonda, faullerde, aklınıza gelen her anda Fransız televizyonu slow motion'larla oyunun başlamasını beklemeden 2-3 saniyelik bir sürede ekrana getirdi pozisyonun tekrarını. Biz de tv başında daha sağlıklı bir şekilde yorumlarımızı yapabildik, fikirlerimizi oluşturabildik. Benim merak ettiğim bizdeki yayıncı kuruluşta bu teknik yok mu, yoksa neden getirilmiyor?

18 Şubat 2009 Çarşamba

YA SEYDİ & SERENA WILLIAMS

Fotoğraf Duabi'deki tenis turnuvasından. Arap ağabeyin adını bilmiyorum. Ama Serena Williams ile aralarında keyifli bir sohbet geçtiği belli.

YA SEYDİ:______________________________________

SERENA:_______________________________________

LIVERPOOL'DAN M.UNITED'A OLMAZ BÖYLE BİR GOL

Resimdeki ağabey İngiltere Sheffield'ta yaşayan Stuart Slann adında bir Manchester United taraftarı. Kasım ayında Meksika'da tatil yaparken iki İngiliz'le tanışıyor. Liverpool'lu olduklarını söyleyen arkadaşlarla Slann arasında rekabet üzerine tartışmalar başlıyor. Bazen bu tartışmalar oldukça hararetli geçiyor. Hatta Liverpool'lular işi biraz abartıyorlar ve Slann'ı havuza itiyorlar. Büyük bir şanssızlık eseri Slann'ın bu şaka sırasında ayak bileği kırılıyor.

Ama Liverpool taraftarları bununla da yetinmemekte kararlı. Facebook'ta kendilerine sözümona İskoçya Aberdeen'de yaşayan Emma adında bir kullanıcı oluşturuyorlar ve Slann ile sohbete başlıyorlar. Günler geçtikçe aradaki sohbet koyulaşıyor ve Slann ile Liverpool'luların sahte karakteri Emma arasında büyük bir aşk başlıyor. Slann'in evli olduğunu da ayrıca belirtelim. Derken telefonla konuşmalar ve mesajlaşmaların ardından Slann daha fazla dayanamayıp hayatının aşkı olarak düşündüğü Emma'yı görmek için arabasıyla yola koyuluyor. 9 saatlik bir yolculuğun ardından Emma'nın kendisine verdiği adrese gidiyor. Ama Emma yok. Bir mesaj geliyor telefonuna. Mesajda Emma'nın işten biraz geç çıkacağı yazıyor. Başlıyor bizim enayi beklemeye. Aradan 3 saat geçiyor ve telefonu çalıyor.

Telefondaki ses Liverpool aksanıyla: "Naber tanıdın mı bizi?" diyince Slann'in jeton da düşüyor. Üstüne üstlük Liverpool'lular Slann ile aralarındaki yazışmaları facebook'a, konuşmaları da youtube'a koyuyorlar. Daha boktanı da var. Bunları duyan karısı Slann'ı boşuyor.

Ben böyle gol görmedim. Fenerliler, Cimbomlular, Beşiktaşlılar siz siz olun facebook'ta konuşurken kimseye güvenmeyin!

NECATİ ATEŞ: "ÇOK ŞANSSIZIM"


Necati Ateş Real Sociedad'ta Nihat, Tayfun ve Arif'ten sonra forma giyen son Türk. Necati Sociedad'ın 10 numarası. Şu ana kadar 22 maçta forma giydi ama henüz ağları havalandırmayı başaramadı. Necati'nin dün düzenlediği basın toplantısını dinledim. Kendisinin ve takımın çok şanssız olmasından yakındı. Gol atamamak moralini bir hayli bozuyor olsa gerek. Bundan yaklaşık 4 ay önce Aceto ile yanlış hatırlamıyorsam Futbol Blog'un 2. programında telefonla bağlanmıştık O'na. Takımın golcülerinden Inıgo sakatlanmıştı ve Necati'ye ilk 11 şansı doğmuştu. Ama şu ana kadar eline geçen fırsatı iyi değerlendiremedi.

Ara transferde River Plate'den golcü Sebastian Abreu'yu da transfer ettiler. Uruguaylı futbolcu 4 maç oynadı ve 2 gol attı. Necati'nin ilk 11'de forma bulma şansı da Abreu golleri sıralayınca biraz azaldı. Çünkü teknik direktör Juan Manuel Lillo'nun taktik anlayışında Real Sociedad sahaya tek forvetle çıkıyor. Necati'ye de bunu sordu gazeteciler. Necati de "Hocanın özellikle içerdeki maçlarda çift forvet oynatması gerekiyor. Çünkü maçları hep tek farklı kazanıyoruz. Daha farklı kazanmamız gerekiyor, böylece kendimize de güvenimiz gelir" dedi.

Real Sociedad 2. ligde 24 hafta sonunda 36 puanla liderin 10 puan gerisinde 8. sırada.

KİM BU FUTBOLCU?



Cevap: Fatih Tekke. Tebrikler!

ANILAR "FİGO VE BEN"

Tarih: 7 Haziran 2008
Yer: Cenevre

Euro2008'de gruptaki ilk maçımızda Portekiz'le karşılaşmışız. En azından 1 puanla ayrılmayı düşündüğümüz maçtan 2-0 yenik ayrılınca bizde moraller bozuk. Turnuvaya yenilgiyle başlamak hem takımın hem bizim canımızı fazlasıyla sıkmıştı. Maç sonrasında yaptığımız yayında biraz somurtsak da Okay Karacan'la birlikte önümüzdeki maçlara umutla baktığımızı söylüyoruz ve tebessüm ederek maçın analizini yapıyoruz.

Neyse efendim yayını yaptık saate baktık geç olmuş ama karnımız da deli gibi aç. Grupta benimle birlikte Okay Karacan, Gökmen Özdemir, Ogan Tarhan, muhabir arkadaşım Alp Şengünler ve kameraman arkadaşım Cenk Gülünay da var. Gökmen "Gelin sizi merkezde bildiğim iyi ve lüks bir yer var. Oraya götüreceğim." dedi. Takıldık Gökmen'e bir pasajın içine soktu bizi. Bizim kafalarda pasajın içinde iyi ve lüks bir yer nasıl olurki soruları oluştu ama üst kata çıktığımızda büyük bir terasın olduğunu gördük. Bahçesindeki masalar hava serin olmasına rağmen tıklım tıklım. Gökmen'in dediği kadar varmış. Restoranın adı Lipp. Bir yer bulduk zar zor kendimize. Etleri ve şarapları çok güzelmiş, siparişleri verdik yemeklerimiz geldi. Başladık.

Benim asıl hikaye de asıl şimdi başlıyor. Bir baktım Portekizli eski futbolcular da var restoranda. Hesabı ödediler kalkıyorlar. Eyvah dedim megaloman Figo da aralarında. Beni nerde görse rahatsız etmeden bırakmaz. Şöyle masanın altına bir yere saklanayım, bu adamdan kurtulamam şimdi dedimmmm tam eğilirken görmez mi beni!

"Haydaaaa sıçtık"
"Vayyy baba naber? Yaw Alicim uzun zaman oldu. Seni gördüğüme ne kadar sevindim. Bu arada nasıl koyduk ama!" demez mi?

Çattık mı belaya? "Yaw Figocum allahaşkına canım sıkkın zaten. Gelme üzerime. Şurada güzel güzel yemeğimi yiyeyim. Rahat bırak beni" dedim ama dinlemiyor.

"Gel gel Alicim lütfen, 2 tane atmışız size bu gecenin hatrına bir resim çekilmezsek olmaz. Hem bak içime kendi karikatürümün olduğu tişörtümü de giymişim."

Baktım herif yapıştı rahat bırakmıyor. Bari çekileyim şu fotoğrafı belki bırakır yakamı diye düşündüm.

"Tamam hadi o zaman. Bak ama çekildikten sonra sen de çekip gideceksin tamam mı? Kim çekecek peki?" dedim.

Bizim masadakileri gösterdi. Baktım bizimkilerin hiçbiri hevesli değil.

Okay Karacan "Ya Alicim valla ben uğraşamam. Yemeğimi yiyorum, soğutmayayım" dedi.
Gökmen Özdemir "Alicim Figo için kalkamam şimdi masadan" der gibi baktı.

Döndüm Figo'ya "sizden birileri çeksin" dedim. O sırada bir baktım koştura koştura bir heyecan Fernando Couto ile eski Fenerli Dimas geldi yanımıza.

Couto "Abi ver ben çekeyim, benim için büyük gurur olur" gibi laflar etti Figo'ya. Dimas da "Yok valla ben çekicem, Ali abiyi benim çekmem lazım" falan diye zırvaladı. Neyse çektirdik ben de poz verirken yalandan gülümsemeye çalıştım. Ama delikanlı çocukmuş, sözünü tuttu beni rahat bıraktı sonra. Hatta Couto ile Dimas da çektirmek istedi ama "Yok yok Ali Bey'i daha fazla sıkmayalım. Hadi düşün önüme gidiyoruz. Teşekkürler Alicim kendine iyi bak. İnşallah gruptan çıkarsınız" dedi ve pis pis sıratarak, dalga geçerek gitti.

İşte böyle bir geceydi. Burdan Figo'ya birkez daha selamlarımı söylüyorum.
"Yarı final oynadık Figocum naaaaberrrrrrrrr!"


*Diğer anılar için sağ sütundaki etiketler bölümünden anılar'a tıklamanız yeterli.

**Carlo Ancelotti ile olan anım çok yakında.

17 Şubat 2009 Salı

JULIA ARSHAVIN


"İngiliz kadınları çok pis. Sokak ortasında hamburger yiyorlar ve üstlerine döküyorlar. Kendilerine ve dış görünüşlerine hiç dikkat etmiyorlar. İngiliz yemekleri de ayrıca iğrenç. Tatları hiç güzel değil. İngiliz birasını da hiç sevmedim. Birkaç gündür Londra'dayım ve hasta oldum. Hemen St. Petersburg'a geri dönmek istiyorum."

ADRIANO'YA ÇİFTE PARTİ

Beklediğim karar çıktı. Adriano ceza almadı. Kafayı vurduktan sonra top koluna çarpıyor ve yön değiştirerek ağlara gidiyor. Adriano'nun kasıtlı bir hareketi yoktu. Hakem o pozisyonu görecek ve golü vermeyecekti. Burada ceza alması gereken biri varsa yardımcı hakemdir pozisyonu iyi süzemediği için.

Adriano bu haberi Mourinho ve arkadaşlarıyla 27. yaşgünü pastasını kesip mangal partisi yaparak kutlamış. Mangalcı başı Burdisso olmuş, menüde biftek var galiba işini de gayet iyi yapıyor gibi Arjantinli, tam konsantre olmuş etlerin altını kontrol ediyor yanmaması için. Olsa da yesek karnımda bir acıktıki anlatamam. Dayım iyi yapar bu mangal işini, etleri kendi seçer, özel sosu vardır, etleri önce birkaç saat yatırır sosa, sonra kızartır parmaklarınızı yersiniz.



Son karede Mourinho "bak bundan yırttın bir dahakine daha dikkatli ol yoksa bilmemneni bilmem naparım" der gibi duruyor.

İTALYA SÜPER KUPASI PEKİN'DE

İtalyanlar bu yıl Süper Kupa finalini 6 yıl aradan sonra ülke dışında oynatmaya karar vermişler bizim gibi. Lig şampiyonu ile İtalya kupası sahibini karşılaştıracak maç bu yıl Çin'in başkenti Pekin'de oynanacak. Daha önce 2003'te Juventus ile Milan ABD'de Giants Stadyumu'nda, 2002'de Juventus ile Parma Libya Tripoli'de 11 Haziran Stadı'nda, 1993'te Milan ile Torino yine ABD'de Robert Kennedy Stadı'nda karşılaşmış. Çinli organizatörler Ağustos ayında oynanması düşünülen maç için İtalya Futbol Federasyonu'na takımların masraflara karşılık 3.19 milyon dolar ödeyecekmiş.

REAL MADRID'İN RONALDO AŞKI

Real Madrid'in Ronaldo ısrarı ile ilgili küçük bir toparlama yapalım ve Başkan Boluda'nın yaptığı son açıklamaları aktaralım.

Cristiano Ronaldo'nun Real Madrid'e transfer olacağı haberleri özellikle geçen yaz tüm avrupa transfer piyasasını domine etmişti. Ama transfer sezonunun sona ermesiyle Ronaldo yine takımı Manchester United'ta kalmıştı. Real Madrid kulübü bu arzusundan hiç vazgeçmedi ve son haftalarda transfer dedikoduları yine ayyuka çıktı hatta önsözleşmenin yapıldığı bile iddia edildi. Manchseter United kulübü her zaman Ronaldo'nun arkasında dursa da İspanya'dan gelen haberler Old Trafford'dan Santiego Bernabeu'ya yolculuğun bu yaz olabileceğini gösteriyor.


İspanya'da bir programa konuk olan Real Madrid Başkanı Vicente Boluda Ronaldo ile ilgili bir soru üzerine "Ben kendimdem çok eminin Ronaldo'yu bu yaz Bernabeu'da göreceğiz" dedi. Geçtiğimiz günlerde Real Madrid kulübünün Ronaldo'nun transferi için bankadan 70 milyon euro kredi aldığı da iddia edilmişti.

Boluda programda diğer konulara da değinirken, bu yaz yapılacak başkanlık seçimlerine girmeyeceğini tekrarladı. Boluda en güçlü adaylardan Florentino Perez ya da başka birinin kendisine şu anki teknik direktör Juande Ramos'un sözleşmesini uzatmasına izin vereceğine inandığını da belirtti. Aralık ayında Bernd Schuster'in görevine son verilmesinin ardından takımın başına getirilen Ramos'un sözleşmesi bu yaz sona eriyor. Boluda da Ramos'un sözleşmesini başkanlık seçimleri öncesi uzatma çabasında. Ramos'un göreve gelmesinin ardından Real Madrid Barcelona'ya yenildikten sonra üstüste 8 maçtan galibiyetle ayrıldı.



C.RONALDO'NUN YENİ SEVGİLİSİ

MILAN TARAFTARLARINDAN INTER'LİLERE

Merde = Boklar ya da pislikler

KRİKETİ BÖYLE İZLEYECEKSİN

Bazı kriket maçlarının günlerce sürdüğü olur. Seyircinin sporcudan daha çok yorulduğu spor olduğu bile söylenir. Maç başlar kısa bir süre sonra içiniz de bayılmaya başlar. Bu yüzden bu sporu illa izliycem diyorsanız yukarıdaki gibi biraz daha eğlenceli hale getirmekte fayda var.

EMIRATES STADI'NDA BİR TARAFTAR

Bu arkadaş dün oynanan Arsenal - Cardiff City maçından birkaç saat önce Emirates Stadı'ndaki yerini almış. Bizden biri olmasından şüpheleniyorum, 21:45'te başlayacak şampiyonlar ligi maçı için saat 14:00'te tribünde yerimizi aldığımızı hatırlıyorum yıllar önce. Ama bizim statlar ufaktı, büyük maçlara geç gittin mi girmek sorun olur, tribünde iyi bir yer bulmak zor olurdu. Bu yüzden bu arkadaş bence stadyuma aşık tek başına keyfini çıkarmaya karar vermiş.

BOVRIL VE FUTBOL KÜLTÜRÜ

Bovril dana etinden üretilen koyu renkli bir öz markası. Şimdi ne alaka, bu da nerden çıktı diyebilirsiniz. Hikayesi şu; 1870 yılında Napolyon III'ün ordusu, Prusyalılarla savaşırken soğuktan çok etkilenir. Bunun üzerine Napolyon III askerlerini beslemek ve soğuktan mümkün olduğunca az etkilenmeleri için 1 milyon kutu dana eti ister. Bu siparişin karşılanması için İskoçyalı John Lawson Johnston'a başvurulur. Ama Britanya'da Fransızların taleplerini karşılayacak kadar dana eti yoktur. O da bunun üzerine sonraları Bovril olarak adlandırılacak Johnston's Fluid Beef (Johnston'un Sıvı dana eti)'ni üretir. Yıllar yılı Bovril'in ünü yayılır ve tüm İngiliz publarında, marketlerinde, eczanelerinde satılmaya başlanır.


Özellikle Britanya'daki futbol kulüplerinin taraftarları arasında çok tüketilen bir ürünmüş. Soğuk kış günlerinde taraftarlar bu özü sıcak suya katıyorlar ardından termoslara doldurarak tribünde üşüdükçe içiyorlarmış. Çok sıcak tuttuğu söyleniyor. İskoçya'daki statlara termos gibi nesnelerin sokulmasının yasaklanmasının ardından stat içinde plastik bardaklarda satılmaya başlanmış. Özellikle futbol taraftarları içine kara biber ve kırmızı biber katarak içiyorlarmış böylece soğuk vız geliyormuş. Adamların neden bu kadar ateşli oldukları şimdi anlaşılıyor.

İngiltere Burton'da üretilen Bovril 2006 yılının ocak ayında kasabanın takımı Burton Albion'ın Manchester United'la oynayacağı FA Cup maçından önce takıma destek olmak için Bovril'i sarı ve siyah renklerde 100 adet kavanoza koymuşlar ve maçta taraftarlara ücretsiz olarak dağıtmışlar.

Ben yine de sahlepi tercih ederim. Sütü iyice kaynatıcan, sonra üstüne de bol tarçın dökücen, kafaya dikicen, boğazından sıcak sıcak akarken tüm içini yakacak, biraz canın acıycak ama olsun dayanıcan.

HOŞDÖNDÜN EDUARDO

Adebayor sakatlanmışken ihtiyacımız vardı Eduardo'ya. Bir döndü pir döndü, 2 gol attı Cardiff'e ve takımı 5. tura taşıdı FA Cup'ta. "Hayatımın en güzel gününü yaşıyorum. Gol atmak ve bunun sevincini yaşamak çok duygusal. Gol attıktan sonra evlilik yüzüğümü öptüm. Çünkü karım, kızım, tüm ailem bana zor zamanlarımda büyük destek verdi" demiş. Hoşdöndün yaklaşık 1 yıl sonra Eduardo ama yine de iyiki Euro2008'de yoktun! :)

ABRAMOVICH'TEN DAKİKADA 340 DOLAR

Rus işadamı 2003'ten bu yana Chelsea için 1 milyar dolar civarında bir para harcamış. Özellikle Drogba ve Carvalho transferlerine büyük paralar akıtan Abramovich'in Mourinho, Grant ve Scolari'ye de 40 milyon dolar tazminat ödediği söyleniyor. Daha ayrıntılı bir hesapla kızıl sermayeden İngiliz kulübüne dakikada 340, günde 500 bin dolar akmış; ya da kara para mı aklanmış desek?

16 Şubat 2009 Pazartesi

ASSYRISKA FORENINGEN


Birçok İsveç 2. lig takımının 82 ülkede 4 milyondan fazla taraftarı yoktur ama Assyriska Foreningen buna sahip bir kulüp. 1974'te İsveç'te Süryani göçmenler tarafından Stockholm yakınlarındaki Sodertalje'de kuruldu. Başlangıçta Scania kamyon fabrikasında çalışanlar arasında yapılan maçlarla başlayan yolculuk 2003'te İsveç Kupası'nda final oynayan profesyonel bir kulübe dönüştü. Kanada ve Avustralya'dan birçok insan onların maçlarını bir şekilde takip etmeye çalışıyor. Toronto'da yaşayan Nick Dinkha maçları İsveç internet radyosundan dinlediğini söylüyor. "Hiçbir şey anlayamıyorsunuz ama oyuncuların isimlerini duyabiliyosunuz. Şu an bununla idare etmek zorundayız."

1990 yılında büyük tartışmaların ardından Süryani olmayan futbolcuların da takımda oynamasına izin çıktı. Kulüp sözcüsü Fehmi Taşçı "Zor bir karardı ama doğru olan buydu. Şimdi bu bölgede en büyük futbol kulübüyüz. 3'ü bayan takımı olmak üzere 30 genç takımımız ve 500'den fazla oyuncumuz var. Savunmada Sert birkaç İsveçli'nin olması bizim için iyi. Mesela yıllardır hiç Süryani bir kalecimiz olmadı" diyor.

Geçen sezonu liglerinde 4. sırada bitirmişler. Kadrolarında Brezilyalı, Gambialı futbolcular da var. Taraftar gruplarının adı ise Zelge fans. Süryanice güneş ışınları anlamına geliyor. Dünya'nın çeşitli yerlerinde yaşayan Süryanilerin en büyük amaçlarından birinin son yıllarda İsveç'e giderek Assyriska'nın bir maçını izleyebilmek olduğu söyleniyor.


Yönetmenliğini Süryani Nuri Kino ile İsveç'li Erik Sandberg'in yaptığı "Ulusu Olmayan Ulusal Bir Futbol Takımı: ASSYRİSKA -A National Team Without A Nation " isimli belgesel film de 2006 yılında Beverly Hills Film festivalinde Altın Palmiye ödülü almış.

MUNTARI & BECKHAM

Maçın ilk yarısında bir ara Muntari ile Beckham arasında ortam gerildi. Muntari sarıldı Beckham'ın boğazına, ittirdi kaktırttı ama Beckham hiç oralı olmadı. Büyük değişim var yakışıklı çocukta. Kurtarınca kendini topu aldı ve hemen serbest vuruşu kullandı. Ama ikili arasındaki gerginliğin sebebi önemli olabilir. Karı kız meselesi de olabilir, bir borç meselesi de maç içinden herhangi bir şey de, nasıl bir konuşma geçtiğini tam olarak bilmiyoruz ve bilmek istiyoruz.

BECKHAM: ___________________________________________

MUNTARI: ___________________________________________



- MEXES & TOTTI

- GARNETT & NOWITZKI

- DOMENECH & MARADONA

- FAUBERT & MIJATOVIC

KAKA'YA BÜYÜK ÖDÜL

Başlığa bakıp da çok büyük bir ödül olduğunu zannetmeyin. Sambafoot adlı internet sitesinde eski Brezilyalı teknik adamlar, futbolcular ve site kullanıcılarına yaptırılan oylamayla 2008 yılında Avrupa'da top koşturan en iyi Brezilyalı futbolcu seçilmiş. Oyların %25'in Kaka alırken, ikinci Robinho, üçüncü Luis Fabiano olmuş. Milanello antrenman sahasında düzenlenen mütevazı bir törenle Kaka'ya ödülü verilmiş. Birincilik için Kaka doğru karar ama ikincilik ve üçüncülük için başka isimler de düşünülebilirdi belki.

34. HAFTA SENARYOSU


Şampiyonluk yarışının 5 takım arasında son haftaya kadar kafa kafaya gittiğini düşünelim ve şuanki tabloya benzer bir senaryo üretelim.

Süper lig'de 34. haftaya
Lider Sivasspor 76 puanla zirvede giriyor.
Trabzonspor aynı puanla 2. sırada.
Galatasaray 75 puanla 3.
Fenerbahçe yine 75 puanla 4.
Beşiktaş 74 puanla 5. sırada.

Tarih: 31 Mayıs Pazar
Saat: 19:00

Ali Sami Yen'de Sivasspor Galatasaray'a konuk oluyor.
Avni Aker Stadı'nda Trabzonspor Fenerbahçe'yi ağırlıyor.
Denizli Atatürk Stadı'nda ise Beşiktaş düşmemesi için kazanması gereken Denizlispor'a konuk oluyor.

Neler olacağını düşünemiyorum. Tüm kanallar canlı yayın arabalarını 3 farklı şehre gönderir. Muhabirler öğle saatlerinden itibaren yayınlara başlar. Ekranlar 3'e hatta 4'e bölünür. İstanbul'dan x muhabir, Trabzon'dan y muhabir, Denizli'den z muhabir'e bağlanılacaktır. Stüdyodaki spiker ve 3 muhabir aynı anda ekranda görünür. Teker teker haberler, gelişmeler alınır. Sağda solda taraftarlar arasında olaylar çıkmıştır. Dosyalar hazırlanmıştır. Yazarlardan alınan yorumlar aralara serpiştirilir. Halk röportajları yapılır. Magazin dünyasının ünlülerine Şampiyon kim olur soruları sorulur vs. vs.

Ne olursa olsun yüreklerin dayanmayacağı bir gün olacağı kesin. Peki yukarıdaki gibi bir tabloda şampiyon nasıl ve kim olur?

Olasılıklar;
1 - Sivasspor Galatasaray'ı yener, Trabzsonspor da Fenerbahçe'yi yenerse ikili averajdan şampiyon ya Sivasspor ya da Trabzonspor olur.

2- Sivasspor Galatasaray'ı yener Trabzonspor puan kaybederse Sivasspor şampiyon olur.

3- Sivasspor ile Galatasaray, Trabzonspor'la Fenerbahçe berabere kalır Beşiktaş kazanırsa üçlü averajla şampiyon ya Sivasspor ya Beşiktaş ya da Trabzonspor olur.

4 - Sivasspor ile Galatasaray berabere kalır, Trabzonspor Fenerbahçe'yı yenerse şampiyon Trabzonspor olur.

5- Sivasspor ile Galatasaray berabere kalır, Fenerbahçe Trabzonspor'u yenerse şampiyon Fenerbahçe olur.

6- Sivasspor ile Galatasaray, Trabzonspor'la Fenerbahçe berabere kalır, Beşiktaş puan kaybederse ikili averajdan şampiyon ya Sivasspor ya Trabzonspor olur.

7- Galatasaray Sivasspor'u yener, Trabzonspor'la Fenerbahçe berabere kalırsa şampiyon Galatasaray olur.

8- Galatasaray Sivasspor'u yener, Trabzonspor da Fenerbahçe'yi yenerse şampiyon Trabzonspor olur.

9- Galatasaray Sivasspor'u yener, Fenerbahçe de Trabzonspor'u yenerse ikili averajdan şampiyon ya Galatasaray ya da Fenerbahçe olur.

Var mı yata yaptığım ya da gözümden kaçan olasılık?

NOLBERTO SOLANO

Solano yeni takımı Universitario'ya iyi bir başlangıç yaptırmış Peru liginde. Takımının Alianza Atletico'yu 2-1 yendiği maçta 2 golü de Solano atmış. Haftaiçinde Libertadores Kupası maçında da ağları havalandırmıştı. Tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanı derler, 2 maçta 3 gol gayet iyi bir başlangıç.

ISINBAYEVA

Benim kız yine rekor kırmış. Sırıkla atlamada dünya rekorunu 5.00 metreye taşıdı dün Ukrayna'daki salon şampiyonasında. Rahmetli Cüneyt ağabeyle Golden League yarışlarını anlatmaya başlamadan önce mutlaka Isınbayeva ile ilgili birkaç cümle ederdik. Yarışmalarda da "senin kız bugün formunda, senin kız yine sırığıyla konuşuyor" derdi. Pekin'deki 5.05 metreyi de yukardan bir yerden mutlaka izlemiştir.

RAUL

Alfredo Di Stefano'nun 307 gollük rekorunu Sporting Gijon deplasmanında attığı 2 golle gol sayısını 309'a çıkararak kırdı. Bununla ilgili istatistik vermeye artık gerek yok. Geçen haftalarda detaylı sunmuştuk. Marca da harika bir çalışma yapmış. Buradan ulaşabilirsiniz. Ben Raul gibi efsane iki futbolcu Maldini ve Del Piero ile İspanya'nın son yıllarda dünya futboluna sunduğu en yetenekli isimlerden Fabregas'ın O'nunla ilgili sözlerini aktaracağım.

Maldini: "Real Madrid'le herşeyi kazandı. Tüm genç forvetlere her zaman örnek gösterilecek bir futbolcu. Profesyonelliği ve antrenmanlardaki ciddiyeti gerçek bir şampiyonun özelliklerinden sadece birkaçı. Attığı goller ve kazandığı kupaların ardından Di Stafano'nun da rekorunu kırması O'nun kulübün tarih sayfalarındaki yerini haklı olarak almasını sağlıyor. O'nu tebrik ediyorum."

Del Piero: "Resmi maçlarda 309 gol atmak, tarihi, eşsiz ve inanılmaz bir başarı. Büyük bir şampiyon için atılmış başka bir adım. İnanıyorumki şovuna daha uzun süre devam edecek."

Fabregas: "Benim ve daha genç jenerasyonlar için Raul her zaman örnek olmuştur. Golleri, azmi, çalışma ahlakı yıllardır hep aynı seviyede oldu. 2006 Dünya Kupası'nda yaşadığımız bir an'ı hiç unutmuyorum. Her zaman kaybetmenin verdiği mutsuzluğa dayanamamışımdır. Fransa'ya yenilmiş ve elenmiştik. Raul yanıma geldi ve beni teselli etti. O'na ihtiyacımız olduğuna hep yanımızdaydı. İmajı Real Madrid'le eş anlamlı. O'nu birkez daha tebrik ediyorum"