
17 Kasım 2011 Perşembe
ÜZÜNTÜNÜN SEVİNCİ BASTIRDIĞI AN

16 Kasım 2011 Çarşamba
BİR DEVİR KAPANDI

80'lerin sonu 90'ların başında hem altyapısı kötü hem de olanakları yetersiz Türk futboluna gerçekten birşeyler katmak, yanlışları düzeltmek, gelişim kazandırmak için bilgi ve birikimi yüksek yabancı hocalara ihtiyaç olduğu bir gerçekti. O kadar geri kalmış bir noktadaydık ki daha dibe vurmamız da imkansızdı zaten. Bu ülke sahasında 3-0 yenildiği bir maçın rövanşında rakibini halen endişelendirebiliyorsa onların ve yetiştirdiklerinin yaptıklarına çok şey borçlu. Fatih Terim ve Mustafa Denizli gibi başarıya aç ve hırslı teknik adamların son 20 yıl içinde yaptıkları, onların oluşturdukları iskelet ve yarattıkları güven duygusuyla Şenol Güneş gibi felsefik ve sistematik bir çalışma prensibine sahip teknik adamın milli seviyede çıtayı daha da yükseltmesi alttan gelen genç isimlere yönelik modayı daha da pekiştirdi.
Ve moda artık tamamen yerli. En azından gelecek birkaç sene içinde milli takım ve büyüklerin koltuğuna bu sınırlar dışından ünlü birinin oturacağını hiç sanmıyorum. Bir süre en fazla yerli inşaat şirketlerinin reklamlarında görürürüz. Galatasaray'ın Fatih Terim ile, Beşiktaş'ın Tayfur Havutçu çıktığı zaman onunla, Fenerbahçe'nin Aykut Kocaman ile, Trabzonspor'un Şenol Güneş ile, Bursaspor'un Ertuğrul Sağlam ile onlar istemedikleri sürece, takımlarını şampiyon yapmasalar bile kolay kolay yollarını ayıracağını zannetmiyorum.

10 Mayıs 2011 Salı
NURİ ŞAHİN RÖPORTAJI

Soru: Tebrikler. Real Madrid'e transfer oluyorsun.
Cevap: Çok teşekkür ederim. Benim için çok mutlu bir gün. Son birkaç günün ardından bugün benim için çok özel. Real Madrid tarafından istenmek her gün olan birşey değil.
S: Real Madrid'in seninle ilgilendiğini ne zaman öğrendin?
C: Menajerim bana söyledi. Ve herşey çok çabuk gelişti. İlk tepkim gülümsemek oldu. Sonra ne zaman sonuçlanacak diye düşünmeye başladım. Bu geçen kısa süre oldukça heyecanlıydı ve asla unutmayacağım. Anlaşmaya varıldığında kim olduğumu hayal etmeye başladım. "Ben Nuri, artık Real Madrid'in adamıyım, Real Madrid'in futbolcusuyum." diye düşündüm. Eşsiz bir histi.
S: Başka teklifler de vardı. Arsenal, Manchester United, Bayern Münih gibi. Neden Real Madrid?
C: Çok basit. Çünkü Real Madrid dünyanın en büyük kulübü. Zor bir tercih olmadı. Eğer sizi Real Madrid çağırıyorsa Real Madrid'e gidersiniz. Para ya da başka birşeyle ilgisi yok. Sadece Real Madrid o kadar. En büyük tarih onların. Real Madrid'e kimse hayır diyemez.
S: Borussia Dortmund'u bırakmak da kolay değil, öyle değil mi?
C: Evet, nasıl Real Madrid'e kimse hayır diyemez diyorsam, benim için Dortmund'u bırakmak da o kadar kolay değil. Borussia Dortmund bana çok şey verdi. Bu yüzden basın toplantısı düzenleyerek allahısmarladık demek istedim. Dortmund'a ve taraftarlarına saygılı davranmam gerekirdi. Burada ilk kez 16 yaşında forma giydim ve onlara çok şey borçluyum. Veda etmek kolay değil ama insanlar benim kararımı anlamalı. Borussia her zaman kalbimde olacak ve üyelik kartımı hep yanımda taşıyacağım.
S: Madrid'de beklentilerin ne?
C: Amacım, benden beklenen herşeye karşılık verebilmek. Dediğim gibi Real Madrid dünyanın en büyük kulübü ve nereye gittiğimin farkındayım. Benim için yeni bir kulüpte yeni bir mücadele başlıyor. Kendimi geliştirmeye devam edeceğim. Daha uzun bir yolum var. Çünkü daha çok gencim.
S: 22 yaşındasın. Real Madrid'de mücadele etmeye hazır hissediyor musun kendini?
C: Eğer korkun var mı diye soruyorsanız, kesinlikle hayır. Bu mücadeleye hazırım. 16 yaşındayken Borussia'nın formasını giydim ve 50.000 kişinin önüne çıktım. Baskıya alışığım, bunu geçmişte fazlasıyla yaşadım. Real Madrid gibi bir kulüpte oynamaya hazırım. Madrid'de oynamak bir hayaldi ama hedef değil. Hedefim burada başarılı ve kalıcı olmak.
S: Bana kendinden bahset biraz da. Kendini bir futbolcu olarak nasıl tanımlarsın?
C: Kendi hakkımda konuşmayı pek sevmem. Bunu size bırakıyorum. Oyuncu olarak takımıma bağlı biri olduğumu söylemeliyim. Profesyonelce çalışırım. Güçlü ve zayıf olduğum yanlarımın farkındayım. Çok çalışıp Real Madrid'e faydalı olacağım.
S: Mourinho ile konuştun mu? Ne dedi sana?
C: Evet konuştuk ve benim için çok özel bir andı. Size ne konuştuklarımızı söylemem çünkü özel şeylerdi. Ama benim için çok önemliydi.
S: Teknik direktörlüğü için ne söyleyeceksin?
C: Dünyanın en iyilerinden. Onunla çalışmak istemeyecek futbolcu yoktur. Benim için büyük bir ayrıcalık. Onunla çalışmaktan onur duyacağım. Bunun için sabırsızlanıyorum.
S: Ya Mesut Özil?
C: O benim iyi bir arkadaşım. Adapte olmamda yardımcı olacağı için kendimi güvende hissediyorum. Her iki ya da üç günde bir konuşuyoruz. Harika bir sezon geçiriyor. 1 yılını tamamlamış olacak ve bana fazlasıyla yardımcı olacak. Onunla beraber oynamaktan çok mutlu olacağım.
S: Mesut yeni takımınla ilgili neler söyledi?
C: Eşsiz bir kulüp olduğunu, futbol oynamaktan zevk aldığını ve kendini geliştirdiğini söylüyor. Madrid'de futbolcular farklı bir boyutta oynuyor. Bu çok güzel.
S: O da senin geliyor olmandan mutlu mu?
C: Tabii ki! Çok mutlu.
S: Peki Madrid şehri için neler söyleyeceksin?
C: Yaşamak için çok güzel bir şehir. Ama Dortmund da öyle! :) İnsanların dostça olduğunu ve futbolu çok sevdiklerini biliyorum. Ama benim için en önemlisi kulüp. 24 saatimi futbolu düşünerek yaşıyorum.
S: Evli misin, bekar mı?
C: Evliyim. Hayatım çok sakin ve düzenli.
S: Ronaldo, Casillas ve Alonso gibi oyuncular için neler söyleyeceksin?
C: Dünyanın en iyi futbolcuları. Real Madrid mükemmel oyunculara sahip. Onlarla birlike oynamak inanılmaz olacak.
S: Önümüzdeki günlerde Madrid'e gelip yeni takımının maçını izleyecek misin?
C: Bilmiyorum. Kulüple ne zaman Madrid'de olacağımı görüşeceğim. Daha hiçbir plan yapmadık.
S: Bernabeu'yu biliyor musun?
C: Evet milli takımla orada maç yapmıştık. Olağanüstü. Oraya çıkıp yukarı doğru baktığında vay be diyorsun. Orada oynamanın hayalini kurmuştum. İlk kez oynadığım zamanı da unutamıyorum. Kaybetmiştik ama kendimi çok şanslı hissetmiştim.
S: Şimdi artık yeni bir rakibin var, Barcelona.
C: Barcelona da çok büyük bir takım. Ama konuşmak için biraz erken. Bundesliga'da sezon henüz bitmedi.
S: Real Madrid'e bir diz sakatlığıyla birlikte katılıyorsun. Bu seni endişelendiriyor mu?
C: Hayır. Çünkü yeni sezonun başlamasına daha var. Sakatlığım geçiyor ve hiçbir endişe taşımıyorum. Sakatlıktan kurtulmak için çok çalışıyorum. İnsanlar kuşku duymamalı, Real Madrid'de oynamamı engelleyecek bir durumum yok. Sakatlığım çok ciddi değil.
S: Dört dil konuştuğun doğru mu?
C: Evet. Türkçe, Almanca, İngilizce ve Hollandaca.
S: İyi bir öğrenci miydin yoksa dil öğrenme konusunda yetenekli misin?
C: Her ikisi de. Dil öğrenme konusunda sıkıntı çekmiyorum. Geleneklerini ve kültürünü bildiğinizde öğrenmek de kolay oluyor. İspanyolcayı da hızla öğreniyorum.
S: Borussia'da 8 numarayı giyiyordun. Ama Real Madrid'de 8 numara Kaka'nın. Bu konuda talebin oldu mu?
C: Hayır lütfen! Böyle şeylere çok fazla önem veren bir oyuncu değilim. Hafta boyunca çok çalışırım ve kadroya girmek için çaba sarfederim. Benim için önemli olan futboldur, diğer şeyler değil.
ENLERİ
Otomobil: Audi S5.
Renk: Beyaz.
Şehir: İstanbul. Tatile gitmek içinse Antalya.
Stadyum: Santiago Bernabeu ve tabii ki Borussia Dortmund.
Film: Denzel Washington'ın oynadığı tüm filmler. O dünyanın en iyi aktörü.
Kitap: Simyacı.
Müzik: R&B ve tüm Türkçe şarkılar.
Hobi: Ailemle zaman geçirmek ve play station oynamak.
Hayal: Real Madrid ile şampiyonlar ligi şampiyonu olmak.
Dilek: Tüm ailem için sağlık.
Sevdiğin şeyler: Yemek yemek ve uyumak.
Sevmediğin şeyler: Yalanlar.
Telefonunun melodisi: Şampiyonlar ligi müziği. Eylül ayından itibaren canlısını duyacağım.
Bir kadın adı: Tuğba, eşimin adı.
5 Mayıs 2011 Perşembe
UNITED

NURİ GİDECEK Mİ?

24 Şubat 2011 Perşembe
PAVEL NEDVED: BENİM NORMAL HAYATIM


23 Şubat 2011 Çarşamba
MANGO ERKEĞİ


17 Şubat 2011 Perşembe
İBRAHİM & GATTUSO
Biri 37, diğeri 33 yaşında. İkisi de aşağı yukarı aynı zamanlarda (1999 ve 2000)gelmiş takımlarına. İkisi de profesyonellikleri sayesinde kaptan olmayı başarmış. İkisi de takımı için sonuna kadar mücadele eder. Belki yetenekleri sınırlıdır ama hırsları ve azimleriyle açıklarını her zaman kapatmışlardır. İkisi de formaları sırılsıklam olana kadar pes etmez. İkisinin de deli olduğu söylenir. Ki öyledirler de. Yeri gelir tartışır, yeri gelir itişir kakışır, yeri gelince tekmeye kafa uzatırlar. Taraftarlarının gözünde, kalbinde yer etmelerinin sebebi de en çok budur. Ve bu iki adamın iki gün arayla yine delilikleri tuttu.
Birinin soyunma odasında takım arkadaşına yumruk attığı ortaya çıktı. Teknik direktörü ve yönetimi bu olay üzerine onu gözden çıkardı. İşvereni basının karşısında kendisine teşekkür edip güle güle dedi. 11 yıllık Beşiktaş yolculuğu üzücü bir olayla sona erdi. Evet suçluydu belki de ama etrafındakilerden hiçkimse sahip çıkmadı ona. Kimse düşünmedi yıllar sonra çocuğu "Baba 11 yıl formasını giydiğin takımdan neden ayırdılar seni?" diye sorduğunda ne cevap vereceğini. Öyle ya, dünya kulübü olma yolunda ilerleyene kavga eden bir oyuncuyu kadroda tutmak yakışmazdı. Tüm dünyanın takip ettiği bir kulüp radikal bir karar almak zorundaydı. Çok ayıptı bu yaşananlar! Cık cık cık!
Diğeri ise dünya kulübü olma yolunda ilerleyen değil bizzat dünya kulüplerinden birinde oynuyor. O, İstanbul'daki meslektaşı gibi soyunma odasında 20 kişinin önünde değil, Şampiyonlar Ligi gibi önemli bir platformda, sahanın ortasında, milyonlarca insanın önünde yaptı yine deliliğini. Rakip takımın yardımcı antrenörüne kafa attı. Herkes şimdi onun UEFA'dan ne ceza alacağını konuşuyor. 3 maç mı, 5 maç mı? Alacak, bu hareketi muhakkak ki cezasız kalmayacak, kalmamalı da. Peki ya kulübü? Dünya kulübü Milan kendilerini elaleme rezil eden futbolcusunu kovmayacak mı peki? Galiba kovmayacak(!). Yöneticileri yaptığının doğru olmadığını savunsa da oyuncusunun arkasında duruyor. "Olayda tahrik var, onu da gözden kaçırmayın. Gattuso bizim için 104 Avrupa maçına çıktı, sadece 1 kez o da şu an ki takım arkadaşı Ibrahimoviç ile tatsız bir olay yaşamıştı o kadar." diyerek yıllarca kendilerine hizmet etmiş oyuncularına sahip çıkıyorlar. Daha da önemlisi "Gattuso bu formayı giymeye, kaptanımız olarak sahaya çıkmaya devam edecek" diyorlar.
İşte iki deli, işte iki hikaye. Ben bilemedim. Bizimkiler mi daha dünyalı onlar mı?


İşte iki deli, işte iki hikaye. Ben bilemedim. Bizimkiler mi daha dünyalı onlar mı?
15 Şubat 2011 Salı
GUTI RÖPORTAJI

-------------------------------------------------------------------------------------
Guti İstanbul'un Asya yakasında yaşıyor. Çok büyük bir evi var. Ancak yaşadığı yeri "öğrenci evi" diye tanımlıyor. Tek başına yaşadığı bu evin çok az kısmını kullanıyor. En çok vaktinin geçtiği yer de mutfak. "Eğer karnımı doyurmak istiyorsam yemek yapmalıyım. Annem telefonda bana nasıl yapmam gerektiğini anlatıyor. Mutfakta kendimi son dönemde bir hayli geliştirdim." diyor. 6 aydır Türkiye'de yaşıyor. "Burada arkadaşlarım var. Onları ziyaret ediyor çoğu zaman da dışarıda bir yerlere gidiyoruz." diyerek vaktinin güzel geçtiğini anlatıyor Guti.
Yaşadığı şehir İstanbul'u ise "Çılgın bir şehir. Trafik rezalet" diye tanımlıyor. Asya yakasında yaşamasının sebebi hem tesislere yakın hem de Avrupa yakasına oranla daha sakin ve düzenli olması. Her sabah 9'da kalkıyor, tesislere gidiyor, kahvaltısını yapıyor ve antrenmana çıkıyor. Ardından da evde yemekle uğraşmamak için öğle yemeğini de tesislerde yiyor. Türkçe bilmemesine rağmen iletişim konusunda sıkıntı yaşamıyor. "Buraya geldiğimden beri İngilizcem çok gelişti. Bunun faydasını ömrüm boyunca göreceğime inanıyorum" diyor. Türk insanı ile ilgili olaraksa "İlk anda biraz mesafeli gibi gözüküyorlar. Ancak öyle değil. Bana her zaman birşeyler ikram ediyorlar. Fotoğraf çekilmek istediklerinde onları hiç kırmıyorum." şeklinde konuşuyor.
İspanya liginde hakemle, rakip oyuncularla ve zaman zaman da takım arkadaşlarıyla tartışan Guti bu durumu bakın nasıl tanımlıyor; "Sinirlendiğim zaman 10 saniye beklemeliyim. Sonra yatışıyor ve hemen sakin biri oluyorum. O zaman kendi kendime konuşarak durumu daha iyi analiz etmeye başlıyorum."
Guti oldukça dürüst davranıyor ve Real Madrid'i çok özlediğini söylüyor. "Herkes dünyanın en iyi takımında oynamak ister" diyen Guti, Mourinho'nun çok iyi bir teknik adam olduğunu ve Real Madrid'e çok şey verdiğini söylüyor. Guti, İstanbul'da Real Madrid'in bütün maçlarını izliyor ve eski takımının Barcelona'nın işini zorlaştıracağına inandığını belirtiyor.
Real Madrid konusunda sıkıntılı olduğu şeyler de var. Bunların başında da altyapıdan eskisi kadar oyuncunun çıkmaması. Kadrosuna yabancı genç isimleri katmasıyla ilgili olarak "Altyapıya ne olduğunu anlayamıyorum. Real Madrid fabrikasının kalitesinde bir düşüş olduğu ortada." diyor Guti.

RONALDO'NUN VEDASI

14 Şubat 2011 Pazartesi
MICKEY'NİN YENİ ROLÜ

11 Şubat 2011 Cuma
İYİ OLAN KAZANSIN

XAVI

Mevzu ancak bu kadar güzel anlatılır. Röportajın tamamının Türkçe çevirisi Barış Gerçeker'in blogunda, eline sağlık.
SECRETARIAT
Spoiler içerir.
Beyazperdede daha önce birkaç yarış atının hikayesini daha izlemiştik. Seabiscuit bunların en sonuncusuydu. Ta ki Secretariat gelene kadar. Big Red lakaplı at tüm zamanların en iyi ikinci yarış atı kabul ediliyor. 3 yaş safkan yarış atlarının katıldığı Amerika Birleşik Devletleri Triple Crown'ı 1973'te 25 yıl aradan sonra kazanan ilk at olma özelliğini taşıyor Secretariat. Mayıs ve Haziran'ın ilk günleri arasında üstüste koşulan Kentuck Derby, Preakness Stakes ve Belmont Stakes yarışlarından oluşan bu organizasyonu kazanmak son derece zor kabul ediliyor. 1919 yılında bu yana sadece 11 at bunu başarabilmiş. 1978'den bu yana da kazanabilen yok.
Secretariat gerçekten mucizevi bir at. Sanki bu dünyadan değil gibi. Kentuck Derby ve Belmont Stakes'deki rekorunu kırabilen henüz çıkmadı. ESPN Classic'in "Büyük Sportif Performanslar" kategorisindeki listesindeki tek insan olmayan. Aynı zamanda efsane NBA oyuncusu Wilt Chamberlain'in bir maçta attığı 100 sayının ardından Secretariat, Belmont Stakes'deki performansıyla da (filmde en büyük rakibi Sham'e attığı farkı göreceksiniz) ikinci sırada.
Gelelim filme. Türkiye'de bugün gösterime girdi. Dün akşam TJK'nın davetlisi olarak yöneticiler, at sahipleri ve jokeylerden oluşan çok yabancı olduğum bir toplulukla izleme şansı buldum. Salondakilerin "Böyle bir ata binmek, böyle bir ata sahip olmak ne harika olurdu" sözlerinin yanısıra Secretariat'ın kazandığı yarışların ardından kopan alkışların arasında yüzümde çoğu zaman gülümsemeyle bu mükemmel at kadar Diane Lane ve John Malkovich'in oyunculuklarına da bir kez daha hayran kaldım. Filmi alıp götürenler onlar. Diane Lane'i en son Richard Gere'i aldatan eş rolünde Unfaithful(Sadakatsiz)'da izlemiştim. Beyaz perdenin en güzel kadınlarından biri olduğunu düşünmüşümdür hep. 46 yaşındaki aktris Secretariat'ta da her zamanki gibi yine çok hoştu. Secretariat'ın sahibi Penny Chenery'i canlandırıyor. Annesinin ölümünün ardından hem hasta olan babasına bakmak hem de çocukluğunun geçtiği ve maddi anlamda zarar eden çiftliği tekrar ayağa kaldırmak için eşini ve 4 çocuğunu bırakarak (tamamiyle değil tabii) atlarla ilgilenmeye başlıyor. Secretariat'a inanan ve zaferlere koşması için büyük çaba sarfeden Penny Chenery, karşısına çıkan engellere boyun eğmeyen ve erkeklerin dünyasında var olmayı başaran bir kadın. John Malkovich ise emeklilik zamanı gelmiş, cüzdanında kariyerinde hiç kazanamadığı yarışların gazete küpürlerini saklayan antrenör Lucien Laurin'i oynuyor. Birbirinden renkli ve uyumsuz kıyafetleriyle dikkat çeken Laurin, Fransız-Kanadalı, sinirlendiğinde kendi kendine Fransızca konuşan eski bir jokey aynı zamanda. Secretariat'ın zafere koşmasında Kanadalı jokeyi Ron Turcotte'un da payı büyük.
Filmde efsane atın Triple Crown'ı kazandığı yarışlara tanıklık ediyoruz. Yarışlar sırasındaki çekimler ve ses efektleri oldukça etkileyici. Sadece ikinci yarış olan Preakness Stakes'te kolaycılığa kaçmışlar. Yarışı bize televizyondan orjinal yayını izleterek geçiştiriyorlar. Filmin son anlarında tribünde Diane Lane'in etrafındaki kalabalığa da dikkat edin. Yönetmen izleyicilere hoş bir sürpriz yapıyor. O kalabalıkta ne olduğunu film bittikten sonra size gösteriyorlar. :) Atları seviyorsanız mutlaka izleyin derim. İzmir'e giderken Karacabey Harası'nın önünde aracımı kenara çekip uzaktan atları izleyen biri olarak filmi izlerken keyif aldığımı söylemeliyim.



Filmde efsane atın Triple Crown'ı kazandığı yarışlara tanıklık ediyoruz. Yarışlar sırasındaki çekimler ve ses efektleri oldukça etkileyici. Sadece ikinci yarış olan Preakness Stakes'te kolaycılığa kaçmışlar. Yarışı bize televizyondan orjinal yayını izleterek geçiştiriyorlar. Filmin son anlarında tribünde Diane Lane'in etrafındaki kalabalığa da dikkat edin. Yönetmen izleyicilere hoş bir sürpriz yapıyor. O kalabalıkta ne olduğunu film bittikten sonra size gösteriyorlar. :) Atları seviyorsanız mutlaka izleyin derim. İzmir'e giderken Karacabey Harası'nın önünde aracımı kenara çekip uzaktan atları izleyen biri olarak filmi izlerken keyif aldığımı söylemeliyim.
8 Şubat 2011 Salı
YENİ FORMA VE CAMP NOU

1 Şubat 2011 Salı
REKORA KOŞAN MAÇ SPİKERLERİ
11 Ocak 2011 Salı
ADNAN POLAT'I ANLAYAMADIM

Bununla birlikte sorular da ardı ardına gelmeye devam ediyor. "Devre arasında gelmem" diyen Hagi nasıl oldu da sezonun ilk yarısının ortasında gelmeyi kabul etti peki? Ya da Hagi'yi takımın başına bu kadar getirmek istiyordunuz da ondan önce Fatih Terim ile neden görüştünüz? Size de tuhaf gelmedi mi Adnan Polat'ın bu açıklaması?
TARİHİ SINAV

Hem yönetimin hem de Bernd Schuster'in işi gerçekten zor.
Gittiği her takıma zirve yaptıran Mircea Lucescu, 3 büyüklerde şampiyonluk yaşamış, son olarak yarım sezonda 2 kupa kazandırsa da büyük eleştiriler alan Mustafa Denizli ve daha niceleri....
Savunmaya önem veren farklı futbol anlayışındaki sağlamcı teknik adamlar çok eleştiri topladı bu ülkede.
Ve artık Schuster var... Adam açıkça meydan okuyor, sistemimden vazgeçmem , hücum oynayacağız diyor.
Ligin ikinci yarısı için alınan isimlerin tartışılacak yönü yok, ancak sadece hücumsal anlayışın sonu nereye gider bunu da tartışan yok.
Dediğim gibi Türk futbolu için tam bir sınav dönemi.Gönüllü kobay oldu çılgın Schuster ve yönetimi...
Başarırlarsa , 3 büyükler için transferin adı, tanımı, futbola bakış açısı her şey değişecek .
Vites yükselecek...
Kanatlarda Simao-Quaresma, santrfor Bobo ya da Almeida, arkalarında Guti-Fernandez-Ernst.
Futbolumuzda uzun zamandır kulağımıza bu kadar hoş bir melodi gelmemişti.
Ama biraz daha arkasına bakarsak eğer, bakarsanız ? Ne gördüğümüz ya da görebileceğimiz konusunda ciddi soru işaretleri var kafamda...
Merak ettiğim tek şey :Schuster vazgeçmeyeceği sisteminde rütuşa gidecek mi ?
Yoksa ilk yarıdaki kadroyla beceremediğini sadece daha kaliteli transferlerle mi halletmeye çalışacak?
Eğer ilk ihtimal üzerinde durursa, yani kaleci ile stoper, stoper ile ön libero, ön libero ile orta saha arasında derin boşluklar vermezse....
Açık çek güzelliğinde bir ortam doğar. Yani yolun nereye kadar gideceğini boş bırakıyorum rakamı siz yazın :)
Peki ya ikinci yarıda da ilk yarıda olduğu gibi savunma yok sayılırsa ?
O zaman peşinen söylüyorum kapıda nöbette, facia...
İverson'lı Beşiktaş'ın da Quaresma-Guti'li Beşiktaşın da tek ortak özelliği vardı sezonun ilk yarısında:
Hocaları ya savunma yaptırmayı bilmiyor ya da savunma yaptırmıyor...
Oysa ki sadece dünya futbolu değil, dünya sporu savunmasız olmuyor...
Gözler hep golü atacaklar ya da attıracaklar da , görsel şovda...
Tamam bu da lazım ama her şey dozunda...
Unutmamak lazım bugüne kadar yaşananları :
Fatih Terim'in maç içinde bile "bloklar arasında boşluk bırakmayın" uyarıları...
Mircea Lucescu'nun azad ettiği Amaral'ı nam-ı diğer müslüm babayı ve yerine Giunti'yi getirip bölgeyi sağlama alışını...
Messi'nin milli takımda arayıpta bulamadığı ancak Barcelona'daki muhteşem performansının kaynağı
Xavi ve İniesta'nın varlığını...
Dediğim gibi tarihi bir sınavdır Schuster'inki.....
Beşiktaş neredeyse son 30 yıldır hep savunmayı iyi becerdiği için bir yerlere geldi....
Metin -Ali-Feyyaz attı, ama Zeki -Rıza -Şenol bastı, Kadir -Ulvi-Gökhan-Recep rakip forvetleri de, topu da bırakmadı...
Böyle geldi o efsane başarılar, hala tebessüm ve özlemle hatırlanan o yıllar.....
Ve şimdi bambaşka bir takım olacak :Belki de sahaya tarihinin en güçlü hücum hattıyla çıkacak
Beşiktaş.....
Tabii sakatlıklar tekrarlanmazsa...Birilerinin dediği gibi , takım, atletizmciler gibi çalıştırılmıyorsa...
GÜNEY MERGEN
Etiketler:
futbol,
güney mergen
5 Ocak 2011 Çarşamba
ŞENOL GÜNEŞ

Şenol Güneş'in TSYD seminerinde "Neredeydik, Neredeyiz, Nereye?" konulu panelde yaptığı konuşmadan bir bölüm...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)