Sinema sektörüne spor dünyasından bir yeni transfer daha. Tenis dünyasının 3 numaralı ismi Sırp Novak Djokovic, Yugoslavya Krallığı'nın ilk kralı Aleksandar Karadjordjevic'in hayatını anlatacak 10 bölümlük dizide kralı canlandıracak. 1921-1934 yılları arası tahtta oturan kral 9 Ekim 1934'te 46 yaşındayken Marsilya'da suikaste kurban gitmiş. Djokovic'in küçük kardeşi Djordje de kralın gençliğini canlandıracak. 3 milyon euro'luk bütçeyle çekilecek olan dizinin 2011'de yayınlanması planlanıyor. Djokovic böyle önemli bir rolün altından bakalım kalkabilecek mi? Gözlüklü ve bıyıklı halini görmek de ilginç olacak. Fena değil ama yüz hatları falan benziyor, burun, çene...
25 Aralık 2009 Cuma
24 Aralık 2009 Perşembe
MANCHESTER'DA BİR İTALYAN
Mourinho dün İtalya'da ne öğrendiniz sorusuna, "Mutfağınızı sevdim ama futbol adına bir bok öğrenmedim." yanıtını vermişti. İngiltere'de ne öğrendi bilmiyorum ama orada böyle bir soru sorulsaydı heralde cevabı şöyle olabilirdi; "Futbol adına çok şey öğrendim ama mutfağınızı hiç sevemedim."
İngiliz mutfağını pek bilmem gerçi ama Mancini sanırım sevmeyenlerden biri. O kadar ki, taze Manchesterlı Mancini ilk akşamında kendini Bella İtalia'ya atmış. Güzeldir İtalyan yemekleri, damak tadımıza uygundur.
İngiliz mutfağını pek bilmem gerçi ama Mancini sanırım sevmeyenlerden biri. O kadar ki, taze Manchesterlı Mancini ilk akşamında kendini Bella İtalia'ya atmış. Güzeldir İtalyan yemekleri, damak tadımıza uygundur.
MERCEDES SCHUMACHER
RIJKAARD'IN CANER HAYRANLIĞI
Rijkaard dün Caner'i sol açık oynatarak ondan daha fazla verim alabileceğini anladı. O bölgede daha yaratıcı olduğunu, attığı golle hücum organizasyonlarında doğru zamanda doğru yerde olabileceğini gösterdi. Böylece Galatasaray'ın o bölgede oynayabilecek oyuncu sayısı 1 daha artmış oldu. Rijkaard, Caner'in performansından o kadar etkilenmiş ki yakın çevresine "İşte en sevdiğim oyuncu tiplerinden biri, kendisine hayran kaldım" demiş. Hatta maçın ardından Caner'i lüks bir restorana götürüp yemek bile ısmarlamış.
23 Aralık 2009 Çarşamba
EURO 2016 ADAYLIĞIMIZ VE LALE DEVRİ
Euro 2016 adaylık logomuz bugün tanıtıldı. Hayırlısı olsun. İsveç ve Norveç çekilince bizimle birlikte İtalya ve Fransa kaldı. 154 gün sonra kazanan açıklanacak. Bu kez çok ciddi bir şekilde adayız. İpleri çok sıkı tutuyoruz ama İtalya ve Fransa'nın yanında şansımızın pek olduğuna inanmıyorum.
Şimdi deniyor ki; "Türkiye'nin EURO 2016 ev sahipliğini kazandığı takdirde, stadyum harcamalarına 400 milyon Euro, turizm harcamalarına 1 milyar Euro, reklam ve tanıtım harcamalarına 250 milyon Euro yatırım yapılacak. UEFA için en önemli konuların başında, on binlerce seyircinin bir şehirden diğerine ulaştırılması geliyor. Bu doğrultuda, havaalanları, tren istasyonları, otobüs garları, şehirlerarası taşıma, şehir içi toplu taşıma ve stadyuma ulaşım konularında yatırımlar yapılacak."
Bunların yapılacak olması güzel. İnşallah hayata geçirilme fırsatı doğar. Bu organizasyonun alınmak istenmesindeki en önemli neden ekonomiye katkı sağlamak. Peki ama ekonomik anlamda her geçen gün daha da batarken, tüm bunlar hangi kaynakla olacak, nasıl yapılacak? Tabii ki mevcut olan vergiler daha da artırılarak ve yeni vergiler var ederek. Yani ümüğümüzü daha da sıkarak. Bakın kimse lütfen yanlış anlamasın, olmasın demiyorum olsun inşallah da alırız ama sadece 1 ay için ekonomimize hareket getirecek olan organizasyon için inanın ve düşünün yıllarca burnumuzdan getirecekler. Daha birkaç gün önce İstanbul'da kısa kulvar yüzme şampiyonası düzenlendi. Yüzme tarihinin en büyük skandallarından biriydi. 2007'nin sonunda şampiyonanın hakkını alan yetkililerimiz geçen 2 yıllık sürede bir tesis inşa edemedi ve ne oldu? Basketbol salonunu yüzme havuzuna çevirdik. Skandal! Hızlı tren dediler, raydan çıktı insanlar öldü. Skandal!
Aslında 2016 adaylığımızın logosu herşeyi anlatıyor. Futbol topunun yanında lale motifleri. Son dönemde sürekli olarak kendimize laleyi simge olarak seçmemizi artık daha iyi anlayabiliyorum. Lale deyince benim aklıma Lale Devri, Lale devri deyince de zevk ve sefa, zevk ve sefa denince de aklıma toplum meselelerinden uzaklaşma, uyutulma gelir, gerileme gelir. Yani şu an içinde bulunduğumuz duruma en yakışan simgedir lale. O devirde halkın büyük bölümü sıkıntı yaşarken İstanbul'da yaşayan bazı devlet büyüklerinin rahat bir yaşam sürdürmeleri, eğlenceye düşkünlükleri huzursuzluklara sebep oluyordu. Bunun yanında halka güzel gözükmek, onları uyutmak, hoşnut kılmak için de camiiler, çeşmeler inşa ediliyor, matbaa ve fabrikalar açılıyordu. Yani birileri zevk ve sefalarını makyajlıyorlardı anlayacağınız. Bunun yanında da esnafa sürekli yeni vergiler yüklüyor, böylece halkın alım gücü düşüyor, hoşnutsuzluk artıyordu. Ne kadar da tanıdık geliyor değil mi bu yaşananlar!
Şimdi de modalardan biri futbol(diğerlerinden biri de tv dizileri). Futbolla yatırıyorlar bizi futbolla kaldırıyorlar. Hakemler, kavgalar, şike iddiaları, seks skandalları, transfer dedikoduları, ileri geri oynat canımcılar vs. Bir numaralı uyutma aracı yani. Futbolun bizi uyutmasına yardımcı olan yan aktörler de televizyon yayınları(hepsini bir tutmuyorum) ve bahis oyunları. Bağlayacağım zira bilgisayar başından kalkmam lazım. Şu anda da bir nevi modern lale devri yaşıyoruz. Logoyla da gözümüzün içine açık açık sokuyorlar nelerin döndüğünü. Yani kimsenin Dan Brown gibi Kayıp Sembol'ün peşinde koşmasına gerek yok! Sembol ortada çünkü, lale...
Şimdi deniyor ki; "Türkiye'nin EURO 2016 ev sahipliğini kazandığı takdirde, stadyum harcamalarına 400 milyon Euro, turizm harcamalarına 1 milyar Euro, reklam ve tanıtım harcamalarına 250 milyon Euro yatırım yapılacak. UEFA için en önemli konuların başında, on binlerce seyircinin bir şehirden diğerine ulaştırılması geliyor. Bu doğrultuda, havaalanları, tren istasyonları, otobüs garları, şehirlerarası taşıma, şehir içi toplu taşıma ve stadyuma ulaşım konularında yatırımlar yapılacak."
Bunların yapılacak olması güzel. İnşallah hayata geçirilme fırsatı doğar. Bu organizasyonun alınmak istenmesindeki en önemli neden ekonomiye katkı sağlamak. Peki ama ekonomik anlamda her geçen gün daha da batarken, tüm bunlar hangi kaynakla olacak, nasıl yapılacak? Tabii ki mevcut olan vergiler daha da artırılarak ve yeni vergiler var ederek. Yani ümüğümüzü daha da sıkarak. Bakın kimse lütfen yanlış anlamasın, olmasın demiyorum olsun inşallah da alırız ama sadece 1 ay için ekonomimize hareket getirecek olan organizasyon için inanın ve düşünün yıllarca burnumuzdan getirecekler. Daha birkaç gün önce İstanbul'da kısa kulvar yüzme şampiyonası düzenlendi. Yüzme tarihinin en büyük skandallarından biriydi. 2007'nin sonunda şampiyonanın hakkını alan yetkililerimiz geçen 2 yıllık sürede bir tesis inşa edemedi ve ne oldu? Basketbol salonunu yüzme havuzuna çevirdik. Skandal! Hızlı tren dediler, raydan çıktı insanlar öldü. Skandal!
Aslında 2016 adaylığımızın logosu herşeyi anlatıyor. Futbol topunun yanında lale motifleri. Son dönemde sürekli olarak kendimize laleyi simge olarak seçmemizi artık daha iyi anlayabiliyorum. Lale deyince benim aklıma Lale Devri, Lale devri deyince de zevk ve sefa, zevk ve sefa denince de aklıma toplum meselelerinden uzaklaşma, uyutulma gelir, gerileme gelir. Yani şu an içinde bulunduğumuz duruma en yakışan simgedir lale. O devirde halkın büyük bölümü sıkıntı yaşarken İstanbul'da yaşayan bazı devlet büyüklerinin rahat bir yaşam sürdürmeleri, eğlenceye düşkünlükleri huzursuzluklara sebep oluyordu. Bunun yanında halka güzel gözükmek, onları uyutmak, hoşnut kılmak için de camiiler, çeşmeler inşa ediliyor, matbaa ve fabrikalar açılıyordu. Yani birileri zevk ve sefalarını makyajlıyorlardı anlayacağınız. Bunun yanında da esnafa sürekli yeni vergiler yüklüyor, böylece halkın alım gücü düşüyor, hoşnutsuzluk artıyordu. Ne kadar da tanıdık geliyor değil mi bu yaşananlar!
Şimdi de modalardan biri futbol(diğerlerinden biri de tv dizileri). Futbolla yatırıyorlar bizi futbolla kaldırıyorlar. Hakemler, kavgalar, şike iddiaları, seks skandalları, transfer dedikoduları, ileri geri oynat canımcılar vs. Bir numaralı uyutma aracı yani. Futbolun bizi uyutmasına yardımcı olan yan aktörler de televizyon yayınları(hepsini bir tutmuyorum) ve bahis oyunları. Bağlayacağım zira bilgisayar başından kalkmam lazım. Şu anda da bir nevi modern lale devri yaşıyoruz. Logoyla da gözümüzün içine açık açık sokuyorlar nelerin döndüğünü. Yani kimsenin Dan Brown gibi Kayıp Sembol'ün peşinde koşmasına gerek yok! Sembol ortada çünkü, lale...
22 Aralık 2009 Salı
ŞİKE SKANDALINDA BİR TÜRK
Takım ya da futbolcumuz olmayabilir belki ama bir şekilde bu işe adımız karışmazsa(!) olmaz. Bochum savcılığının yürüttüğü soruşturma kapsamında Almanya'da hakemlik yapan Çetin Sevinç'in şüpheliler kapsamına alındığı ve maçlarda görev almasının yasaklandığı açıklandı. Suçu ispatlanana kadar suçsuzdur ama Almanya Futbol Federasyonu bundan sonrası için kendisine yasak getirdi. Sevinç bu sezon ikinci ligde 5, bölgesel liglerde 5 olmak üzere 10 maçta düdük çalmıştı.
ZIDANE'IN GURURU
LEMERRE & ÖZAT
Ümit Özat ve Roger Lemerre. Ne alaka diyebilirsiniz, şahsen ben diyorum. Bu ikili büyük ihtimalle birbirleriyle ilk kez karşılaştı. Bunu başaran(!) da Ankaragücü. Heee bu başarıdan bir başarı çıkar mı emin değilim. Biri son yıllarını Almanya'da geçirip Köln'de kısa bir süre yardımcı antrenörlük yapan ve Fransızca bilmeyen, diğeri ise Fransa milli takımını 2000 Avrupa şampiyonu yapan, teknik direktörden de öte bir öğretmen gibi kabul edilen ve Fransa dışında Avrupa'da ilk kez kulüp takımı çalıştıracak biri. Aslında bu gelişme Ankaragücü ve Ümit Özat'ın yol haritasını açık bir şekilde ortaya koyuyor. Ümit "Türkiye'de yardımcı antrenör olarak çalışmayı düşünmüyordum ama Lemerre gibi bir teknik adam olunca kabul ettim" dedi. Ankaragücü'nün amacı Özat'ı gelecekte takımın teknik direktörü yapmak. Yani Lemerre sadece kısa bir süreliğine Ümit'e öğretmenlik yapacak. Peki Lemerre doğru tercih mi? Boşta olanlar arasında doğrudur ama uygun mudur tartışılır. Ankaragücü'nün sezonun geri kalanında Lemerre'den sihirli bir değnekle takıma dokunmasını umduğunu sanmıyorum. Amaç sadece Ümit'in biraz daha pişmesi. 6 ay sonra Lemerre olmaz, Ümit de Ankaragücü'nün başına geçer.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)