15 Haziran 2010 Salı

4. GÜNÜN ARDINDAN

Dünya Kupası'nın 4. günü de geride kaldı ve bugün de umduğum gibi geçmedi. Acaba beklentilerimi turnuva öncesi çok mu büyük tuttum? 11 maçın ardından iki takımın da oyunu zaman zaman domine ettiğini, bir iki futbolcunun sazı ele alıp takımını yönlendirdiğini göremedik. Ayağına topu alınca heyecanlanmamızı sağlayan bir futbolcu da çıkmadı. Belki biraz Messi biraz da Mesut Özil. Mücadele eden 22 takımdan 9'unun gol atamaması ve sadece Almanya-Avustralya maçında 3 gol ve üstünü izlemiş olmamız şu ana kadar bir hayal kırıklığı olarak köşede duruyor. Bu dünya kupasının en güzel enstrümanlarından biri süper slow motionlar galiba. Topa kafa vuran bir futbolcunun yüzünden etrafa saçılan su damlacıklarını, şekilden şekile giren yüz ifadelerini, havada uçuşan çimleri görmek son derece çok zevkli.

Dünya Kupasının hücum organizasyonlarında en tehlikeli takımı olması beklenen Hollanda da Danimarka karşısında bu beklentiye yaklaşamadı. Portakalları galibiyete taşıyan ilk golün de rakibin kendi kalesine (Fifa, golü Simon Poulsen'den alıp Daniel Agger'e yazmaya karar verdi) atmasıyla gelmesi de bunun en güzel kanıtıydı. Bunda Danimarka'nın gücü uyarınca savunma ağırlıklı oynamasının payı da büyük. İkinci yarıda tek bir şut bile atmadılar. İkinci yarıda oyuna giren Elia, Hollanda'ya hareketlilik kazandırdı. Marwijk, Van der Vaart'ın yerine ikinci maçta ona ilk 11'de görev verirse daha mutlu olacağım desem de Robben'i izleriz bundan sonra.

İtalya-Paraguay maçında ise mücadele gücü üst düzey, futbol kalitesi açısındansa bu turnuvaya yakışan bir performans izledik. Futbol evet hatalar oyunudur. Ama şu ana kadar atılan gollere bakarsanız neredeyse yarısında kalecilerin bariz hataları olduğunu görürsünüz. Biraz fazla oldu yani. Bugün bunlara Paraguay kalecisi Villar da eklendi. Arkadaşım Ata İsmet güzel söyledi, "Pirlo'suz İtalya sossuz makarna gibiydi" dedi, kendisine katılıyorum ve ekliyorum, Zidane'sız bir dünya kupası da aynen öyle. İkinci yarıda yerini sırtındaki sakatlıktan ötürü Marchetti'ye bırakan Buffon'un da 2 günlük dinlenmenin ardından birşeyinin kalmayacağı açıklandı.

Futboldan sonra beklentilerimi yıkan bir başka haber de Fifa'dan geldi. Vuvuzela'nın yasaklanması söz konusu değil dediler. Tecavüz kaçınılmazsa diye başlayan, çok sevmesem de şu anki duruma çok yakışan bir cümle geliyor aklıma. Bundan sonra zevk almayı bileceğiz başka çare yok.

Son not olarak Pele'nin yine o yılan dilini çıkardığını ekleyelim. "Maradona işsiz ve paraya ihtiyacı olduğu için milli takımın başına geçti. Tüm suç onu o koltuğa oturtanlarda" şeklinde bir açıklama yaptı. Maradona umarım en güzel cevabı Arjantin'e en azından bir yarı final oynatarak verebilir.

Birkaç fotoyla da bitirelim;

6 yorum:

SirEvo dedi ki...

Yazının tamamını okudum ama en baştakine cevap vereyim. İlk maçlar olduğundan durum böyle bence. Takımlar kasmıyorlar, 1-0 olsun bizim olsuna gidiyorlar.
2. hatta 3. maçlarda asıl heyecan başlayacak ve finale kadar da hiç bitmeyecek bence. Ah bir de şu zımbırtı olmasa çok daha keyifli olurdu ama olsun. Hele şu ilk maçları atlatalım da, gerisi güzel güzel gelir.

mre dedi ki...

Bence de karamsar olmak için daha erken. takımların risk alma zamanı geldiğinde, iddiasız hale geldiklerinde veya son şansları olduğunda çok daha çekişmeli maçlar olacak. bir de sahada olanlar dışında tonla hikaye var sizin de yazdığınız gibi onlar da güzel. mesela; şu cep telefonu için "yıllarca emek verip yer yapmış" ablaya ne demeli?

armandolionel dedi ki...

pele akıllı ol!!!

Unknown dedi ki...

Zidane gibi oyuncular da giderek azalıyor üstelik. Ribery Ribery dedik, Zidane'ın oyun zekasının yarısı yok bence kendisinde. Bu arada ben son fotoğrafı çok tuttum :)

TA dedi ki...

skorlarda mourinho etkisi olabilir.

varol döken dedi ki...

o gol sevincini yaşatan ben olmak isterdim...

bekle beni paraguay:)