2 Ocak 2009 Cuma

75.000.000 €


Torino kökenli Tuttosport sallamış yine; "Juventus Barcelona'ya Messi için 75.000.000 € önerecek."

BLOG DÜNYASINDAKİ İLK YAZIM

Ben blog tutmaya 3 Eylül'de blogcu'da başlamıştım sonrasında blogspot'a geçtim. Bugün blogcu'daki eski yazılara bakarken yavaş yavaş geçmişe doğru gittim ve ilk yazımı görünce duygulandım. Blog dünyasındaki 4. ayımı dolduruken o ilk yazıyı yine sizlerle paylaşmak istedim.


Yurtdışında tuttuğum ilk ve tek takımdır Arsenal. Hayatımdaki en büyük arzum ve hırsım da hep maç anlatmak olmuştur. Spor spikerliği kariyerimdeki ilk maçım ise tahmin edin kimin maçıydı. Arsenal'in M'boro ile 2003 - 2004 sezonunda Highbury'de oynadığı maçtı. Ntv'de maçı anlatacağım başlama düdüğünden sadece 15 dakika önce belli olmuştu. Nasıl mı? Hayatımda hep son dakika gollerinin yeri çok fazla olmuştur. Maçı anlatması gereken Osman Sakallıoğlu'nun maçı anlatacağından haberi yok her nasılsa! O an Ntv spor servisindeki tek spiker benim. Arıyoruz Osman'ı.

- Osman nerdesin,

- Evdeyim,

- Ee maç var,

- Ne maçı,

- Haydaaaa...

- Ali çabuk kalk maç anlatıyosun!

Hazırlık yapmamışım, elimde ne bir bilgi var, bırakın bunları daha önceden 90 dakika maç anlatmamışım ve Premier Lig'den maç anlatacağım. Ellerim ayaklarım titremeye başladı. Oturdum ve ilk 5 dakikadan sonra nabzım normale döndü. Henry attı ben coştum, Pires attı Arsenal coştu, hep birlikte coşmuştuk o gün. Bugün artık Bergkamp yok, Pires yok, Ljunberg yok, Vieira yok, Overmars yok, herşeyden önemlisi adamım Henry yok. Altın bir kadroydu gerçekten. O sezon Henry 30 golle kral, Arsenal 90 puanla Chelsea'nin 11 puan önünde şampiyon olmuştu. Şimdi Arsene Wenger çok genç bir kadro kurdu ama şampiyonluğa oynaması imkansız gözüküyor.

ANELKA'DAN BİR HİKAYE


Paris Saint Germain, Arsenal, Real Madrid, M. City, Fenerbahçe, Bolton takımlarından geçen, Chelsea'de devam eden bir kariyer. Her transferinde eski takımına büyük paralar kazandıran Fransız'ın futbolculuk hayatında yaşadığı birçok ilginç olay da var. Özellikle gençlik döneminde sıkıntılı günler yaşamış, tam anlamıyla stajyer muamelesi görmüş. 1999'da Real Madrid'e transfer olduğunda yaşadıklarından biraz bahsedelim. Madrid'de başta Raul ve Hierro olmak üzere birçok futbolcu onu hoş karşılamamış, hoşgeldin bile dememiş. Anelka soyunma odasındaki ilk gününü şöyle anlatıyor; "İlk gün beni soyunma odasında kimse oyuncularla tanıştırmadı. Benim için hazırlanmış bir dolap olmadığı gibi benim için herhangi bir yer de ayrılmamıştı. Bu yüzden herkesin oturmasını bekledim. Ondan sonra üzerimi değiştirebileceğim bir köşeye geçtim. Hatırladığım ilk şey Samuel Eto'o ve Geremi'nin yanıma gelip "dikkatli ol, çünkü oyunculardan bazıları başkanla görüşmeye gitti. O'na Morientes varken neden seni transfer ettiğini soracaklar" dedi. Bunu bana söylemelerinden sonra kendimi çok kötü hissettim. Tüm hayallerim yıkıldı. O an anladımki bazı şeyler beklediğim gibi olmayacak. Real Madrid'de de 1 yıl kalmamın en önemli sebebi bu." Anelka hayalkırıklığı ile başladığı sezonun ilerleyen haftalarında zaman zaman taraftarlarla, zaman zaman oyuncu arkadaşlarıyla zaman zaman da teknik direktör Vicente del Bosque ile sorunlar yaşadı. Antrenmana katılmak istemediği için 45 günlük bir ceza bile aldı. Ama Real Madrid'e özellikle şampiyonlar liginde çok faydalı oldu. Yarı finalde Bayern Münih ile oynanan iki maçta da gol attı ve takımını doğup büyüdüğü şehir olan Paris'teki finale taşımayı başardı. Valencia ile oynanan maça ilk 11'de başladı, 79 dakika sahada kaldı ve Real Madrid maçı 3-0 kazanarak kupayı müzesine götürdü.

2008'İN EN İYİ AVRUPALISI


La Gazzetta'nın 30 yıldır oylamaya sunduğu yılın Avrupalı basketbolcusu anketinde 2008'de İspanyol Pau Gasol birinciliği elde etti. İkincilik yine İspanyol Rudy Fernandez'in, üçüncülük milli oyuncumuz Hidayet Türkoğlu'nun oldu. Hedo'nun Tony Parker ve Dirk Nowitzki gibi isimleri geçmesi büyük bir iş heralde!

1 Ocak 2009 Perşembe

NİHAT KAHVECİ'NİN HEDEFİ


Villarreal pazar günü Santiego Bernabeu'da Real Madrid'le karşılaşacak. Nihat Kahveci AS'a verdiği röportajda hedefinin Villarreal'in 500. golüne imza atmak olduğunu söylemiş.

31 Aralık 2008 Çarşamba

MUTLU YILLAR


Sevgili Blogger'lar,
Herşey 2009'da gönlünüzce geçsin ama herşeyden önce Allah sağlığımızı bozmasın, ihtiyacı olanlara da sağlık versin!


LA GAZZETTA'NIN ANKETİ

Chi è il migliore Under 21 che gioca nei campionati europei?
(Avrupa'da 21 yaş altı en iyi oyuncu)

Aguero (Atletico Madrid)59.9%
Bojan (Barcellona)13.4%
Walcott (Arsenal)10.8%
Di Maria (Benfica)6.1%
Mesut Ozil (Werder Brema)1.6%
Anderson (Manchester United)1.4%
Busquets (Barcellona)1.3%
Richards (Manchester City)1.1%
Capel (Siviglia)0.9%
Rafael (Manchester United)0.8%
Banega (Atletico Madrid)0.7%
Denilson (Arsenal)0.7%
Rui Patricio (Sporting Lisbona)0.5%
Marcelo (Real Madrid)0.5%
Renato Augusto (Bayer Leverkusen)0.4%

Anket devam ediyor, oylama burada

MEHMET YILDIZ ANKETİ

İBRAHİM ALTINSAY'DAN NEFİS BİR YAZI


YILIN FUTBOLCUSU: ANDRE LUIS GARCIA

İki büyük’, ‘üç büyük’ tartışmaları hikâye... İktidarın merkezine yürüdükçe muktedirler tekçiliğe, mutlakiyetçiliğe doğru evriliyor. Fenerbahçe ve Galatasaray yöneticilerine göre tek büyük var: Kendileri... Baş başa kalsalar birbirlerini yerler, memlekette futbol falan kalmaz.. Denizli’de şampiyonluğu kaybedeli beri Fener yönetiminin yaptıklarını bir hatırlayın. Ali Sami Yen’deki ‘Pet Şişe Derbisi’ni de...
Bu kafadaki yöneticilere kalsa, takımı onlar yönetecek, sahada onlar oynayacak, tribünlerde kopyaları oturacak. Bir hareketleriyle tribünler susacak, bir hareketleriyle bağıracak. Ancak o zaman rahat edecekler.
Aziz Yıldırım, rüyasında Şampiyonlar Ligi finalini falan değil, sadece Fenerbahçe’nin ve kendi kurduğu takımların oynadığı bir lig görüyor olabilir. Ne güzel; ‘tek başkan, tek takım, tek şampiyon!’
Tekçiliğe mutlakiyetçilik eşlik ediyor. Her yere egemen olacaksınız. Her kurula ve kuruma adamlarınızı koyacaksınız. Herkes sizin küçük bir kopyanız olacak. Sahada ve saha dışında sizin doğrularınız işleyecek, borunuz ötecek. ‘Kural hatası-Hakem hatası ayrımı’, ‘kart isteyene kart göster’ gibi saçmalıklar boşuna icat edilmiyor. Böylece sahadaki hakemin üzerinde bir otorite kuruyorsunuz. Oyun Kuralları kitabındaki “Hakemin kararları nihai ve kesindir” hükmü bir şey ifade etmiyor. Hakem kurmalı bir robota dönüyor. “Kart işareti gördüğünde kartı otomatik çıkarması” isteniyor. Yoksa ağbiler kızar. En ideali, hakemlerin kulaklıklarını MHK Başkanı’na, ya da yorumculara ya da kulüp yöneticilerine bağlamak... Ya da hakemleri uzaktan kumandayla yönetmek. Siz o zaman görün protokol tribünündeki ‘kumanda kapma’ savaşlarını!

Bir top, bir saha, bir de...
Haydi ekonomide, siyasette tekçilik ve mutlakiyetçilik peşinde koşun ama futbolda bu mümkün mü? Futbol zaten yarışma demek değil mi? Öteki takımlara gerek duyan bir oyun değil mi? Hem de öyle bir oyun ki, futbolculara satranç taşları gibi hükmedemiyorsunuz. Sizin iradeniz dışında gelişen sayısız etmen yazıyor bir maçın senaryosunu...
O zaman şöyle bir akıl yürütelim: “Futbol ne olmazsa oynanamaz?”
FIFA’lar, Federasyonlar, PFDK’lar olmazsa oynanır mı? Oynanır; futbol çıktığında bunlar var mıydı?
Başkanlar, yöneticiler olmazsa oynanır mı? Oynanır; yöneticiler mi sahaya çıkıp top koşturuyor? Yöneticiler olmazsa futbol, daha iyi oynanır mı bilemem ama kesin daha huzurlu oynanır.
Basın, televizyonlar, naklen yayınlar olmazsa oynanır mı? Oynanır. Üstelik herkes çoluğuyla çocuğuyla maç izlemek için statlara gider,
yerel takımların gücü artar. Futbol o yitik altın çağına geri döner.
Ya hakemler olmazsa? Hemen ‘oynanmaz’ demeyin. Mahalle maçlarına bakın. O hakemsiz maçlarda daha fazla mı tartışma oluyor?
Zaten tartışmalar çığırından çıkınca iş futbol olmaktan çıkıyor, maç yarıda kalıyor. ‘Pet
Şişe derbisi’nde olduğu gibi zorla maç bitirtilmiyor. Yabancılaşma yok.
Futbol için olmazsa olmazlar çok az yani: Bir top, biraz düzce bir alan ve iki takıma bölünmüş oyuncular... Zaten bu yüzden bu oyun her insan evladı tarafından oynanıyor, seviliyor.
Yoldan geçerken top oynayanlara gözünüz takıldığında futbolun ikinci temel öğesi devreye giriyor: Seyirci... Zevk aldığı için futbolu izleyen seyirciler bir sonraki aşamada, değişik takımlara gönül vermiş taraftarlara evriliyor.
İşte çağdaş futbol bu iki temel öğeden, yani futbolcudan ve seyirciden oluşuyor. Okul avlularında, sokaklarda hava kararına kadar top peşinde koşan çocuklar olmasa, her hafta ekmek parasından ayırıp maçlara giden seyirciler olmasa ne Aziz Yıldırım’lar olur,
ne ‘kral’ Hakan Şükür’ler, ne federasyonlar, MHK’lar, ne de yorumcular, televizyonlar...

Dokunmayın Luis’ime
Muktedirler, teklik ve mutlakiyet peşinde koşarken aslında futbolun temel öğelerinin, yani futbolcuları ve taraftarların sırtına basarak, onları ezerek yapıyorlar bunu. Bu süreç ilerledikçe şampiyonluğa oynayan takımların bile tribünleri boşalıyor. ‘Dünya derbisi’ denilen maçlar tek taraftarlı maçlara dönüşüyor. (Dünya Derbisi görmek isteyenler
Boca Juniors - River Plate rekabetinin anlatıldığı belgesele baksınlar lütfen. Boca’lılar, River’ın stadına kaç kişi ve nasıl gidiyor?)
Muktedirler ‘kulübün ortak çıkarı’ gibisinden şeyleri öne sürerek öteki takımlara karşı
düşmanlık körüklüyor. Böylece kendi yetersizliklerinin üzerini örtüyor. Borç paraya, kongre oyunlarına, sınırlı bir ‘ayrıcalıklı üye’ grubuna, belediye bütçesine falan dayanarak ele geçirdikleri iktidarlarını dokunulmaz ve ebedi hale getiriyorlar.
Oysa futbolcuların ve taraftarların tek bir çıkarı var. Futbolun çeşitlilik içinde, hakça bir yarışma olarak oynanması... Sadece sizin tuttuğunuz takımdan oluşan bir lig olur mu?
O zaman futbolculara ve seyircilere isyandan başka bir şey kalmıyor. Futbolun daha saydam, daha demokratik, daha katılımcı, daha yarışmacı ve daha adil oynanmasını isteyecekler. Futbol ekonomisinin dev boyutlara ulaştığı, taraftarı ve futbolcuyu baştan çıkaracak bir sürü elma şekerinin uzatıldığı günümüzde güçlerini göstermeleri zor bu ama başka çare var mı?
Bu bakımdan benim için 2008’in futbolcusu Botafogo’lu Andre Luis Garcia... Hatırlarsanız, Estudiantes’le oynadıkları Güney Amerika Kupası maçında hakemden ikinci sarıyı gördü. O da gitti, hakemin elinden sarı kartı çekip aldı, hakeme gösteriverdi... Gerçi bu ilk sabıkası değilmiş, bir keresinde kırmızı görünce polis zoruyla sahayı terk etmiş. Olsun, o hareketiyle, “O kadar uzun boylu değil kardeşim, biz de futbolcuyuz, bırak oynayalım, ona kart, buna kart, ne oluyor” der gibiydi.
Doğru yanlış böyle içinden geleni yapan futbolcular hoşuma gidiyor. Sarı kart göstermek için çağıran hakeme “Sen gel” diye dayılanan ama sonra kuzu kuzu giden futbolcular gibi yapmıyorlar. Çaktırmadan bir şeyler yapıp sonra “N’oldu?” diye numara çekmiyorlar. Sadece kazandıkları maçlardan sonra ‘melek’ kesilmiyorlar... Bizim Hasan Şaş gibi ne hissediyorlarsa öyle davranıyorlar.
Yılın futbolcusunu seçince seyircisini seçmemek olmaz. Yılın seyircisi, Trabzonspor maçının ikinci yarısında, takımına katı defans oynattığı için teknik direktörünü istifaya çağıran Bursaspor seyircisi... Ne yaptılar? Küfür etmediler, ırkçılık yapmadılar, kan davası gütmediler. Sadece takımlarının kale önüne kapanmasını kabul etmediklerini ilan ettiler. Hem de bütün bir stat olarak...
Maçtan sonra teknik Direktör Kurtar, “Ben Emrah’a savunmadan ayrılma demiştim, o takım çıkmasın anlamış” gibisinden topu futbolcuya atan ama asıl niyetini itiraf eden bir şeyler söyledi zaten.

Cepler ve yıllar
İşte böyle... Parayla büyüklük olmuyor. Tek ya da iki takım kalınca zaten büyüklük bile kalmıyor. Birbiriyle büyüklük kavgası yapan iki küçük kalıyor sadece... Kriz var. İhsanlar, sadakalar, bir yerden gelen çıkmalar olmazsa muktedirlerin cebinde para olmayacak yeni yılda.
Sizin ise bir cebinizden tuttuğunuz takımın, öteki cebinizden isyanın bayrağı eksik olmasın.

Radikal gazetesindeki köşesinden.

Görüş: Türkiye'nin en iyi yorumcularının başında geliyor. Hem tv programlarında, hem Premier Lig maçlarında hem de gazetedeki yazılarında Türkiye'deki yazar-yorumcu profilinin kesinlikle üstünde.

Not: Andre Luis Garcia'nın kırmızı kartı burada

MILAN'IN DUBAI GEZİSİ - 2



ORTA PARMAK

Groningen teknik direktörü Ron Jans'ın hakeme çektiği hareket. Ama korkuyorsan yapmayacaksın!

İŞTE REKORTMEN


Chippenham'ın golcüsü David Pratt'ın maçın 3. saniyesinde kırmızı kart görmesine sebep olan faulü. Maç başlamadan önce hakemin elini sıkıyor ve gayet mutlu gözüküyor. Belliki plan kafada hazır, uygulamaya geçmek için sabırsızlanıyor. İkili arasında bir husumet olduğu(eski kız arkadaş vakası olabilir) apaçık ortada. Açık olmayansa neden maçın başlamasını beklediği! Tribündergi'de güzel bir yorum vardı; "Oğluna belki de futbolculuk hayatında 3. saniyede kırmızı kart görerek rekor kırdığını ve gündeme oturduğunu anlatacak" Bir taşta iki kuş vurmak buna denir o halde!

30 Aralık 2008 Salı

NE OLACAK BU DOĞALGAZ'IN HALİ?

Dünyanın en büyük doğalgaz üreticisi Rus Gazprom, artan borçları karşısında devlet tarafından kurtarılmak üzere yardım bekliyor. Türkiye'nin de en büyük müşterilerinden biri olduğu Gazprom'un hisselerinin piyasa değeri, petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki hızlı düşüşle temmuz ayındaki 360 milyar dolarlık düzeyinden 85 milyar dolara geriledi.


Haber buraya kadar ekonomiyi ilgilendiriyor. Spor'u ilgilendiren kısmı ise Gazprom'un petrol kolunun sahibinin Chelsea'nin sahibi ve başkanı Roman Abramovich olması. Peter Kenyon bundan birkaç hafta önce devre arasında transfer yapmayı düşünmediklerini açıklamıştı. Bunun sebebi bugün daha iyi anlaşılıyor. Abramovich'in ekonomik krizin ardından servetindeki düşüş onun İngiliz kulübüne yapacağı yatırımları da engellemiş durumda. Zaten 500 milyon sterline yakın bir para harcadı daha ne harcayacak?


Kasası ne kadar boşalırsa boşalsın yine de çok büyük bir servete sahip olduğu açık. Sadece ünlü yatı 200 milyon sterlin yani yaklaşık 500 milyon ytl değerinde. Özel helikopter pisti ve korsanlara karşı savunma sistemine sahip olan yatı satsa Chelsea'den bir tane daha alabilir.


Bu haberin beni ve benim gibileri ilgilendiren kısmını ise bir soruyla aktarıyorum. Petrol ve doğalgaz fiyatları mademki düşüyor, bizim doğalgaz fiyatlarında niye indirim olmuyor?

RIBERY SENDROMU-2

Dünkü bu yazının ardından bugünkü Marca'nın kapağı "REAL MADRID BENİ BÜYÜLÜYOR"

L'EQUIPE 2008 ALL-STAR

GAZETECİLERİN EN İYİ 11'İ


Vidic'in yerine Puyol'u koyarım. Kaka'sız bir 11 düşünemem. Onu da forvet arkasına koyar. İleride İbrahimoviç'i yalnız bırakırım.

FUTBOLSEVERLERİN EN İYİ 11'İ

ARAP MILAN (İZLE VE EĞLEN)

MILAN'IN DUBAI GEZİSİ-1

Milan'lı futbolculardan çok uçağın lüksü dikkatimi çekti. Nasıl bir uçaktır bu! Araplar özel mi gönderdi acaba? Burunlarının dibinde çocuklar kadınlar öldürülürken adamlar altın kaplı tuvaletlere yapıyorlar, bu uçak da onlarındır kesin.



29 Aralık 2008 Pazartesi

ZICO CSKA MOSKOVA YOLUNDA


Geldi Fenerbahçe'yi şampiyon yaptı, ardından gitti Bunyodkor'u şampiyonluğa taşıdı Özbekistan'da. Şimdi ise Brezilyalı futbolcularıyla ünlü Rusya'nın CSKA Moskova takımına gidiyormuş.

YILMAZ VURAL'IN SEYİR DEFTERİ


"36.789'uncu takımla da işim bitti, 36.790 olur mu bilmiyorum, takdir Allah'tan!"

Kocaelispor'la yollarını ayıran Türk futbolunun en deneyimli teknik adamlarından Yılmaz Vural'ın yaptığı rivayet edilen açıklaması...


"Bırakın ulaaaaan bir takım daha çalıştıracam, valla çalıştıracam tutmayın beni!"

YOK DAHA NELER!


İngiltere'de amatör küme takımlarından Chippenham Town'ın forvet oyuncusu David Pratt, maçın 3. saniyesinde gördüğü kırmızı kartla tarihe geçti. Bu haberi okuduğumda gözlerime inanamadım. Araştırdığımda haberin doğru olduğunu anladım. Maçın 3. saniyesinde bir adam rakibine sert girerek kırmızı kart görür mü, pes vallahi! Yapılan yorumlar Pratt'ın rakibinin neredeyse bacağını kıracağı yönünde. İki futbolcu arasında geçmişten gelen bir husumet olduğu, Pratt'ın intikam ateşiyle maça çıktığı ortada. Başka ne olabilirki! Bunu ayrıca Baki Mercimek bile yapmaz!


Akıllara Roy Keane'nin Haaland'dan kendisine yaptığı faulün 4 sene sonra acı bir şekilde aldığı intikamı geliyor hemen.

RIBERY SENDROMU


Ribery'nin futbolculuğuna hiç lafım yok. Şampiyonluğa oynayan her takımın kadrosunda ihtiyaç duyacağı, yeri gelince tek başına maç kazandırabilecek bir oyuncu. Galatasaray'dayken Türkiye Kupası'nda Fenerbahçe karşısında ortaya koyduğu futbol halen akıllarda. Bayern Münih'in bu sezonun başında onun yokluğunda ne kadar sıkıntı yaşadığı, oynamaya başladıktan sonra tartışılan Klinsmann'ın koltuğunu nasıl kurtardığını hatırlarız. Fransız'ın basamakları birer birer çıktığını gözönüne alırsak Bayern'den sonraki durağı büyük ölçüde daha büyük liglerin daha büyük takımları olacaktır. Barcelona, Real Madrid, Manchester United, Chelsea, Milan ya da Inter vs. Gelelim işin bir de ahlaki yönüne. Ribery benim için bu anlamda çok da güzel şeyler ifade etmiyor. Bayern Münih kulübü yönetimi ve teknik heyeti ona çok fazla bel bağlamazsa iyi eder. Çünkü Ribery'nin sağı solu hiç belli olmaz. O Maldini, Xavi, Raul, Kahn ya da Bülent Korkmaz tipinde bir oyuncu değil. Karakteri gereği bir takıma çok fazla bağlanabilen, takımı için uzun yıllar hizmet verebilecek biri olamaz. Klasik Ribery sendromunu çok yakında Bayern'in de yaşayacağını düşünüyorum. Fransız kısa bir süre sonra sıkılacak ve hayatında değişiklik isteyecek. Aldığı tekliflerden birini de hemen değerlendirerek Bayern Münih'i terkedecek. Buna gerekçenin para olacağını da zannetmiyorum, Bayern'de de oldukça iyi kazanıyor. Bu noktada Alman kulübünün, sahip olduğu profesyonellikle, 30 milyon euro ödediği Fransız'dan en iyi kârı elde edeceğine şüphem de yok. Onu elinden kaçıran, ondan kazanamayanlar düşünsün!


Son gelişmeler de ortada; Ribery'nin Nisan 2005 - Mayıs 2007 arası sahte evrak ve yalan beyanla mahkemeyi aldattığı iddia ediliyor. Eski menajerinin bu yönde iddiaları var. Olayın Ribery'nin eski ve yeni menajerleri arasındaki bir husumetten kaynaklandığını da düşünebiliriz. Neticede ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Ribery'nin her zaman bir gizemli tarafı, bir Issız Adam tarafı var. Yukarıda anlatmaya çalıştıklarımın ışığında Ribery'i alacak kulübün futbolculuğunun yanında ahlaki tarafını da gözönünde bulundurması gerekiyor. Kimbilir ne zaman ne yapacağı belli olmayan tarzında 2 yaşındayken geçirdiği trafik kazasının yarattığı travmanın da payı olabilir!