1 Mayıs 2010 Cumartesi

LOUIS VAN GAAL VE FRANK RIJKAARD

Bir tarafta Louis van Gaal, diğer tarafta Frank Rijkaard. Kariyerleri başarılarla dolu iki Hollandalı. Sezonu biri en üst noktada kapatmaya çok yakınken, diğeri ise eli boş noktalıyor. Takımlarının başına bu sezon geçen ikiliyle ilgili birşeyler karalayacağım. Ancak amacım kesinlikle bir yargıya varmak değil. Sadece çok derine inmeden, spekülasyonlara girmeden somut şeylerle ikisini kıyaslamaya çalışacağım.

Louis Van Gaal, Bayern Münih'i 4 gün önce şampiyonlar ligi finaline taşımasının ardından "bugün de" lig şampiyonluğuna ulaştırdı. Her sezon Bundesliga'ya en büyük şampiyonluk adayı olarak başlayan Bayern için bu zafer kuşkusuz, son 14 yıldaki 9. şampiyonluğu olduğunu da gözönünde bulundurursak, sürpriz sayılmamalı. Bundesliga'da diğer 5 şampiyonluğu ise farklı takımlar kazandı; Kaiserslautern, Stuttgart, Werder Bremen, Borussia Dortmund ve Wolfsburg. Yani Bundesliga'da Bayern'in ambargosuna her sezon son verebilecek başka bir takım çıkma potansiyeli oldukça yüksek. Bu sezon da Schalke makus talihine bir kez daha yenilerek o direkten döndü.

Peki her sezon formasını koysanız şampiyonluğun en güçlü adayı olan takıma gelen Louis Van Gaal nasıl bir takım aldı ya da kurdu? Gelen ve giden "önemli isimleri" sayalım. Gelenler; Hamburg'tan Olic, M'Gladbach'tan Baumjohann, Heerenveen'den Pranjic, Stuttgart'tan Mario Gomez, Real Madrid'den Arjen Robben, Zenith'ten Tymoshchuk, altyapıdan da Badstuber ve Thomas Müller... Borowski Bremen'e, Lucio Inter'e, Podolski Köln'e, Baumjohann Schalke'ye giderken, Toni devre arasında Roma'ya, Ottl Nurnberg'e, Sosa Estudiantes'e kiralandı. 8 futbolcu geldi A takıma, devre arasıyla birlikte 7 futbolcu gitti takımdan. 4-5 oyuncu dışında kabuk değiştirdi resmen Bayern Münih. Ancak Louis Van Gaal bu yepyeni takımdan bir lig şampiyonu ve olası bir şampiyonlar ligi şampiyonu yaratmayı başardı. Üstüne üstlük sezona da çok kötü başlayıp ilk lig liderliklerini 24. haftada elde etmelerine rağmen. Yani Hollandalı ikinci bir sezona gerek duymadan başarının altına imzasını attı. Sezonun ilk yarısında zaman zaman tartışılmasına rağmen, sezon sonuna gelindiğinde taraftarının ya da yönetiminin kendisine sabır göstermelerine ihtiyaç duymadığı bir pozisyona ulaştı. Takımın önemli golcülerinden Toni'yi gönderip altyapıdan gelen Müller'i ve yine defans oyuncusu Badstuber'i A takıma kazandırmayı da başardı aynı zamanda. Yönetiminin de doğru kararlar vermesinde, takımı doğru yönetmesinde yardımcı oldu.

Bir diğer Hollandalı'ya bakalım şimdi. Frank Rijkaard 1 sezonu boş geçirmesine rağmen bugünkü Barcelona'nın temellerini atmış teknik adam sıfatıyla geldi Galatasaray'ın başına. Ancak sezon sonuna gelindiğinde mücadele ettiği 3 kulvarda da hüsran yaşadı sarı kırmızılılar. Skibbe ile başlayıp Bülent Korkmaz ile bitirdiği geçen sezona benzer bir performans sergilemiş oldular an itibariyle. Galatasaray'da Bayern gibi kendi liginde son 13 sezonun (bizim ligimizde şampiyon belli olmadığı için bu sezonu saymıyorum) en başarılı takımı. 7 kez şampiyonluk yaşadılar. Bunun dışındaki 6 şampiyonluğu doğal olarak Beşiktaş ve Fenerbahçe paylaştı. Evet iki rakibi de en az onun kadar güçlü bir şampiyonluk adayıdır her zaman ancak formasını koysanız Galatasaray da Bayern Münih gibi şampiyonluğa oynayacak bir takımdır, genlerinde bu vardır.

Peki Frank Rijkaard nasıl bir takım aldı ya da kurdu? Galatasaray'da gelen ve giden "önemli isimleri" sayalım. Gelenler; M.City'den Elano, O.Lyon'dan Keita, A.Madrid'den Leo Franco, Beşiktaş'tan Gökhan Zan, Bursaspor'dan Mustafa Sarp, devre arasında da bonservisiyle Everton'dan Lucas Neill, kiralık olarak M.City'den Jo, Tottenham'dan Giovani, Cska Moskova'dan Caner Erkin... Mehmet Güven ve Yaser Yıldız Manisaspor'a, Ümit Karan ve Volkan Yaman Eskişehirspor'a, Lincoln Palmeiras'a giderken, devre arasında da Nonda ile yollar ayrıldı. 9 futbolcu gelirken, 6 futbolcu gitti takımdan. Nonda dışında aslında Galatasaray'ın üzerindeki yüklerden kurtulduğunu, milli takım futbolcularının yanına iyi isimler de transfer ederek -en azından kağıt üstünde- Süper lig'de ve Avrupa'da başarıya ulaşmasının sezon başında bakıldığında yüksek bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Uefa Avrupa Ligi ve Türkiye Kupası'ndan elenen Galatasaray'ın "bugün" şampiyonlar ligine katılma şansı da kalmadı. Sezona hem de mükemmel başlamışken -evet sakatlıkların da belki gelinen noktada payı vardır- Rijkaard, sezon sonuna gelindiğinde Almanya'daki vatandaşının aksine taraftarının ve yönetiminin istikrar adına 1 sezon daha kendisine sabır göstermesine ihtiyaç duyduğu bir pozisyona geldi. Yine ne Emre Çolak'ı ne Cem Sultan'ı ne de bir başkasını A takıma monte etti ya da edebildi.

Şimdi Galatasaray camiasının gelecek sezon kendisinden beklediği böyle bir sezonun tekrarlanmaması; Van Gaal gibi yıldızlarıyla, gençleriyle, savaşan isimleriyle takım gibi takım yaratması; takımını doğru yönettiği gibi yönetimine de takımı yönetirken verdiği kararlarda daha fazla yardımcı olması...

29 Nisan 2010 Perşembe

KUPA AFRİKA 24'TE

Çok yorucu ama bir o kadar da keyifli bir günü geride bıraktım. Öğleden sonra Okay Karacan, prodüktörümüz Fatih Çevik, kameramanlarımız Eray Durmuş ve Mahmut Portakal, muhabirimiz Evren Göz, stajyer arkadaşımız Heja ve şoför arkadaşımız Fatih ile birlikte Olimpiyat Stadı'nın yolunu tuttuk. 42 gün sonra başlayacak dünya kupası öncesi yavaş yavaş futbol çoşkusunun havasına girmenin vakti gelmişti. Bu anlamda biz de ekibi toplayıp çalışmalara başladık. 7 kişiyle dış mekanda çekim yapmaya gitmek oldukça havalıydı. Kendimi bir Avrupa televizyonunun ekibinde gibi hissettim. Çünkü bizde maç sonlarına bile bir muhabir ile kameraman gönderilirken adamlar ışıkçısını, sesçisini bile ayrı ayrı yollarlar. İyi bir iş çıkması için her detayı düşünürler ve ona göre adam istihdam ederler.

Neyse, Olimpiyat Stadı'na gitmeyeli uzun zaman olmuştu. NTV'de iken Fuat Akdağ -neyle ilgili olduğunu şimdi hatırlamadığım- bir dosya hazırlamam için yollamıştı en son. Bugün hava dışarıda çekim yapmak için mükemmeldi ama gelin görün ki Olimpiyat Stadı'nda hava güneşliymiş, hiç bulut yokmuş falan farketmez. Ne zaman gitseniz aynı bugün olduğu gibi sizi her yönden esen dondurucu bir rüzgar karşılar. Sahaya indiğimde burada top koşturan futbolculara bir kez daha acıdım. Rakipten çok rüzgarla mücadele vermek zorunda kaldıklarını tecrübe ederek kavrama fırsatım oldu.

Okay Karacan ile birlikte geçtik kameranın karşısına, programın ilk konuğu kendisiydi. Geçmiş dünya kupalarıyla ilgili sohbet ettik, Güney Afrika ile ilgili beklentilerimizi konuştuk, 1994 ve 2006'da canlı maçlar anlatan Okay Karacan'dan birkaç dünya kupası anısı dinledik. 3 saat boyunca stadın tribünlerinde en üst kattan en alt kata kadar, sahanın ortasından kenarlarına kadar birçok yerde çekimler yaptık. Prodüktör arkadaşımız Fatih Çevik'in oluşturduğu senaryoya göre Okay Karacan ile zaman zaman roller de yaptık. Güldük, eğlendik. Değişik bir prodüksiyon olacak, olacak diyorum çünkü yarın en son Fatih'in sihirli ellerinden geçtikten sonra mal ortaya çıkacak. Programın içinde Hasan Er'in hazırladığı Maradona, Güney Afrika ve dünya kupalarında yaşanmış çirkin sahnelerle ilgili dosyalar da olacak.

Kupa Afrika'nın ilk bölümünün yayını cumartesi öğlen 12:15'te, kaçıranlar için tekrarı pazar gecesi 23:30'da 24 ekranlarında olacak. Umarım izleme imkanı bulur ve de beğenirsiniz. Haftaya da başka bir konukla tekrar Olimpiyat Stadı'nın yolunu tutacağız.

ULUBATLI MOURINHO

28 Nisan 2010 Çarşamba

BARCELONA 1 - 0 INTER

Inter finalde Bayern Münih'in rakibi. Sezon başında bu sezon şampiyonlar ligi finalini bu iki takım oynayacak deseler inanmazdık sanırım. Ama futbol bu işte. Barcelona'dan turu almak istiyorsan buna yakın bir futbol oynaman ve mücadele etmen lazım. Skor avantajı Inter'de olduğu için zaten buna yakın bir futbol oynayacakları belliydi ancak Motta atılmasa belki daha farklı da olabilirdi işler. Kırmızı kart pozisyonunda Busquets güzel oynadı güzel oyunun çirkin ama profesyonel(!) yönünü. Yerde yatarken attığı bakış kaçmadı gözlerden. Motta atılmasa belki Inter rakip kaleye biraz daha fazla gitme cesareti bulabilir, Barcelona daha fazla boş alan bulur, pozisyon yakalayabilirdi. Bu anlamda Motta'nın oyundan atılması aslında biraz kazanç oldu Inter'e.

Genlerinde catenaccio olduğunu gösterdi Inter. Ancak bu kadar iyi savunma yapılır, ceza sahası ve çevresi ancak bu kadar iyi kapatılabilirdi. Eto'o ve Milito bile her defasında topun arkasına geçince bırakın Xavi'yi, hatta Iniesta'yı :), Messi bile gösteremedi kendini fazla. Ibrahimovic de çok kopuktu maçtan. Sanki konsantre olmamış gibiydi. Eto'o sonrası ne bileyim gitmiyor Barcelona'ya. Kamerunlu biraz daha az kaprisli olsaydı daha bir uyuyordu Barça'nın oyun anlayışına. Bugün belki Eto'o Katalan ekibinde olsa finalde Santiago Bernabeu'da onlar olabilirdi.

Barcelona'yı son zamanlarda sağdan ve soldan ceza sahasına bu kadar orta yaparken gördüğümü hatırlamıyorum. Gerçi pas trafikleri yine alışık olduğumuz gibiydi. 550'nin üzerine çıktılar. Bunların sanıyorum 500'ü rakip yarısahadaydı. Xavi tek başına tüm Inter takımından daha fazla pas yaptı, gerisini siz düşünün. Xavi 153, tüm Inter takımı 116 pas yaptı 94 dakikada. Ama buna rağmen Messi'nin ortalayıp Bojan'ın vurduğu kafa dışında da pozisyonları yok gibiydi. Gol de çok geç geldi. Pique ofsayttı, sanıyorum bu konuda çoğunluk hem fikir ama topla o dönüşü ve Julio Cesar ile Maicon'u bakkala gönderişi bir savunma oyuncusu için çok fazlaydı. İlker ağabey o kadar konsantre olmuş ki 2. gole, kendini öyle bir hazırlamış ki, hevesi kursağında kaldı. Hem gol hem el oldu.

Mourinho yıllar önce tercümanlık yaptığı Barcelona'dan zaferle ayrılıyor. Şimdi Robson sonrası Barcelona'da emanet edildiği ve çok şey öğrendiği Louis Van Gaal'e kendini ispatlama(!) sırası geldi. Kupayı da kaldırırsa gitsin bir milli takımı çalıştırsın bundan sonra. Onun dediği gibi Inter hayallerini gerçekleştirip Madrid'e gidiyor, Barcelona ise saplantısının kurbanı oldu. Inter kadar Real Madridliler de seviniyor şimdi bu zafere. Cibeles meydanında bayraklarıyla sevinç turlarına çıkmışlardır belki de. Barcelona'ya da vermeyecekler soyunma odalarını, rahat uyuyabilirler.

Not: Yazının sonunda içimden geçenleri yaklaşık 30 dakika önce yazmıştım. Maçın ardından gerçekten Real Madridliler Cibeles meydanında parti yapıyor.

27 Nisan 2010 Salı

KİM BU SANATÇI?


Cevap: Sanatçının kralı Eric the King.

MOURINHO YİNE DÖKTÜRDÜ

"Şampiyonlar ligi finali Inter için bir hayalin gerçekleşmesi, Barcelona içinse bir saplantı. İşte fark bu. Hayal etmek, saplantıdan daha saftır. Hayalin içinde gurur vardır, dünyanın her yerinde böyledir. Barcelona için hayal Roma'da gerçekleşti, Bernabeu'daki final ise onlar için sadece bir saplantı."

Heyecan düzeyi üst seviyede bir maç olacağı kesin. Bu iki takımın finalde karşı karşıya gelmesi bu sezon adına en yakışanı olurdu. Inter için 3-1 tabii ki çok büyük bir avantaj. Barcelona'nın turu geçmesi için 2-0 kazanması lazım. Yapamazlar mı? Evet yapabilecek kapasiteye kuşkusuz sahipler ancak yarın gece Inter'in mutlaka 1 gol atacağını düşünüyorum. Bu durumda işte o tutkunun esiri olur Barcelona, Inter de hayalini gerçekleştirir.

LUCAS NEILL SONY REKLAMINDA

DANY BRILLANT İSTANBUL'DA

Latin dansları tutkunları bu konser kaçmaz. Dany Brillant geliyor. Yeni albümü Puerto Rico'nun turnesi kapsamında son durağı İstanbul için “1 metrekareye en güzel kadınların düştüğü şehre gidiyorum” demişti. 10 Mayıs'ta "ça ça ça" diyeceğiz, Dany Brillant'ın eşliğinde salsa yapacağız.

25 Nisan 2010 Pazar

GALATASARAY 0 - 0 BURSASPOR

Nefis maçtı. Ne yazsan eksik kalır. İnsan hiç bitmesin istedi.

KASIMPAŞA 0 - 1 FENERBAHÇE

Saat 15:00-17:00 arası sanıyorum Türkiye'nin en çok taraftarı olan takımlarından biri Kasımpaşa idi. Bursaspor ve Galatasaraylılar da en az Fenerbahçeliler kadar heyecanla takip etti mücadeleyi. Bitiş düdüğü çaldığındaysa Volkan Demirel'in Beşiktaş maçı sonrası dediği çıktı. Fenerbahçe saat 17:00 itibariyle maç fazlasıyla liderliğe oturdu. Sarı lacivertliler ilk yarıda dengeli, 2. yarıda ise rakiplerini baskı altına alarak oynadı. 4-5 gol pozisyonu da buldular. O dakikalarda Güiza idi Fenerbahçe'yi şampiyonluktan uzak tutmaya çalışan. Bu kadar kredi kimseye tanınmadı, ama o her seferinde benden bir cacık olmaz, artık ayranımı yapın için der gibi oynamaya devam etti. En netleri kaçıran Fenerbahçe belki de en olmayacak pozisyonlardan birinde golü buldu. Güiza girdiği pozisyonları değerlendirse şimdi sanal ortamda yenilen golde kaleci Murat Şahin ile ilgili bu kadar gönderme ve yakıştırma yapılmazdı. Fenerbahçe'de en çok Mehmet Topuz'u beğendim. Kasımpaşa'nın ise bu sezon etkisiz kaldığı birkaç maçtan biriydi. Bunda Fenerbahçe ortasahasının sıkı oynaması ve pres yapmasının da payı büyüktü. Ancak bu sezon Kasımpaşa'yı biz Yılmaz Vural'ın her türlü baskı altında ayağa sabırla pas yapan, rakip kaleye gitmeyi düşünen takımı olarak izledik. Ama bugün o takım gitmiş topu kendi ceza sahasının önünde bile sırtı dönükken rakip kaleye doğru gelişigüzel vuran bir takım gelmişti. Boyundan büyük işler yapan takım belki de bugün sıralamada bulunduğu yere daha çok uyan bir futbol oynadı. Yılmaz Vural'ın "Türkiye'nin Barcelona'sı Kasımpaşa'dır" demesi talihsiz bir açıklama gibi geliyor şu anda. Bu maçı bir İspanyol futbolsever izlediyse eğer sanırım Kasımpaşa ile ilgili yorumu anca "Türkiye'nin Xerez'i Kasımpaşa'dır" olmuştur. Şimdi gözler Galatasaray-Bursaspor maçında...

MESSI'NİN KİTABI

Fernando Torres'in çok okunan biyografisinin yazarı Luca Caioli'nin kaleminden Messi'nin hayat hikayesi. Salı gününden itibaren satışa sunuluyor. Fiyatı 19.49 euro. Bilmediğimiz birşeyler var mı içinde merak ediyorum. Formula 1 İspanya GP'si için gidecek arkadaşlara bir tane sipariş etmek lazım.

BARCELONA'DAN GALİBİYET YEMİNİ

Xerez maçının bitiş düdüğüyle birlikte hiç vakit kaybetmeden çarşamba gecesi oynanacak Inter rövanşının ateşi yandı Nou Camp'ta. İlk maçtaki yenilginin ardından kıvılcımı yakan İspanyol basınının ardından sırayı Barçalı futbolcular aldı. Tişörtün ön tarafında rövanşta tüm kalbimizle oynayacağımıza söz veriyoruz anlamına gelen "Nos dejaremos la piel", arkasındaysa çarşamba akşamı saat 8'de hepinizi Nou Camp'a bekliyoruz anlamına gelen "El miércoles a las ocho, todos en el Camp Nou." yazıyor ve atkısında "Remuntada", "üstesinden geleceğiz" yazan bir taraftarın resmi var. Saat 8'de yani maç başlamadan 45 dakika önceye çağrı yapılmasının sebebiyse, 98.000 Barçalı'ya renkli kartonların dağıtılacak ve tribünlerde büyük bir görsel şovun yapılacak olması. Mourinho ve öğrencileri şovda rol çalacak mı göreceğiz!