8 Ağustos 2009 Cumartesi

FUTBOL 7/24'E SORULARINIZ

Daha önce de söylediğim gibi 24 ekranlarında pazar geceleri 23:15 ile 01:00 arası Turkcell Süper Lig’in oyununu, politikasını, hayallerini, abartılarını ve gerçeklerini konuşacak; tartışmaya, uzlaşmaya ve sonuçta futbolun damarlarımızdaki kan kadar temiz kalmasına karar vereceğiz. Bu hafta ağırlıklı olarak Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın maçları ile Sivasspor-Trabzonspor karşılaşmasını, kulüplerdeki son gelişmeleri, transferleri konuşacağız. Sizlerin de Süper ligin 1. hafta maçları ve takımlardaki yeni oluşumlarla ilgili görüşlerinizi merak ediyorum. Sorularınızı, konuşulmasını istediğiniz konuları, görüşlerinizi, takımlarla ilgili eleştirilerinizi ve sitemlerinizi bana e-mail olarak atarsanız sevinirim. Birçoğunuz zaten biliyor sürekli e-mailleşiyoruz, blog profilinde de var ayrıca ama ben bir kez daha hatırlatayım; aliokanci@hotmail.com. Teşekkürler, herkese iyi haftasonları...

7 Ağustos 2009 Cuma

İ.B.B. 1 - 1 BEŞİKTAŞ

Beşiktaş 5 gün içinde 2. kez galibiyet alamadan ayrılıyor Olimpiyat Stadı'ndan. Bu bağlamda Olimpiyat Stadı 2, Beşiktaş 0 da diyebiliriz. Şampiyon unvanıyla Beşiktaş'ın sırtındaki yük bu sezon doğal olarak daha fazla. Beklentiler geçen sezonun üzerine ekleyip güzel futbol oynayarak kazanan bir Beşiktaş izlemek yönünde. Ama bunu sağlayacak yaratıcı bir oyuncunun eksikliğini hissediyorlar. Yusuf sanki geçen sezonu aratacak gibi duruyor şu haliyle. Bu takımdaki en yaratıcı oyuncu şu an için o. Ama şimdilik 45 dakikalık bir adam olduğunu yine gösterdi. Kondisyonunu ve formunu arttırması gerekiyor. Aynı şekilde Nihat da öyle. Çok eksik. Sakatlık, geçen sezon fazla oynamama, üzerine 21 günlük askerlik hizmeti çok şey almış götürmüş Nihat'tan. Beşiktaş eğer maç kazanmak istiyorsa görünen o ki şu aşamada rakibinin işini ilk yarıda bitirmek zorunda. Çünkü maçın sonlarına doğru iyice düşüyorlar. Geneline baktığımızda ortada geçen, kapanın elinde kalacağı bir maç oldu. İ.B.B'li oyuncular ikinci yarıda özellikle son 15-20 dakikada Beşiktaş ceza sahasının etrafında tercihlerini doğru yapabilseler, biraz daha akıllı davranabilseler öne geçmeleri işten bile değildi. Bu takım gerçekten Abdullah Avcı'nın takımı. Avcı, futbolcularını çok yakından tanıyor ve takip ediyor, tabiri caizse oyuncularının kanlarını biliyor. İbrahim Akın'ın golünü ayakta alkışlamak lazım. Ceza sahasında 2 futbolcuyu çalımladıktan sonra soğukkanlı bir şekilde şut açısı yaratıp ağlara gönderdiği topla Messi'yi hatırlatmadı değil hani. Akın eğer ilk 11'de sahaya çıkıyor ve futbolunu oynayabiliyorsa ona sahip çıkan ve inanan Abdullah Avcı'ya çok şey borçlu.

5 gün önce araları açık olduğu söylenen ve bu yönde resimler veren Demirören-Özgener ikilisi ilk yarıda koltuklarında zıplayarak neye gülüyorlardı çok merak ediyorum bu arada. Ayrıca Rüştü'nün 3 maçlık cezası ile federasyon çıtayı çok yükseltti. Yanlış demiyorum doğru belki de, yılanın başını ufakken ezeceksin ama daha disiplinsiz davranışlara, birbirlerine kafa atan, yumruk sallayanlara 10 maçtan aşağı ceza vermemen gerekecek bu durumda. Geçen sezonki Galatasaray-Fenerbahçe maçında yaşananların ardından verilen 5 maçlık cezalar da az yani anlayacağınız.

FEDERER'İN İKİZLERİ

20 yıl sonra tenis kortlarının efsanesi olacak ikili dünyaya geldi. Çiftlerde üstüste şampiyonluklar bekliyoruz kendilerinden...

UEFA AVRUPA LİGİ RAKİPLERİMİZ

Galatasaray - FC Levadia Tallinn (Estonya)
Trabzonspor - Toulouse
Shakthar Donetsk - Sivasspor
Sion - Fenerbahçe

Maçlar 20-27 Ağustos tarihlerinde.

FUTBOL 7/24

Haftanın 7 günü 24 saat futbolu yaşıyor, futbolu konuşuyoruz. 24 ekranlarında her pazar 23:10'dan itibaren Futbol 7/24'de Hakan Can ve konuklarımızla beraber Turkcell Süper Lig maçlarını değerlendireceğiz. Bekleriz...

GALLIANI & HUNTELAAR

Mr. Kelajjjj Adriano Galliani, Klaas Jan Huntelaar'ı dün akşam Milano'nun en ünlü restoranlarından Giannino'ya götürmüş. Dolce & Gabbana'nın, Beckham ailesinin sık sık gittiği mekanda Hollandalı'ya güzel bir akşam yemeği yedirmiş Galliani. Senden Van Basten'in performansına yakın bir performans bekliyoruz ona göre ayağını denk al, çok çalış, aklını alırım falan demiş olabilir. En azından objektife böyle şeyler söylemiş gibi bakmış.

6 Ağustos 2009 Perşembe

ÇİVİSİ ÇIKMIŞ DÜNYA

"Şu ya da bu şekilde, dünyadaki halkların tümü bir karışıklık yaşıyor. Zengin ya da yoksul, küstah ya da uysal, işgalciler, işgal altındakiler, kısacası hepimiz aynı dayanıksız sala binmişiz, hep birlikte suya gömülmek üzereyiz. Gelgelelim, yükselen denizi hiç dert etmeden birbirimize sövüp saymayı, kavga etmeyi sürdürüyoruz.
Bize doğru yükselirken, önce düşmanlarımızı batırsa, bu yıkıcı dalgayı alkışlayabiliriz bile."
Amin Maalouf
ÇİVİSİ ÇIKMIŞ DÜNYA
Uygarlıklarımız Tükendiğinde

REAL'DE BOŞALTMA OPERASYONU

Kale hariç her bölgeye transfer yaptılar. Ortasaha ve forvet hattı doldu taştı. Şimdi boşaltıyorlar. Huntelaar'ı Milan'a yolladılar. Sırada Higuain ve Gago var. İki Arjantinli'nin adı Atletico Madrid'le anılıyor. Xabi Alonso'nun gelişi zaten Gago'nun yedek kulübesini boylaması anlamına geliyor. İlk önce gidecek isim Gago. Arjantinli Atletico'da direkt oynar ama Higuain için aynı şeyi söylemek zor. Aguero, Forlan ikilisinin yanında Sinema Pongolle ve Reyes'li forvet kontenjanı dolu gözüküyor. Bu transfer ancak Aguero ya da Forlan ikilisinden biri ayrılırsa gerçekleşebilir.

BATUHAN MESELESİ

Batuhan tenis topu gibi zavallım. Raketi elinde tutan Beşiktaş servisle Eskişehirspor'a yolluyor. Eskişehirspor forehand'le karşılık veriyor hooppp tekrar Beşiktaş'a gidiyor. Beşiktaş da hemen karşılıyor ve backhand'le bu kez Gaziantepspor'a yolluyor. Gaziantepspor yumuşak bir plaseyle tekrar Beşiktaş'a doğru karşılıyor. Beşiktaş şimdi yine karşılamak üzere, Batuhan kendisine doğru geliyor, smaç pozisyonunu aldı, Trabzonspor'a ya da herhangi bir takıma doğru yollayabilir (mi)!?
Evet yollayabilir (mi)!? Basında birkaç haber çıksa da bence bu sezon Beşiktaş'ın kadrosunda kalacak. Çocuğu gereksiz yere yoruyor, strese sokuyorlar. Bir takıma alışıp adam gibi oynamalı çünkü. Kendisi de bunu istiyor. Bazı Avrupa takımlarının onu istediğini biliyoruz. Yabancı basında da yazılıp çiziliyor durmadan. La Gazzetta'da "next generation" bölümünde geçen hafta Batuhan ile ilgili bir makale kaleme alındı. Batuhan gittikçe kıymete biniyor. İyi çocuk, fiziği kuvvetli, hırslı, tam bir santrafor. Beşiktaşlılar sanırım bunun daha bir farkında. Olmalılar da. İbrahim Kızıl dün bizim Erbatur'a "Batuhan'ın bir sakatlığı var, 3-4 hafta oynayamaz, bize hemen oynayabilecek hazır bir futbolcu lazım. Bu yüzden zaten yabancı bir futbolcu ile anlaştık." dedi. Kızıl ile Demirören'in araları iyi, çok yakın arkadaşlar. Benim fikrim, Beşiktaş, Bobo'yu kesin olarak satma kararı verdiği için gelecek sezon Batuhan'dan yararlanmayı düşünüyor, bu yüzden de Gaziantepspor'dan Batuhan'ı geri istediler. Kızıl da genç futbolcunun sakatlığını bahane ederek siyah beyazlılara geri yolladı. Umarım ben haklıyımdır, umarım Batuhan Beşiktaş'ta kalır. Çünkü Türk futbolunun Tanju Çolak, Aykut Kocaman ve Hakan Şükür sonrası iyi bir golcü çıkarmasını çok istiyorum.

MARSİLYA ŞAMPİYON

L'equipe 1. ligde forma giyen 409 futbolcu ile teknik direktörler ve kulüp başkanlarının katıldığı bir anketle gelecek sezonun şampiyonunu belirlemiş. Oyların yarısına yakınını alan Marsilya şampiyon. Son şampiyon Bordeaux ikinci, ondan önceki 7 yılın şampiyonu Lyon üçüncü sırada.

Marsilya 1993 yılından bu yana şampiyonluğa ulaşamıyor ve anket sonunda bu kadar fazla oy alması aslında kurdukları kadroya bakılırsa şaşırtıcı değil. Didier Deschamps'ın takımın başına geçmesi ve Morientes, Lucho Gonzalez, Eduard Cisse, Heinze, Diawara hamleleri Marsilya'yı rakiplerine göre bir adım öne çıkartıyor. Şampiyon Bordeaux ise kadrosunu güçlendirmeyi bırakın daha da zayıflattı. Obertan ve Diawara'nın gidişinin ardından bunlara adı Arsenal'le anılan Chamakh da eklenirse ikincilik onlar için büyük başarı olur. Gelecek sezon herkes Gourcuff'un eline bakacak. Lyon'un daha az oy almasının sebebi ise Juninho, Benzema ve Keita'nın ayrılması muhtemelen. St.Etienne ve Porto'dan gelen golcüler Gomis ile Lisandro Lopez de fena gözükmüyor. Bence Lyon ile Marsilya zirveye oynar, üçüncülük için Bordeaux ya da PSG'nin...

5 Ağustos 2009 Çarşamba

HAKEM SORUNSALI VE HAYATA DAİR UFAK BİR NOT

Turkcell Süper Lig'de yeni sezonun başlamasına günler kaldı. Yine hararetli, tartışması, kavgası, gürültüsü bol bir lig bekliyorum maalesef. Daha lig başlamadan süper kupa finali sonrası gördüğümüz ilk resim de zaten bu yönde. Futbolumuzun merkezini yine verdikleri ve vermedikleri kararlarla hakemler işgal edecek. Kaybeden takımın yöneticileri, teknik direktörleri ve futbolcuları maçın ardından çoğunlukla hakeme yüklenecek. Bir sonraki hafta kazandıklarında ise aynı isimlerden hiçbir ses duymayacağız. Sadece maç sonraları da değil, maçlardan önce atanan hakemlerle ilgili çeşitli taraflardan yine uğultular yükselecek, "Bakın biz demiştik maçtan önce" sesleri kulaklarımızı tırmalayacak.

Sonuçta futbolun içindeki kıvılcımlar sürekli birbirini tetikliyor ve içinden çıkamadığımız bir hale bürünüyor. Siz saatlerce hakemleri televizyonda eleştirirseniz hakemlerin üzerinde baskı olur ve hata yapma potansiyelleri artar, hata yapınca da bazılarının canı yanar ve maçtan sonra birileri hakemlere sallar, birileri hakemlere sallayınca siz de saatlerce tv'de pozisyonları tartışırsınız, siz saatlerce pozisyonları tartışınca hakemlerin üzerinde baskı artar ve hata yapma potansiyelleri artar, hata yapınca da birilerinin canı yanar ve maçtan sonra hakemlere sallar, birileri sallayınca da siz tv'de saatlerce hakemleri tartışırsınız vs. diye gider.

Hakemler dünyanın her yerinde hata yapıyor ve her yerinde de değişik şekillerde tepki görüyor aslında. Bunu 50000. kez duyuyorsunuzdur heralde. Ama İngiltere, İspanya ve Almanya vs. gibi ülkelerde bu hatalar o kadar abartılmıyor, futbol programlarında saatlerce pozisyonlar ekrana getirilip tartışılmıyor. Bunu da 50000. kez duyuyorsunuzdur. Ama bir şekilde bu ülkelerin futbol aktörlerinden de sesler değişik şekillerde yükseliyor. Özellikle teknik adamlar hamlelerini daha akıllıca yapıyorlar ve çok ince kelime oyunları ile hakemler üzerinde baskı kurarak avantaj sağlama yoluna gidiyorlar. İngiltere Futbol Federasyonu da bu durumu gözden kaçırmıyor. Yeni sezon öncesi özellikle maç öncesindeki hakem yorumlarına tamamiyle yasak getirdiler. Teknik direktörler, futbolcular ve yöneticilerin maçlardan önce hakemlerle ilgili yaptıkları en ufak bir açıklama bile "uygunsuz" olarak kabul edilecek ve ceza uygulanacak. Maçlardan sonraki açıklamalara ise biraz daha esneklik tanınıyor. Kişisel, hakemlerin dürüstlüğüne aykırı ya da futbolun itibarını zedeleyecek şekilde olmadığı sürece açıklama yapılmasına izin veriliyor. Yine maç içinde 3-4 futbolcunun hakemin etrafını sarıp itiraz etmesi durumunda da kulüplere cezalar verilmesi öngörülüyor.

Adamlar kurallara uyma adına daha dikkatli ve hassas. Hayatın her alanında kuralların yaşamlarını daha iyi sürdürebilmeleri için koyulduğunu biliyorlar. Biraz konunun dışına çıkmış gibi olacağız ama geçen sene milli takımı Euro 2008 öncesi Bielefeld'de kamp yaparken takip etmeye gittiğimde şehir merkezinde tanık olduğum bir olayı anlatmak istiyorum. Bielefeld küçük bir şehir. Toplasanız bizim Beşiktaş semti kadar etmez. Haftaiçi akşamları da saat 7'den sonra sokaklar bomboş oluyor. Bir akşam antrenmandan dönüyoruz arabayla, şehir merkezinde kırmızı ışıkta durduk. Yolun kenarında geniş kaldırımlar var ve hem bisikletliler hem de yayalar için ayrı bir yol bulunuyor bu kaldırımlarda. Bisikletliler için de ayrı bir trafik lambası var. Biz durduktan sonra yaşlı bir kadın bisikletiyle geldi ve ona da kırmızı ışık yanınca bisikletinden indi ve beklemeye başladı. Arkadaşlar abartmıyorum kavşakta önümüzden ne bir araba ne bir bisikletli ne de bir yaya geçiyordu. Bomboştu ama kadın 2 dakika boyunca kendisine yeşil ışık yanmasını bekledi. İki pedal çevirse geçip gidebilirdi ama o ne olursa olsun kurala uydu ve bekledi. Ağzım açık izlemiştim kadını. Belki orada cezalar daha ağır ve taviz verilmeden uygulanıyor. Mesele de bu zaten, cezalar kurallara uygun bir şekilde uygulanıyor, insanlar da ya saygısından ya da ceza yememek için bu kurallara uyuyor. Benim tanık olduğum küçük bir olaydı sadece bu. Çiğneyenler de yok mudur, vardır illa ki! Ama bir şekilde cezaları uyguluyorlar dediğim gibi...

Neyse uzatmayayım, bizde de var bazı kurallar ama bizim en büyük kuralımız zaten "Kurallar çiğnenmek için vardır" değil midir? Bakalım bu sezon kaç bin milyon kez hakemleri konuşacağız, tartışacağız!?

KAYINPEDERİMİN BAŞARISI

Bir başarı haberi de aileden verelim. Sakarya'da yaşayan kayınpederim Necati Lambacıoğlu'nun en büyük tutkusudur atıcılık. Genelde her haftasonu Sapanca'da arkadaşlarıyla zevk için yarıştığı gibi ayda 1-2 kez de Marmara Bölgesi'ndeki organizasyonlara katılır. 60'ına merdiven dayasa da gözleri şahin gibi keskindir. Geçtiğimiz haftasonu da İstinye Atış Poligonu'ndaydı. 14 bölgeden 102 sporcunun katılımıyla gerçekleştirileren ve 2 gün süren Türkiye Şampiyonası'nda, trap'te veteranlar dalında finalde mücadele etti ve şampiyonluğa ulaştı. Hem de açık ara farkla. Necati baba 98 puan toplarken en yakın rakibi Klemen Mulino 85 puanla ikinci, Nejdet İlksan 84 puanla üçüncü oldu.

Bu işin ne kadar zor olduğunu biliyorum. Geçen ay bana üstüste 50 atış yaptırmıştı, 1 tane zar zor vurabilmiştim. Belki de ben yeteneksizim o ayrı ama gerçekten büyük konsantrasyon, sezgi ve takip gerektiren bir spor. Necati Baba'yı buradan bir kez daha kutluyor ve başarılarının devamını diliyorum...

5'TE 5

NTVSpor'da Ercan Taner'in sunduğu 5'te 5 adlı yarışma spor basınındaki önemli bir boşluğu dolduruyor. Sporseverlerin bilgisini ölçecek olan yarışmaya katılmak için yarışma günleri http://www.ntvspor.net/ adresinde yayınlanacak 2 soruya doğru yanıt veren 1, 100, 200, 300, 400, 500. kişiden biri olursanız o günün yarışmacı listesine giriyor ve canlı yayında Play Station 3 kazanma şansını yakalıyorsunuz. Ayrıca 600, 700, 800, 900 ve 1000. kişiler de yedek yarışmacı olarak seçiliyor. Sonra da Ercan ağabey ön elemeyi geçen yarışmacılara, canlı yayında telefonla arka arkaya 4 seçenekten oluşan 5 soru soruyor. 5 soruyu da doğru yanıtlayan izleyeciler büyük ödülü kazanıyor.
Benim de ilgiyle izlediğim programa katılma ve yarışma kuralları kısaca böyle. Ancak bu program sayesinde yarışmacıların gerçekten bilgi seviyesi mi yoksa arama motoru google'ı ne kadar hızlı kullanabildikleri mi ölçülüyor merak ediyorum. Telefonla yapılan yarışmalarda bu tarz programların katılımcılar tarafından amacından saptırıldığına daha önceleri de şahit olmuştuk. Pek sağlıklı değil açıkçası. Çünkü yarışmacı ya yanındaki birilerinin bilgi seviyesinden ya da yine yanındaki birilerinin google'ı kullanma becerisinden yararlanabiliyor. Geçen akşam bir arkadaşla NTVSpor'un karşısına geçtik ve soruların cevaplarını google'dan aratma yolunu denedik. Tüm soruyu değil sadece sizi cevapa götürecek ana kelimeleri içinden bir anda seçip aratırsanız cevaba ulaşabiliyorsunuz. Benim tahminimce de özellikle genç yarışmacılar bu yöntemi fazlasıyla kullanıyor. Hatta Ercan Taner ile yarışmacı arasında şöyle bir diyalog yaşandı;
Ercan Taner: Hazırsanız 3. soruya geçelim mi?
Yarışmacı: Bir saniye!.......
Bu "bir saniye" aslında, "Arama çubuğundaki bir önceki soruyu siliyoruz ki, vakit kaybetmeden yeni soruyu hemen yazalım Ercan Bey" anlamına geliyor. Ne demişler; "Zafere giden yolda herşey mübahtır."
Özetle, bu programın amacına daha da hizmet eder şekilde olması için yeni sezonda biraz değiştirilmesi gerekiyor kanımca. Haftada 1 ya da 2 kez, yarışmacıların stüdyoda soruları cevapladığı format çok daha sağlıklı olacaktır.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

JOSE'NİN HİKAYESİNDEN UFAK BİR KESİT

Sir Bobby Robson'ı geçtiğimiz günlerde kaybettik. 76 yaşında hayata gözlerini yuman efsane isim futbol dünyasında bugünün birçok önemli aktörünün yetişmesinde önemli rol oynadı. Bunlardan biri de kendini her zaman özel biri olarak niteleyen Jose Mourinho idi. Portekizli'nin tercümanlıktan şampiyon bir teknik adama dönüşmesinde, yıllık 70.000 euro maaştan milyon euro'lara uzanmasında, yıllarca Robson'ın yanında bulunmasının payı çok büyüktür.

Robson 1992 yılında Sporting Lizbon'u çalıştırmak üzere İngilizce'nin çok az konuşulduğu Portekiz'e gittiğinde ona yardımcı olması için görevlendirilen isimdi Jose Mourinho. Robson, Mourinho'nun tercümanlığı ile ilgili olarak "Jose çok iyiydi. Dinliyor, öğreniyor, izliyor ve hatırlıyordu. Canlı, uyanık ve zekiydi. Talimatlarımı futbolculara aynen benim söyleyeceğim tarzda söylüyordu. Bu konuda çok ustaydı. Birbirimize de çok güveniyorduk. Bir gün Jose'ye bana soyunma odasında konuşulanları harfi harfine anlatmanı istiyorum. Özellikle Figo'nun benim hakkımda neler mırıldandığını bana mutlaka söyle dedim. Benim gerektiğinde sert mesajlarımı bile hiç yumuşatmadan onlara aktarıyordu. Hiç korkusu yoktu. Figo'dan bile!" demişti.

İkili, Sporting Lizbon'un ardından Porto'da ilişkilerini daha da geliştirdi. Mourinho formu iyi olduğu için antrenman maçlarında bile forma giyiyordu. Robson'ın yanında her açıdan kendini geliştirmeye başlamıştı. Bir antrenörün yapması gerekenleri yapıyordu ama en nihayetinde tercümandı işte. Jose Mourinho = Tercüman'dı o yıllarda.

Mourinho, 2000'de İskoçya Futbol Federasyonu'nun kursuna katılmak için yaptığı başvuruda Porto'da Robson ile "yardımcı antrenör" olarak çalıştığını belirtmişti. Aslında bunda haksız da sayılmazdı. Robson onun içindeki cevheri farketmiş ve rakip takımın maçlarını izlemek için görevlendirmeye bile başlamıştı. Mourinho izlediği bir maçın ardından Robson'a öyle bir dosya sunmuştu ki, İngiliz'in ağzı açık kalmıştı. Daha önce ne futbolcu ne de antrenör olarak görev yapmıştı ama sunduğu rapor Robson'ın gördüklerinin en iyisiydi.

Robson Barcelona'ya giderken yanında Mourinho koşulunu da öne sürmüştü. Katalunya'nın başkentinde Portekizli resmen sınıf atladı. Maaşını yıllık 70.000 euro'dan 600.000 euro'ya çıkarmıştı. Artık bir tercümandan çok daha fazlasıydı. İkili arasındaki güçlü bağ, sevgi ve saygı sayesinde Mourinho, Robson'ın yanında daha önemli bir kimliğe bürünüyordu. Robson gibi Akdeniz sahilinde çok güzel bir evde oturabilme gücüne bile erişmişti Portekizli.

Ancak Barcelona, Sporting Lizbon'dan da, Porto'dan da büyük bir kulüptü. Avrupa'nın en büyük yıldızları, burnu havada olan isimleri o kadrodaydı. Kendilerine idman yaptıracak olan Mourinho da kimdi? Eski bir futbolcu mu? Hayır. Eski bir antrenör? O da değil. Portekizli'nin işi zordu. Ama akıllıydı. Takımın en önemli figürlerini hemen belirledi ve onlarla yakın arkadaşlıklar kurdu. Bunlardan biri de şu anki Barcelona teknik direktörü Guardiola'ydı. Guardiola gerçek bir Katalan ve takım içinde söz sahibi bir oyuncuydu. Gerektiği zaman şunu şöyle yapmalıyız ya da yapmamalıyız diyebiliyordu. Bu hakkı kendinde görebiliyordu. Mourinho onunla yakınlaştı ve iyi bir bağ kurmayı başardı. Ve yine Ronaldo ve Stoichkov'la da. Sezon sonunda Kupa Galipleri Kupası ve İspanya Kupası kazanılmasına rağmen ligde Real Madrid'in şampiyon olmasından dolayı Robson ile yollar ayrıldı. Peki Jose ne olacaktı? Robson gider ayak yine babalığını gösterdi ve yerine gelen Van Gaal'e Mourinho'nun takımda kalması ve kendisine yardımcı olması ricasında bulundu. Hollandalı bunu kabul etti. Robson sonrası Mourinho, Van Gaal'den de çok şeyler öğrendi. Artık ne bir tercüman, ne de bir yardımcı antrenördü. Kendini Robson ve Van Gaal'in bilgi ve tecrübeleriyle dolup taşan bir teknik direktör gibi hissediyordu. Hissettiği gibi olması için de ülkesi Portekiz'e gitti. Tercüman olarak çıktığı vatanına bir teknik direktör olarak dönüyordu ve yıllar geçtikçe kendini futbol camiasına kabul ettirmeyi de başardı...

TARAFTARIZ BİZ ÇEKERİZ CEFA

SANA HİÇ YAKIŞMADI DEL PIERO!

2 Ağustos 2009 Pazar

BEŞİKTAŞ 0 - 2 FENERBAHÇE

Yeni sezonun başlamasına 1 hafta kala Süper Kupa Fenerbahçe'nin. Sarı lacivertliler için şampiyonluk parolasıyla girilecek sezona moralli başlama adına önemli bir kazanç. Şu takım iyi oynadı diyebileceğimiz bir maç olmadı. Ama daha hazır olan takımın kazandığı bir karşılaşma yorumu en doğru olur diye düşünüyorum.

Beşiktaş özellikle ilk yarıda biraz daha üstün gibi gözükse de fizik olarak rakibine oranla daha iyi olan (Avrupa kupası maçları dolayısıyla daha önce form tuttular) Fenerbahçe ayakta kaldı ve kazandı. İlk yarıyı bir değerlendirirsek eğer, Mustafa Denizli, Roberto Carlos'un yokluğunda o kanatta verim alabileceğini düşünerek Yusuf'u sağ açık oynattı. Bu da, Delgado'nun yokluğunda yaratıcılığından en çok faydalanabileceği ismi dar bir koridora hapsetmekten başka bir işe yaramadı. Yusuf savunmaya da yardım edeyim derken çok erken şişti. Bu yüzden ikinci yarıda da sahada olmadı. Daum oyunu biraz daha Beşiktaş'ın sağ kanadına yıksa Fenerbahçe skor üstünlüğünü ilk yarıda bulabilirdi. Wederson'un yaptığı ortaya Alex'in kafayla mı ayakla mı vursam tereddütünde kalıp ıska geçtiği pozisyonu hatırlayın! Yine de ilk yarıda Beşiktaş'ın rakip kalede daha etkili olduğunu söyleyebiliriz.
İkinci yarıda ise fizik güç ve kondisyon ön plana çıktı. Ortada geçen maçta kilit açılır mı, skor değişir mi diye düşünürken, çilingir Beşiktaş'tan çıktı, Sivok. İki takımın arasındaki en büyük fark da böylece belli oldu. Fenerbahçe'de skoru her an değiştirme özelliği olan Alex vardı, yani "beyin Alex", Beşiktaş'ta ise olmayacak şekilde penaltıya sebebiyet veren, tabirimi mazur görün, "beyinsiz Sivok". Evet fark Alex ve Sivok'tu. Elle oynayan Sivok kupayı hediye etti sarı lacivertlilere. Golden sonra Denizli, Beşiktaş'ın sahadaki tek yaratıcı ismi Tello'yu da çıkarınca siyah beyazlılar iflas bayrağını çekti. Ve kendisi için bu sezonun çok daha farklı olacağını hissettiren Guiza, Alex'e al da at ortası yaptı. Estetik olarak güzel bir gol izletti Brezilyalı bize. Fenerbahçe kazanmasını bildi. Bu yıl şampiyonluğun en güçlü adayı olduklarını gösterdiler.
Mustafa Denizli maç öncesindeki basın toplantısında Fenerbahçe'nin ve Galatasaray'ın iyi transferler yaptıklarını söyleyerek bir anlamda yönetimine mesaj göndermişti. Bu mesajında ne kadar haklı olduklarını gördük. Beşiktaş gördük ki tam değil. Tamamlanması için de inisiyatifi üzerine alabilecek, skoru değiştirebilecek bir futbolcuya ihtiyacı var. Bu transferi de hemen yapmalılar. Aksi halde şampiyonlar ligi acı bir tecrübe olarak kalabilir siyah beyazlıların tarih sayfalarında.
Aklımda maçla ilgili kalan diğer notlar;
*Atatürk Olimpiyat Stadı'nda bu final olmadı. Adına yakışır şekilde süper bir atmosfer yoktu, olamazdı da. İşkencedir o stada gitmek, gidilmez, gidilmemeli de.
*Yıldırım Demirören maçı olması gerektiği gibi Özgener ve Yıldırım ikilisinin yanında izlemedi. Maçın ardından Yıldırım'ın elini samimi, Özgener'in elini ise zorla sıktığı gözlerden kaçmadı.
*Fox TV'de bir ara derbiden çok Ersun Yanal ve Serkan Korkmaz'ı izledik. Hem bant reklam hem de sanal reklamlarıyla ikili ekranlarımızı süsledi. Yeni programları hayırlı olsun. Tabii bir de Cimcik yoğurdunu unutmadan geçmeyelim. Ekranın yarısını kaplayan reklamlara her zaman tilt oldum, bu maçta da sinirlerim ayağa kalkmadı değil.
*Yunus Yıldırım ilk yarıda vermediği iki kararla eksi puan aldı. Yusuf ve Guiza'nın yerde kaldığı pozisyonlarda devam ettirmesi hatalıydı. Hakemlerin tek beğendiğim yanları formalarıydı. Sanırım bu sezonun en iyi formalarını hakemler için dizayn etmişler. Umarım içlerinde kendilerini daha iyi hissederler.

"PES" VALLAHİ MESSI!

Hahaha bu açıklama süper. İbrahimovic'e sormuşlar. "Messi'yi antrenmanlarda, maçlarda çıplak gözle izleme imkanı buluyorsun artık. Neler söyleyeceksin onunla ilgili?"
İsveçli de hayret verici bir şekilde, "İnanılmaz yawww. Messi aynı Playstation'daki gibi. Oyunda abarttıklarını düşünürdüm ama görünce anladım ki aynısını yapmışlar. Nasıl olabiliyor bilmiyorum ama adam topu alıp gidiyor. Durdurmak imkansız." tadında bir cevap vermiş.

Bunu söyleyen de İbrahimovic ama yanlış anlamayın! Kung-fu tarzıyla gol atan, rakiplerinin çalımlarla başını döndüren, ceza sahasının dışından gülle gibi şutlarıyla ağları havalandıran bir adam yapıyor bu açıklamayı. Özellikleri biraz farklı olsa da Messi'den aşağı kalır bir yanı yok Ibra'nın.
Bu arada Tanrı'nın yeni çocuğu Messi'ye, büyücü Ibra da eklenince Playstation'daki Barcelona artık turnuvalarda alınmaması gereken bir takım olmuştur. Çok güçlü takımlarla oynamayı sevmeyen bense, Henry gittikten sonra bıraktığım Arsenal'den sonra oynamaya başladığım Milan'ı da Kaka gittikten sonra bırakmayı düşünüyorum. Kendime yeni bir takım arayışındayım...

TARKAN'LA AÇIKHAVA

Dün gece eşimle birlikte Açıkhava'daydım. AVEA'nın 5. Açıkhava Konserleri başladı. Hem de Türkiye'nin bana göre en büyük yıldızıyla, Tarkan'la başladı.

Gündüz yağmur yağınca korkmuştuk ama neyse ki akşamüstü hava açtı. Eşimle birlikte mükemmel bir gece geçirdik. İğne atsanız yere düşmezdi. Tıklım tıklım doluydu Açıkhava. Ayakta kalanlar, merdivenlerde oturanlar Tarkan'la coştu, harika bir gece geçirdi. Açıkhava zaten başlı başına mükemmel, büyülü bir mekan. İnsan orada olduğunda kendini İstanbul'un dışında gibi hissediyor.
Perde açıldığında sahnenin ortasında taburede oturuyordu Tarkan. Alkışlar eşliğinde hemen şarkısını söylemeye başladı. Üstünde beyaz modern bir şalvar ve beyaz body atlet vardı. Bronz teninin üzerinde çok da güzel durmuştu. Tarkan bildiğimiz Tarkan. Tam bir süperstar. Ajda Pekkan ne ise erkeklerde de Tarkan o. Türkiye'nin Michael Jackson'ı da diyebiliriz. Gayet fit'ti. 40 yaşına yaklaşmasına rağmen sanki hala 1994'te benim ilk kez dinlediğim Tarkan gibi. Bebek Otel'in barında 94 yazında staj yapıyordum, Tarkan'ın "Oynama Şıkıdım Şıkıdım"ı yeni çıkmıştı. Çalışırken bir yandan da ağzımızda şarkıyı mırıldanırdık. Hepimizin dilindeydi, halen de öyle...
Birçok şarkısını ezbere bildiğim tek sanatçıdır Tarkan, her şarkısı ayrı bir güzeldir. Dün de konserlerinde fazla söylemediği şarkılarını seslendirdi. Tabii ki Dudu, Başına Bela Olurum, Gül Döktüm Yollarına, Kuzu Kuzu vs. ile de herkesi mest etti. Bazılarını söylerken duygulandı, duygulandırdı. Zaman zaman da o kendine özgü hareketleriyle döktürdü, döktürttü. Benim favorim her zaman "Kış Güneşi" olmuştur. Tarkan "Hadi bir Kış Güneşi yapalım" dediğinde "İşte bu" dedim, kendimden geçtim.
Ara verdiğinde 1 saat olmuştu, nasıl geçti anlamadım. Ter içinde kalmıştı Tarkan. 15 dakikalık aradan sonra bu sefer siyah modern bir şalvar ve siyah body atletiyle çıktı karşımıza. Kadınlar "Tarkan Tarkan" diye kendilerini yırtarken, sevgililer ve kocalar şaşkın gözleriyle eşlerine ve kız arkadaşlarına bakıyordu. Hatta bir tanesi kıskançlıktan kız arkadaşının ensesine bir patlattı ki gülmekten ölüyorduk.
Aranın ardından 1 saat daha kaldı sahnede. Sonlara doğru ben de kalktım ayağa herkes gibi. Tempo tutarak, dans ederek eşlik ettim. Lise ve üniversite çağım geldi gözlerimin önüne bazen. "Hey gidi gençliğim" dedim. "Uzun İnce Bir Yoldayım" ile gecenin finişini çok da güzel yaptı. İyi ki varsın Tarkan!