2 Şubat 2012 Perşembe

YIL 2048. BÖLÜM 2.


Yıl 2048..

Yaklaşık 20 yıl önce yaşanan büyük depremler ve sonrasındaki büyük salgının ardından 1 milyar civarında insan hayatını kaybetti..

Depremden en çok etkilenen şehirlerin başında İstanbul geliyordu. Taş taş üstünde kalmadı. Onbinlerce bina yerle bir oldu. Diğerlerine göre daha yeni olmalarına rağmen 3. ve 4. köprüler yıkıldı. Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprüleri de uzun bir süre kullanılamaz hale geldi. Avrupa yakası ile Anadolu yakası birbirinden tamamen koptu. Birçok sahil şeridi sular altında kaldı. Ortaköy, Bebek, Beylerbeyi, Kanlıca diye bir yer artık yoktu. Nüfusu 150 milyonluk şehir tanınmayacak haldeydi. 50 milyona yakın insan hayatını kaybetti, geri kalanlar ise şehri terk etti. Meclis de 5 yıl aradan sonra tekrar Ankara'ya taşındı.

Hükümet vasıflı 250 bin civarında kişiyi aileleriyle birlikte 2046'da tekrar şehire yerleştirmişti. Görevleri 10 yıllık renovasyon planlaması çerçevesinde şehri yeniden yaşanır bir hale getirmekti. Can'ın dedesi ve ailesi de yıllar sonra İstanbul'a tekrar gelenler arasındaydı.

2048 yılının Aralık'ı tüm zamanların en kurak yaz aylarından biriydi. İstanbul'da yoğun kar yağışı olmayalı 36 yıl olmuştu. Dedesi, Can'a 2012 yılının kış aylarından bahsederdi. Can, eskiden Ocak ve Şubat aylarında havanın soğuk olduğunu duyduğunda şaşırmıştı.

Dedesi "İstanbul'da 2012'de öyle güzel kar yağmıştı ki anlatamam Can. Günlerce yağmıştı. Her yer bembeyazdı. Hatta İzmir'e bile 21 yıl sonra kar yağmıştı. Zaten orada yaşayanlar da bir daha göremedi. İstanbul'da normalde bile işine zar zor giden insanlar o günlerde mahvolmuştu. O zamanlar metrobüs adında saçma sapan bir ulaşım aracı icat etmişlerdi. Balık istifi gibi doluşurduk içine. Bazen nefes almakta bile zorluk çekerdik. O şartlarda işe gidip gelirdik." diye anlatmıştı o günleri, torununu İstinix'deki eski Futbol Federasyonu'nun binasının olduğu yere götürürken..

İstinix enkaz yığını halindeydi. Terk edilmiş ilçelerden biriydi. Hiç kimse yaşamıyordu. Hava karardıktan sonra oraya gitmek çok tehlikeliydi. Geceleri kurtların karınlarını doyurmak için cirit attıkları bir yer olmuştu. Uzun bir yokuştan inip düz bir alana geldiklerinde dedesi parmağıyla uzaktan gösterdi eski TFF binasını. "İşte orası. Futbol dediğimiz eski oyunu yönetenler orada çalışırdı Can." dedi. Oraya doğru yürümeye koyulduklarında dedesi de anlatmaya başlamıştı yeniden Can'a.. "Can'cığım, bina büyük depremlerden sonra ayakta kalmayı başarmıştı. Ama terkedildikten yıllar sonda o da yıkıldı. 2031'e kadar yani futbolun oynandığı son yıla kadar şampiyon olan bütün takımlar kupalarını güvenli olarak saklanması için binanın deposuna kilitlemişlerdi. Kültürel mirasımızın en önemli parçalarındandı o kupalar. Kazanmak için neler yapmıştı kulüpler. Çok para harcamışlardı. Kolay değildi tabii, onları destekleyen binlerce insan vardı. Hem onları mutlu etmek hem de daha fazlasını kazanmaktı amaçları."

Nihayet gelmişlerdi. Can bu ilk kez gördüğü yere gelirken dedesinin elini bir an olsun bırakmamıştı. O kadar çok seviyordu ki dedesini, onunla yaptığı bu kısa yolculuklar hayatının en güzel anlarıydı. Yaklaşık bir saat süren yürüyüşün ardından enkaz altındaki eski TFF binasının tam önünde durmuşlardı. Eskiden giriş kapısının olduğu yerin birkaç metre önünde duran bayrak direkleri halen ayaktaydı. Belli ki birileri yakın zamanda gelip Türk bayrağını göndere çekmişti. Çünkü yepyeni olduğu her halinden belliydi. Dedesi dalgalanan bayrağa baktı ve bir anda dalıp gitti..

Devamı yakında...

by Ali Okancı.

YIL 2048. BÖLÜM 1.

1 Şubat 2012 Çarşamba

MEHMET ALİ AYDINLAR'IN BIRAKMASINA SEVİNDİM ÇÜNKÜ...

Öncelikle bu kör olur badem gözlü olur yazısı değil. Ancak son 7 aydır izlerken üzüldüğüm, sıkıldığım çoğu zaman da kızdığım bir adam oldu Mehmet Ali Aydınlar. Göreve gelir gelmez pimi çekilmiş bombayı kucağına bıraktılar. Patlatmamak için uğraş uğraşabildiğin kadar bakalım. Neler olup bittiğini çok da fazla anlamadığı, bilgi sahibi olmadığı bir konuyla ilgili, ilk kez çalışma fırsatı bulduğu insanlarla Türk futbolunu kurtarma yükünün altına girdi. İşin içinden çıkamadı tabii. Böyle bir ortamda da çıkmasını beklemek büyük bir hayal olurdu. Kısacası;

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü en sonunda bir şekilde bıraktığı için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü spor dünyasında perde arkasında kalarak yaptıklarıyla kazandığı karizmayı gözümüzün önünde yaptıklarıyla fazlasıyla çizdirdiği için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü ekibiyle(!) birlikte Türk futbolunu bundan sonra daha fazla kaosa sürüklemeyeceği için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü zaten her halükarda kaosa sürükleneceğini düşündüğüm Türk futbolunun yöneticilik koltuğunda oturmayacağı için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü gazete ve televizyonlarda her gün kendisini görmeyeceği için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü belki herşey unutulduktan sonra futbol dışındaki branşlara daha fazla yatırım yapacağını düşündüğüm için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü yüzüne başka arkasından başka konuşanlarla daha fazla muhatap olmayacağı için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü kurtlar sofrasında kuzu gibi durmasına gönlüm daha fazla el vermediği için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü artık kimse konuşma tarzıyla dalga geçmeyeceği için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü birkaç zaman sonra belki 7 aydır yapamadığını yapacağı ve kafasını yastığa daha rahat koyacağı için.



1 Şubat'ta Gazeteport.com'da yayınlanan yazım.

UYANDIRMA ÇAĞRISI

Avrupa futbol kulüplerinin başkanları ve yöneticileri “lüks” otel odalarında dışarıdan gelen o kadar gürültüye, o kadar tantanaya rağmen uyumaya devam ediyor. Türk kulüplerinin başkanları da aynı şekilde. O kadar derin bir uykudalar ki top patlasa duymayacaklar. Diğerlerini bilmem ama bizimkilerin “kendi horlamalarından” dolayı neler olup bittiğini farketmediklerine eminim. Hatta resepsiyonist ısrarla baş uçlarındaki telefonu çaldırmaya devam ediyor, “Uyanın artık sabah oldu” diyor ama onlar bana mısın demiyor. O kadar yüksek sesle horluyorlar ki uyandırma çağrısını duyamıyorlar belki de duymazdan geliyorlar. Resepsiyonist ise ısrarla çaldırmakta haklı. Çünkü artık uyanıp kaldıkları lüks odadan ayrılmak zorundalar. Ama onlar birazcık daha bu tatlı ve derin uykuya devam etmek niyetinde.

Evet Uefa geçen hafta içinde bazı önemli bilgiler vermek için son bir uyandırma çağrısı yaptı. Eldeki veriler kulüplerin Financial Fair Play’i tam olarak anla(ya)madıklarını ortaya koyuyor. Tüm uyarılara rağmen borç 2006’dan beri her yıl katlanarak büyüyor. Evet gelirler artıyor ama zarar da aynı şekilde. 2008 ile 2010 arası net zarar 1 milyar euro arttı. 2006’da net zarar 216 milyon euroydu. 2010’da ise bu rakam 1.6 milyar euroya çıktı. Kaydedilmiş toplam borç ise inanılmaz bir seviyede, tam tamına 8.4 milyar euro. Ülke olarak adını son zamanlarda daha sıklıkla duyduğumuz Uefa Genel Sekreteri Infantino diyor ki, “Eğer bu rakamlar bile size bir şey ifade etmiyorsa o halde hemen harekete geçmeli ve yaptırımları uygulamaya başlamalıyız.”

Neydi bu yaptırımlar bir kez daha hatırlatalım. Transfer ambargosu, puan silme, kadro sınırlama, para cezaları ve eninde sonunda Avrupa kupalarından men edilme. Financial Fair Play’e göre Avrupa kulüplerinin gelecek 2 sene boyunca 45 milyon euro’dan fazla zarar etmemeleri gerekiyor. Bunu başarabilmekse özellikle transfere büyük paralar harcayan takımlar için zor görünüyor.

Türkiye’de yaşanan şike skandalı ve neticesinde futbola olan ilginin azalması (statlara gelen taraftar sayısının düşmesi ve Digitürk’e olan decoder iadeleri) kulüplerin ellerini kollarını daha da bağlıyor. Son yaşananlardan sonra da gördük ki Anadolu kulüpleri’nin %90’ı çerez tabağındaki leblebi gibi. Şam fıstıkları, bademler, tuzlu fıstıklar yeniyor onlarsa en sona bırakılıp bir kenara itiliyor. Ama günün birinde bizi de yerler düşüncesiyle o tabağın içinde olmayı ısrarla istiyorlar. Yani nefes alabilmeleri 3 büyük kulübün var olmasına bağlı. Ancak onların borcu da 1 milyar liraya yaklaştı. Yani Uefa’nın açıkladığı toplam borcun neredeyse yüzde 5’i Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’a ait. Avrupa kupalarına en çok katılan ve ekonomilerini buna göre düzenleyen de bu 3 takım olduğuna göre yeni yaptırımlardan en çok etkilenecek olan kulüpler de onlar olacak.

Kıssadan hisse siz halen kulislerde 58. Madde değişsin değişmesin, puan silme olsun olmasın tartışmalarıyla birbirinizi yiyin durun, her kulüp sadece kendini kurtarmayı düşünsün (1-2 kulübü ayrı tutuyorum), 7 aydır bir karar veremeden basiretsiz bir şekilde bekleyin, gün gelecek hepiniz leblebi olacaksınız. Üstelik bayat leblebi...


30 Ocak'ta Gazeteport.com'da yayınlanan yazım.