23 Mayıs 2009 Cumartesi

ŞAMPİYON WOLFSBURG

Sezon başında kim derdi ki Wolfsburg şampiyon olacak? Sahalarında harika bir performans ortaya koydular. 17 maçın 16'sını kazanıp, 1 beraberlik almaları onları şampiyonluğa taşıyan en önemli faktör. Magath büyük hoca olduğunu Bayern'in ardından Wolfsburg'u da şampiyon yaparak kanıtladı. Sen misin seni 2 sezon üstüste çifte kupa şampiyonluğuna taşıyan adamı kovan?! Böyle altına(tabelada) alır seni işte! Önümüzdeki sezon Schalke'yi de özlenen şampiyonluğa taşırsa kimse şaşırmasın! Grafite-Dzeko ikilisi 54 gol attı, Gerd Müller ile Uli Hoeness'in 1972-73 sezonunda 53 gollük rekorunu tarihe gömdüler. Magath ikisini ya da birini mutlaka Schalke'ye götürecektir. Almanya'da gelenektir şampiyon olan takımın futbolcuları devasa bira bardaklarıyla kutlarlar şampiyonluklarını. Zafer için Wolfsburg Şampiyonluk Birası özel üretilmiş, sadece 3000 litre. Güzel güzel yıkasınlar birbirlerini.

RONALDO

Fluminense taraftarları Corinthians'la oynadıkları maçta Ronaldo'nun canını sıkmak için böyle bir yola başvurmuşlar. Fotoğraftaki hatun(!) Andreia. Ronaldo'nun adı travestilerle birlikte bir skandala karışmıştı. Andreia da onlardan biri. Fotoğrafı tutan vatandaş da her an adı bir skandala karışabilecek gibi duruyor...

TUGAY YOU ARE MY TURKISH DELIGHT

Tugay yarın emekliğe ayrılıyor. Blackburn teknik direktörü Sam Allardyce West Bromwich karşısında Tugay'ı ilk 11'de sahaya sürecek. Allardyce "Bu bir jest olarak algılanmasın. Zaten son haftalarda iyi bir performans ortaya koyuyordu. Umarım taraftarlar O'na güzel bir veda sunacaktır. Kazanırsak çok daha güzel bir veda olur." demiş. Bizim Kebabman Şefik ağabey Liverpool da yaşar. Geçenlerde belinden ameliyat geçirmişti yavaş yavaş toparlamaya çalışıyor. Az önce telefonda konuştuk, "Kendimi iyi hissedersem gideceğim. Otobandan 45 dakika sürüyor. Yanımda dev bir Türk bayrağı da götüreceğim. İnşallah stada sokmama izin verirler" dedi. Şefik ağabey, yetişkinler için bilet fiyatları yaklaşık 35 TL'den başlıyormuş. Eğer gidersen hem güzel fotoğraflarını hem de şu yukarıdaki tişört'ten bir tane bekliyorum. Large olsun mümkünse :) Blackburn kulübü sınırlı sayıda üretti. Fiyatı yaklaşık 22 TL. Ayyıldız da güzel olmuş, helal olsun İngilizler'e. "Ortasahanın maestro'su son maçına çıkıyor. 8 yıl bu kulüp için ter akıtan birine saygımızı göstermek için tişörtlerden almayı ihmal etmeyin" diyorlar. Son zamanlarda stadı pek dolduramıyorlardı, Tugay'ın vedası bahanesine taraftarların maça büyük ilgi göstermesini bekliyorlar. Anlayacağınız giderayak Tugay'ın sayesinde voleyi vuralım demişler. Özleyeceğiz seni Tugay (Tough Guy)!

22 Mayıs 2009 Cuma

BEDAVA 7000 KOMBİNE

Championship'te mücadele eden Burnley kulübü, S.United ile Pazartesi günü oynayacağı play-off maçını kazanırsa adını Premier Lig'e yazdıracak. Yönetim bunu başarmaları halinde 7000 kişiye önümüzdeki sezon için bedava sezonluk bilet vermeyi kararlaştırdı. Bu sezon için geçen yıl 8 Ağustos'tan önce kombine kart alan herkes önümüzdeki sezon M.United, Chelsea, Liverpool ve Arsenal gibi takımları izlemek için 5 kuruş ödemeyecek. Kulüp bunun bedelini 2 milyon sterlin olarak hesaplamış ancak premier lige yükselmeleri halinde önümüzdeki sezon kasalarına 50 milyon sterlin girecek. Yönetim Kurulu Başkanı Barry Kilby "Taraftarlarımız bizi bir sezon boyunca yalnız bırakmadı. Bizden kendilerine küçük bir jest" diyor.

Hadi bundan bahsetmişken İngiltere'de kombine kart fiyatları ne kadar bunu da belirtmeden geçmeyelim. Öncelikle Burnley Premier Lig'e çıkarsa en ucuz kartları onların satacağını söyleyelim; yetişkinler için sezonluk kartlar 800 TL'den başlıyor. Bir sezonda sadece ligde 19 maç yapıyorlar ki hadi 20 diyelim, bu da demek oluyor ki maç başına 40 TL'ye Dünya'nın en iyi takımlarından birkaçını izleyebilecekler. Üstelik gençlere çocuklara da maçlar bedava.

Chelsea ve M.United gibi kulüplerin sezonluk kartları ise 1200 TL'den başlıyor. Ve bu takımlar sahalarında bir sezonda ortalama 30 maç oynuyor. Bu takımların taraftarları da kabaca bir hesapla stadyumlarında 40 TL'ye maç izlemiş oluyorlar. Bu fiyata haftasonunda oynanacak Beşiktaş-Galatasaray derbisini izleyin de göreyim! Ya da bazı sakar karaborsacılar var onlardan yürütüp de izleyebilirsiniz. :)

STAN BOWLES TIKARSA

1970'lerin İngiliz futbolu denilince akla gelen önemli isimler vardır. Bunların bazıları futbolculuklarıyla, bazıları haylazlıklarıyla bazıları da her ikisiyle de ünlenmiştir. George Best, Charlie George, Alan Hudson ve Rodney Marsh bu son kategoriye girer. Aralarında en ünlüsü de çoğumuzun tanıdığı George Best'tir. M.United formasıyla saha içinde fırtına gibi esen Best saha dışında da özellikle çapkınlıklarıyla büyük nam salmıştır. "Bana 3 kişiyi çalımlayıp 30 metreden Liverpool'a nefis bir gol atmak mı yoksa dünya güzelini yatağa atmak mı diye sorsanız karar vermek çok zor olurdu. Şanslıyım ki her ikisini de yaptım ama birini 50.000 kişinin önünde" sözü Best'i gayet iyi anlatır. O dönemin bir başka haylaz futbolcusu da Stan Bowles'tur ki asıl hikayemiz kendisiyle ilgilidir. Bowles da alt liglerin Best'i diye anılırdı. Best gibi iyi bir futbolcu ve çapkının önde gideniydi. Saha içinde ve dışında birçok olaya karışmıştı. Benim anlatacağım hikayesi saha içinde olanı. :)

9 Mayıs 1973'te Queens Park Rangers, 4 gün önce FA Cup'ı müzesine götüren Sunderland'e konuk olmaktadır. Bowles da QPR forması giymektedir. Sunderland'in Roker Park Stadı tıklım tıklım dolmuş, binlerce taraftar FA Cup şampiyonu takımlarını kutlamak için yerlerini almıştır. Dünya'nın en önemli yerel kupalarından FA Cup da sahanın kenarında bir masanın üzerinde sergilenmektedir. Maç başlar ve kupanın yakınlarındaki bir pozisyonda olan olur. Bowles boşta kalan topa doğru gelir ve o kadar sert vurur ki, herkesin bakışları arasında meşin yuvarlak kupaya isabet eder ve kupa havada birkaç takla attıktan sonra yere düşer. Stadta bir an için büyük bir sessizlik olur. Herkes Bowles'a bakar. Ancak Bowles hiçbir şey olmamış gibi yüzünde hafiften bir sırıtmayla arkasını döner ve görev bölgesine doğru yürümeye başlar. Roker Park'taki binlerce Sunderland'li deliye dönmüştür, uğultular, küfürler yükselir ve derken taraftarlar koro halinde Bowles'a saydırmaya başlar. Ancak Sunderland taraftarlarını daha acı bir son beklemektedir. Bowles hem küfürlere kulaklarını hem de Sunderland ağlarına golleri tıkar. QPR, Bowles'un 2 golüyle FA Cup şampiyonu Sunderland'i deplasmanda 3-0 mağlup eder. Rivayete göre QPR'lı oyuncular maçtan önce kupayı ilk kim devirecek diye iddiaya girmişler.
Geçenlerde İngiliz basını 61 yaşında olan Stan Bowles'a "Pazar günü Premier Lig'de kalma mücadelesini yakından ilgilendiren maçlar var. Ne diyeceksin?" diye sormuş; aldıkları cevap ise "İnşallah Sunderland düşer" olmuş...

HER TÜRK KARABORSACI (MI) DOĞAR?!

Öncelikle karaborsa(blackmarket) olayının dünyanın her yerinde var olduğunu, birçok insan için önemli bir gelir kapısı olduğunu, bu piyasanın içinde karaborcasılar kadar resmi bilet satıcılarının da bulunduğunu belirtelim. Tabii ki herkesi bunun içine katmıyorum. İşsiz kesim ile okuyan ve kendine cep harçlığı yapmak isteyen ya da sadece sahip olduğu birşeyi ödediğinden fazlasına satmanın verdiği hazzı yaşamak isteyenlerin başvurduğu bir yoldur karaborsacılık. Geçen yaz Euro 2008 sırasında İsviçre'de buna fazlasıyla şahit oldum. Ellerindeki kartona "I need a ticket - Bir bilete ihtiyacım var" yazan kişilerin yanına gittiğimde bir anda bilete değil aslında paraya ihtiyaçları olduğunu anlamıştım.
Neyse gelelim yukarıdaki iki kafadara. Bu arkadaşlar üniversite öğrencisi. Ailelerinden uzak İstanbul'da okumaya, varolmaya çalışan iki arkadaş. Fotoğrafta sağ tarafta bulunan zat-ı muhteremin adı Kemal. Kemal'e babası tarafından bizim açımızdan tarihi olan bu finale canlı tanıklık etmesi için iki bilet satın alınmış. Kemal de kankası, benim bloga da sık sık yorum yapan itdurmaz lakaplı Mustafa'yı alıp stadın yolunu tutmuş. İkiliye göre, final iki kıytırık takım tarafından oynanacakmış, bu yüzden izlemeye gerek yokmuş, ellerindeki 75'er euro'luk iki bileti iyi bir fiyata okutmaları onlar için daha sağlıklı olacakmış. Bu anlamda Kalamış ve Kadıköy diyarlarında harıl harıl Ukraynalı ve Almanlar'ın etrafında dolaşmaya başlamışlar. Ancak 2-3 saat boyunca yanaştıkları taraftarlardan her seferinde olumsuz yanıt almışlar. Maçın başlamasına 3 saat kala bakmışlar ki bu iş olmuyor en iyisi bari biz girelim de maçı izleyelim demişler. Kemal iki bileti kotunun arka cebine koymuş ve ikili stada doğru yürümeye başlamış. Aradan geçen birkaç dakikanın ardından olan olmuş. Kemal elini arka cebine doğru atmış ama o da ne?! Biletler yok. Geçtikleri yolları fellik fellik aramaya başlamışlar ama yer yarılmış biletler sanki içine girmiş! İki kafadarı almış mı bir panik?! Doğruca Kadıköy'e inip polislere ellerinde tuttukları kayıp eşya tutanağını tutturmuşlar. Kemal'in yanında biletlerin faturası da varmış. Faturanın üzerindeki barkod ve tutanakla heyecanlı bir şekilde stadın yolunu tutmuşlar. Bu sayede biletlerinin kaybolduğunu ispatlayabilecekler ve stada girebileceklerini düşünmüşler. Stada vardıklarında görevlilere dertlerini anlatmışlar. Ancak ikiliyi yeni bir şok bekliyormuş. Görevli bilgisayardan barkodları kontrol ettiğinde, iki biletli kişinin stada çoktaaaan girdiğini görmüş. Bizimkiler "Ama o biletler bizim, tribüne bizim girmemiz gerekiyor" diye dert yansa da görevli "Koskoca tribün, maçın başlamasına daha 2 saat var. Biletler numaralı olsa da belki yerine oturmamışlardır, şimdi biz nerden bulalım onları" diyerek taleplerine olumsuz yanıt vermiş. İki sözümona karaborsacı yalvarıp yakarsalar da adam nuh demiş peygamber dememiş. Artık biletleri birilerine kaptırdılar mı yoksa ceplerinden düşürdüler mi, işin o tarafı bilinmiyor. Bildiğim tek şey ikisinin de maçı tv'den izlediği...
Kemal ve Mustafa bu yaşadıklarını ben canlı yayın arabalarının olduğu yerdeyken yanıma gelip anlattılar. Çok güldüm. "Reziller" dedim. :) Sizin neyinize karaborsacılık? Ne işiniz var, girip paşa paşa maçınızı izlesenize. Ama bu bizim iki kafadar gibiler olmasa heralde "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" gibi anlamlı sözlerin değeri anlaşılmazdı. Herşey bir yana Mustafa ve Kemal isimlerinin yanyana gelip böyle bir olayın içinde geçmesine de ayrıca çok üzüldüğümü belirtmeliyim. Ne dersiniz?

GUARDIOLA'NIN TAHTASI

Athletic Bilbao ile oynanan Kral Kupası Finali'nde Guardiola'nın kullandığı taktik tahtası. Soyunma odasında oyuncularına maça çıkmadan önce son taktikleri vermiş. Yukarıdaki karalamalarda Bilbao'lu Llorente ve Toquerro'ya Barcelona savunmasının kurduğu tuzak varmış. Son çizgiye yakın olan 3 çarpı işareti kaleci Pinto ile Pique ve Puyol'u simgeliyor. Hemen ceza sahasının önünde ise Busquets ve Yaya Toure varmış. Ben birşey anladıysam arap olayım! Zaten ne gerek var taktiğe; Guardiola da belli ki yalandan karalamış birşeyler, hani birşey söylemiş olma adına...

MICHEL'İN VERİLMEYEN GOLÜ

Futbol tarihinde topun çizgiyi geçip geçmediğinin tartışıldığı o kadar çok pozisyon var ki bu da onlardan biri. 1 Haziran 1986, Meksika'daki Dünya Kupası'nda İspanya ile Brezilya gruptaki ilk maçlarına çıkar. Fotoğrafı elinde tutan o zaman 23 yaşında Real Madrid'te oynayan Michel. Victor Munoz köşe vuruşunu kullanır, ceza sahasına gelen topu Michel göğsüyle yumuşatır ve voleyi çakar, kaleci Carlos'u geçen top önce üst direğe ardından yere çarpar ve oyun alanına geri döner. İspanyollar Avustralya'lı hakem Bambridge'e koşar, "Geçti, geçti" diye bağırırlar ancak hakem devam ettirir oyunu. Bugünlerde Getafe'nin teknik direktörlüğünü yapan Michel "Top çizgiyi geçmişti. Bunu halen iddia ediyorum. Ancak Avustralya'lı hakeme ne kadar itiraz etsek de işe yaramadı. İngilizce bile konuştuk. Korneri kullanan Victor Munoz olduğu yerden net bir şekilde gördüğünü, topun çizgiyi geçtiğini söylemişti. Ama Avustralya'lı hakem golümüzü vermedi" diyor. Maçı Socrates'in 62. dakikada attığı golle 1-0 kaybeder İspanyollar. Bu pozisyon da tarih sayfalarında tartışılan anlar bölümüne adını büyük harflerle yazdırır. Bu arada Michel'in o korneri kullanan Victor Munoz'un Getafe'den kovulmasının ardından takımın başına getirildiğini de söylemeden bitirmeyelim post'u...

21 Mayıs 2009 Perşembe

UEFA KUPASI FİNAL GÜNÜ

Salı gününü İzmir'de geçirdikten sonra dün sabah erken saatlerde yorgun argın İstanbul'a döndüm. Anadolu yakasında oturan annemin evinde geçirdiğim birkaç saatin ardından akşam 6 gibi çıkıp Kadıköy'ün yolunu tuttum. Meslek gereği canlı yayın arabalarının kokusunu aldım heralde, eski salı pazarına kurulmuş olan 10'a yakın aracın arkasına otomobilimi parkettim ve arkadaşlarımın yanında aldım soluğu. El Cezire'si, Rumen kanalı, bizimkiler yoğun bir şekilde koşturuyor, yayın üstüne yayın yapıyorlardı. Bir an için sanki uzun zamandır mesleğimden uzak kalmış gibi hissettim kendimi. Oysaki sadece 6 gün olmuştu. Saat başı canlı yayın yapan NTV'den Emek Ege ve Loran Vayloyan ile bir süre sohbet ettikten sonra maçın başlamasına 2 saat kala stadın yolunu tuttuk.
Salı pazarının diğer tarafında yüzlerce Werder Bremen'li ellerinde biralar şarkılar söyleyerek kendilerini maça hazırlıyorlardı. Bizim kurnaz seyyar satıcılar da bu maç için alışık olduğumuz köfte arabalarını değil bira tezgahlarını kurmuşlardı her köşebaşına. Almanlar ellerindeki Efes kutularını ardı ardına mideye indiriyordu. Medya çadırında arkadaşların geçmiş olsun, inşallah en kısa sürede bir yere başlarsın temennileriyle geçirdiğim yaklaşık 1 saatin ardından stada girme vakti gelmişti. Tabii öncesinde ünlü blog yorumcusu Varol Döken'le de bu tarihi anı kayda almayı ihmal etmedik. Satmayı düşündüğü biletlere alıcı bulamayınca babası ile giymiş üstüne Fenerbahçe formasını finale canlı tanıklık etmeye karar vermişti. (Ancak bazıları O'nun kadar şanslı değildi; bir sonraki post'ta anlatacağım)
Maçın başlamasına 45 dakika kala tribüne girdiğimde biraz hayalkırıklığı yaşadım. Stadta büyük boşluklar vardı. "Dolar heralde" dedim içimden ve koltuğuma oturdum. Bir kale arkasında Shaktar diğer kale arkasında Bremen'liler yerlerini almıştı ama üst katlar boştu. Vakit geçtikçe oralara da aralarında Fenerbahçe'lilerin çoğunlukta olduğu Türk taraftarlar yerleşti. Hemen önümde ateşli bir 6-7 Bremen'li taraftar vardı, arkamda ise bir o kadar sakin Shaktar taraftarları. Bremen'lilerden biri üzerimde Mesut Özil formasıyla beni görünce Almanca birşeyler söyledi. "Anlamıyorum kardeş" dedim "İngilizce bir zahmet." Bana sağ tarafımızda yayına hazırlanan alman tv'cileri gösterdi, "Tanıyor musun" dedi. "Hayır" dedim. "Almanya'nın en ünlü spor muhabirlerinden biri. Ben de ilk kez bu kadar yakından görüyorum" dedi. Neden Werder Bremen forması giydiğimi sorunca birkaç ay önce Mesut Özil'le röportaj yaptığımı, bana forma hediye ettiğini ve sadece bu maçta bir taraf olmak istediğim için üzerime giydiğimi söyledim. Sonra da hem O'nun hem de benim makinemle birer fotoğraf çektirdik.
Ben de O'na saha kenarında yayın yapan Beckenbauer'i gösterdim. "Çok sever böyle maçlardan önce uzun uzun konuşmayı" dedi. Bir süre sonra Kaiser'in yanına Löw de geldi ve Almanlar en iyi yaptıkları işlerden birini, maç öncesi yayınını yapmaya devam etti. Unutmadan W.Bremen spor direktörü Klaus Allofs'u da yayına aldıklarını da söyliyeyim.
Maça gelince size futboldan çok önümde oturan Bremen'li taraftarları izlediğimi söylesem heralde ne demek istediğimi anlarsınız. Bir önceki post'ta da söylediğiniz çoğu şeye katılıyorum. Mesut Özil vasatı aşamadı, 20 yaşında henüz ve çok çelimsiz. Daha da güçlenmesi gerekiyor. Şu an için Diego'nun rolünü üstlenmesi sözkonusu falan değil. Bana göre de Shaktar'lı Srna maçın adamlarından biriydi. Harika bir futbolcu, hem defansif hem de ofansif görevlerini kusursuza yakın yerine getirdi. İkinci yarı da bir ara 1 dakika içinde sol çizgideki Willian'a 3 tane 45-50 metrelik top attı. Bremen'liler her defasında terse düştü bu toplar yüzünden. Savunmanın göbeğinde oynayan Dmytro Chygrynskiy'i de beğeni listeme eklemeden geçmeyeyim. Maçtan önce yazdığım yazıda Shaktar'ın Brezilya'lılarının Bremen savunmasına zor anlar yaşatacağını söylemiştim bu yüzden onlardan hiç bahsetmiyorum.
Shaktar'ın kupayı kazanmasına Lucescu adına çok sevindim. Galatasaray ve Fenerbahçe'nin Rumen hocayı takımlarının başına geçirmek için yoğun mesai harcadığını duydum. Harcamasınlar da ne yapsınlar ki, Rumen hoca iki takım için de biçilmiş kaftan. Maçın sonunda Rumen bayrağıyla sevinci görülmeye değerdi. O'nu gülerken, oyuncularına çocuklar gibi zıplayarak koşarken görmek ayrı bir tarihi andı. Önümdeki Bremen'liler ise maçın son anlarında sinirden koltukları tekmeleyince birkaçımızın hışmına uğrayacaktı. Allah'tan aralarında sınırını bilenler vardı da daha da büyütmeden arkadaşlarını yatıştırdılar. Bağlamak gerekirse son Uefa Kupası sönük, futbol zevkinden uzak geçti. Yıllar sonra düşünüldüğünde Shaktar'ın kupayı kaldırmasının dışında bizler tarafından hatırlanacak sadece birkaç şey var; saha kenarında koşan, muhtemelen fare kovalayan kedi ile bizi hiç ilgilendirmeyen bir maçta bile FB ve GS taraftarlarının birbirine girmeyi başarmasıyla. Roma'daki finali bekliyoruz artık, futbola olan hiçbir zaman dinmeyecek açlığımızı gidermek dileğiyle...

UEFA FİNALİ'NİN ARDINDAN

Maç ile ilgili yazıyı ya bu akşam ya da yarın sabah yazabileceğim. Şu an için şunları söyliyeyim; maçı üzerimde Mesut Özil formasıyla izledim ama Lucescu'nun kazanmasına gerçekten çok sevindim. Bu adam bu başarıyı hakediyor. Maç öncesi statta ve çevresinde yaşanan ilginç olaylar da vardı. Ben asıl yazacağım postta bunlardan bahsetmek istiyorum. Alman ya da Ukraynalılara bilet satmak isterken ellerindeki biletten olan iki arkadaşımızın hikayelerine çok gülecekseniz. Ama öncesinde maçın yayını, sahadaki futbol vs. yorumlarınızı bekliyorum.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

GÜNÜN FOTOĞRAFI

BİR İSTANBUL HATIRASI

Haber ajanslarının bugünkü final öncesi tüm dünyaya geçtiği fotoğraflardan ikisi.
İstanbul ve turist denilince akla gelen ilk yerdir Sultanahmet. Almanlar da güne Ayasofya'yı, Sultanahmet'i gezerek başlamışlar. Dede nereli bilmiyorum ama Alman olmadığı kesin, halinden de bir hayli memnun. Şu maç atkısından almak lazım ayrıca.

Şükrü Saracoğlu Stadı'nın etrafında gezen teyzemse olan bitenlerin farkında mı acaba? Vatandaş geçim derdinde ayrıca, kim takar Uefa Finali'ni(mi?)!

WERDER BREMEN - SHAKTAR DONETSK

Lucescu'nun da dediği gibi İstanbul böyle bir finalin oynanmasını hak ediyordu. Ve hakeden İstanbul'un Anadolu Yakası'ndaki mabedi Şükrü Saracoğlu Stadı'nın zeminine aşağı yukarı üstteki şekilde çıkacak iki takım. Yukarıdaki dizilişte dikkat çeken nokta futbolcuların boy bilgilerinin verilmiş olması. Buna değinmeden önce hazır futbolcuların boy meselesi açılmışken birşey söylemeden geçemeyeceğim. Bu bir basketbol maçı değil, o yüzden maç spikerlerinin kalkıp maç içinde sallıyorum "Rooney 25 yaşında 1.65 boyunda" gibi bilgiler vermesini naçizane doğru bulmamışımdır. Bu sadece o maça yeterince hazırlanmadıklarının göstergesidir ve ellerine geçen en kolay iki bilgiyi söyleyerek bu konudaki boşluğu doldurmaya çalışırlar. Boy bilgisi verecekseniz eğer bunu bir yere varmak, birşeyi göstermek için, mesela "1.65'lik Rooney 1.85'lik defans oyuncusu John karşısında hava toplarında etkisiz kalıyor. Bu da gayet doğal. M.United Rooney ile gol bulmak istiyorsa O'nu yerden beslemeli." gibi önemli bir kıyaslama yapmak için vermelisiniz. Neyse uzatmayalım; ancak bu boy meselesi bu akşam önemli olabilir. Maçı anlatacak olan arkadaşın buna dikkat etmesi, ikili mücadelelerde bir bilgi olarak önümüze sunmasını bekliyorum.

Üstteki bilgiler ışığında Werder Bremen'in (Diego'nun da olmamasıyla) boy ortalaması 188, Shaktar'ın 181 santimetre. Bremen'in defans dörtlüsü ile Shaktar'ın hücum dörtlüsü karşılaştırıldığında boy olarak Almanlar'ın çok ağır bastığı görülüyor. Bu durumda Ukrayna ekibinin havadan oynamayacağını, topu mümkün olduğunca yere indireceğini söyleyebiliriz. Ukrayna 4'lüsünün tamamının Brezilya'lı ve teknik isimler olduğunu da düşünürsek bu anlamda yerden oynayarak Bremen defansını sıkıntıya sokabilirler. Bremen'in avantajı ise hücum hattındaki isimlerin, Shaktar defansı ile hava toplarında başa baş mücadele edebilecek yeterlilikte olmaları. Almanlar, Frings, Mesut ve Hunt ile forvet ikilisini havadan beslemeye çalışacak. Özellikle Mesut'un sol kanattan adam eksilterek son çizgiye inme çabaları ve yapacağı ortalar belirleyici olabilir. Ancak Bremen'in avantajının daha çok serbest vuruşlar ve kornerlerde ortaya çıkacağını söylemeden geçmeyelim.
Bu sabah 10:30 civarlarında stadın çevresindeydim. Shaktar taraftarları yavaş yavaş ortamı hareketlendirmeye başlamıştı. Akşamüstü erkenden gidip bir futbolsever olarak ben de havaya girmeye çalışacağım. Üzerimde forma da olacak. Bremen'in 11 numarasının forması...

18 Mayıs 2009 Pazartesi

ERIC CANTONA

"27 Mayıs'taki finali kim mi kazanacak? Cevabım çok net, Manchester."

Usta'nın Cannes film festivalinde şampiyonlar ligi finaliyle ilgili tahmini sorulunca verdiği cevap. Kendini oynadığı "Looking for Eric" adlı filmle Cannes'da yarışacak. Türkiye'de gösterime girmesini de merakla bekliyorum.

17 Mayıs 2009 Pazar

AGASSI & GRAF


MURAT MURATHANOĞLU'NUN ÖVGÜSÜ

Arkadaşlar öncelikle hepinize bu günlerde bana destek olduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Hem bloga yaptığınız yorumlarla hem de attığınız e-mail'lerle ne kadar sevildiğimi, ne kadar doğru işler yaptığımı birkez daha anladım. Eksik olmayın, ne kadar teşekkür etsem azdır. Umarım en kısa sürede tekrar daha doğru bir ekranda sizlere seslenmeye başlayacağım. Sizi öldürmeyen şey, sizi daha da güçlendirir. Bunu aklınızdan çıkarmayın lütfen! Şimdi sizlerle Murat Murathanoğlu ile yaşadığım bir anımı paylaşmak ve sizlere özellikle nbaseverlere bir çağrıda bulunmak istiyorum...

Askerliğimi yedek subay olarak 12 ay yaptıktan sonra 2005 Ağustos'unda tekrar NTV'nin yolunu tutmuş ve bıraktığım yerden işime devam etmeye başlamıştım. Doğuş Medya, NBA TV'yi de bünyesine almıştı ve kanalda gün içinde yayınlanan 15'er dakikalık NBA Live'larda bir önceki gecenin nba maçlarının özetleri yayınlanıyordu. Askerden döndükten sonra yeni sezonda ben de bu özetleri anlatmaya başladım. Nba maçı anlatma tecrübem yoktu sadece askere gitmeden önce WNBA play-off'ları final serisinde canlı bir maç anlatmıştım o kadar. Nba Live'ı seslendirmeye başladığım ya ilk gündü ya da ikinci, tam olarak hatırlamıyorum. Akşamüstü Murat Kosova'nın masasındaki telefon çaldı. Kosova olmadığı için telefona ben baktım. Arayan kişi bu işin duayeni, bize Nba'i, basketbolu sevdiren insanların başında gelen Murat Murathanoğlu'ydu. Tanışıyorduk ama pek muhabbetim, samimiyetim yoktu kendisiyle. Açtım telefonu;
- Alo Murat Kosova'nın telefonu!

- İyi akşamlar, Kosova yok mu?

- İzinli bugün, Murat ağabey sen misin? Ali ben, Ali Okancı.

- Aaa Merhaba Ali, Kosova'ya birşey soracaktım ama sana da sorabilirim biliyorsundur belki sen de.

- Buyrun Murat ağabey, belki yardımcı olabilirim.

- Aliciğim, az önce Nba Live'ı izledim, kim seslendirdi bunu?

Bir an cevap veremedim. Sessizlik oldu. Aklıma hemen yanlış birşey söylemiş olabileceğim ya da kötü anlatmış olabileceğim geldi. Alçak ve tedirgin bir sesle;

- Eee şey, ben, ben seslendirdim Murat ağabey.

- Ali ciddi misin yawwww?!

- Evet Murat ağabey, yanlış birşey mi vardı?

- Hayır Aliciğim, yanlış birşey yok. Sadece kimin anlattığını çok merak ettim, kimse anlatan acayip beğendiğimi söyleyecektim. Valla bravo, ne kadar güzel seslendirmişsin.

- Doğru mu söylüyorsunuz, gerçekten mi Murat ağabey?

- Eveeet. Çok beğendim, aferin böyle devam et. Helal olsun valla, tebrik ediyorum seni.

- Çok teşekkür ederim Murat ağabey, bunları sizden duymak beni çok mutlu etti.

- Rica ederim, aferin aferin, böyle devam et.

O gün benden mutlusu yoktu. Pek iddialı olmadığım bir konuda, Nba maçlarını seslendirmede, çok önemli bir kişiden övgü dolu sözler duymuştum. O günden sonra Murat Murathanoğlu ile olan samimiyetimiz daha da gelişti. O'nun gözünde iyi bir Nba anlatıcısı olabilecektim. NTV'den ayrılana kadar da genelde Nba Live'ları ben seslendirmeye devam ettim. Ben şahsen Michael Jordan-Scottie Pippen ikilisinden dolayı bir Chicago Bulls hayranıyımdır. Haftada tek maçın verildiği dönemde, yanlış hatırlamıyorsam bir ara Kanal D'deydi ve Ender Bilgin anlatırdı, Chicago Bulls'un maçlarının verilmesi için dua ederdim. Şimdi Murat Kosova, Kaan Kural, Osman Sakallıoğlu ve İsmail Şenol bize Nba'yi sevdirmeye devam ediyorlar ben de fırsat bulabilirsem geceleri kalkıp izlemeye çalışıyorum. Artık bir süre çok daha kolay fırsat bulabileceğim galiba :) Ancak bunun çok uzun zaman alacağını sanmıyorum, ayrıyeten zaten yavaş yavaş da final serisine yaklaşıyoruz, sezon tamamlanacak.

Anının ardından sıra geldi çağrıya. Benim gibi Nba sevenlere bir duyuru yapmak istiyorum. Garanti, “nba skills challenge”a katılmak isteyen 13-18 yaş arası gençleri, temel basketbol yeteneklerini gösteren orijinal videolarını, 31 mayıs 2009 pazar gününe kadar www.nba-garanti.com sitesine yüklemeye davet ediyor. Gençlerin “top sürme”, “şut”, “pas”, “1’e 1 oynama” da dahil bireysel yeteneklerini sergileyen en fazla 2 dakikalık videolarına, site ziyaretçileri tarafından puan verilecek. En yüksek puanı alacak 100 kişi arasından uzman bir jüri tarafından seçilecek 30 genç, 19-21 haziran tarihleri arasında istanbul nba skills challenge kampı’na katılma hakkı kazanacak. Nba koçları ve oyuncularının gözetiminde yapılacak kampta, 30 kişi arasından performanslarına göre seçilecek 4 genç ise Ağustos’ta Orlando Magic tarafından Orlando’da düzenlenecek basketbol kampına katılacak. Kendi videolarını çekemeyen kişiler için NBA ve Garanti streetfilming (sokak çekimi) haftasonları düzenliyor.

Yarışma başlangıcı: 6 Mayıs
Street Filming: 16-17 Mayıs Caddebostan, 23-24 Mayıs İzmir Bostanlı
Son katılım tarihi: 31 Mayıs
İstanbul kampı: 19-21 Haziran Darüşşafaka
Orlando kampı: 3-7 Ağustos

Kendisine, yeteneğine güvenenlerin bu organizasyonu kaçırmamasını şiddetle tavsiye ediyorum.

http://tr.netlog.com/garantinba
http://www.myspace.com/garantinba
http://www.facebook.com/pages/Garanti-Skills-Challenge/73852529718
http://garantinba.hi5.com/
http://www.dailymotion.com/garantinba