10 Aralık 2010 Cuma

KİM BU TESTİYİ KIRAN?

7 Aralık 2010 Salı

ADNAN POLAT, ACUN ILICALI, MEHMET ALİ ERBİL

Galatasaray TV Genel Yayın Yönetmeni Adnan Polat geçtiğimiz günlerde katıldığı bir televizyon programında, reyting yapması için transfer ettikleri Mehmet Ali Erbil'in başarılı olamaması durumunda görevine son verebileceklerini iddia etti. Bu da ne dediğinizi duyar gibiyim. O halde filmi biraz daha başa saralım.

Galatasaray TV Genel Yayın Yönetmeni Adnan Polat ve ekibi, televizyonlarının prime-time'da daha fazla reyting alması için bir transfer arayışına girer. Uzun süren görüşmelerden sonra ihtiyaç duydukları ismi en nihayetinde bulurlar. Yıllarca Show TV'de başarılı bir performans sergileyen, Var Mısın Yok Musun ve Survivor gibi yarışma programlarıyla reyting üstüne reyting alan, ancak 1 süredir medya dünyasından uzak kalan Acun Ilıcalı'yı transfer etmeyi başarırlar. Acun'dan istedikleri tek bir şey vardır, hafta içi her akşam Çarkıfelek'ı sunması ve bu programı izlenebilir kılması. Acun ekibini toparlar, güzel güzel mankenleri kadrosuna katar ve program başlar. İlk zamanlar Acun'un geçmişteki popülerliği sayesinde program izlenir ancak haftalar geçtikçe izlenme oranları düşer. Çünkü Çarkıfelek, Türk halkının artık izlemek istemediği bir programdır, ömrünü tamamlamıştır. Ancak Acun'un elinden daha fazlası gelmemektedir çünkü kendisinden istenen Çarkıfelek programıyla reyting almasıdır. Haftalar geçtikçe programın formatında yapılan ufak değişiklikler de kar etmez. Program bir türlü adam olmaz, Türk izleyicisinin ilgisini çekmeyi başaramaz. En sonunda baskılara dayanamayan Genel Yayın Yönetmeni Adnan Polat, Acun Ilıcalı ile yollarını ayırma kararı verir. Polat ve Galatasaray TV yine arayışlardadır. Akıllara Mehmet Ali Erbil gelir. O bu programı daha iyi bilir, parmağını oynatır, espriler yapar falan izlenme oranlarını düzeltir diye düşünürler. Uzun zamandır televizyon dünyasından uzak kalan Mehmet Ali Erbil de teklifi hemen kabul eder. Çarkıfelek'i sunmaya başlayan Erbil bir süre sonra Acun'un çalıştığı birkaç güzel hostesin görevine ekrandaki duruşlarını beğenmediğini iddia ederek son verir.

Mehmet Ali Erbil'in Çarkıfelek'i sunmaya başlamasının üzerinden iki aya yakın zaman geçti. Program henüz beklenen düzeye ulaşamadı, şu günlerde reyting listesinde orta sıralarda inişli çıkışlı bir grafik sergiliyor. Ancak Adnan Polat, Mehmet Ali Erbil ile Çarkıfelek'in daha fazla izlenmesi için bir umut taşımakta. Ne mi bu? Uzun yıllardır yapımı için uğraştıkları, büyük paralar harcadıkları hatta borca girdikleri Türkiye'nin en modern stüdyolarından biri. Modern olduğu kadar da Türkiye'nin en büyük stüdyolarından biridir bu, ışığı harika, dekoru mükemmel olacaktır. İzleyiciyi içine çekecektir. Ama gelin görün ki Adnan Polat, bu muhteşem stüdyosunda seyircilerine Çarkıfelek izletecektir. Oysa ki Galatasaray TV'nin sadık seyircilerinin izlemek istediği program Canlı Para'dır. Bu tarz bir programı ekranlarına taşıyamayacaksa artık gitmesi gereken programcı değil de, bir sürü programcıyla çalışıp başarılı olamayan genel yayın yönetmeni ve ekibi değil midir?

3 Aralık 2010 Cuma

EL CLASICO'NUN HİKAYESİ



Sinvergüenza = Dürzü

Prodüksiyon harika. Söze gerek yok, müzik ve görüntülerle herşeyi anlatırsınız işte bu şekilde. Futbolcu, teknik adam, başkan, taraftar detayları mükemmel. Değişik açılardan sahayı görebileceğiniz yerlere amatör kameralı birkaç arkadaşı da yerleştirdiğinizde size kurgu yaparken nefis ayrıntılar sunar. Örümcek kamera da güzel ama biraz da bunları yapmak lazım derbilerde artık. Son olarak, Mourinho intikam duygusunu şimdiden fazlasıyla içinde yaşatıyor gibi geliyor bana.

30 Kasım 2010 Salı

GUARDIOLA'NIN İTHAFI

Pep Guardiola "Bu futbol 15 yıllık bir sürecin meyvesi" diyerek galibiyeti eski teknik direktörler Johan Cruyff ve Carles Rexach'a ithaf etmiş. Frank Rijkaard'ı es geçmesi garip gelebilir bazılarına ama dikkat çektiği nokta, herşeyin onlarla başlamış olması. Netice itibariyle Bobby Robson ve Louis van Gaal'in de adını anmıyor. Aslında kastettiği dönem 1991 ile 1996 arası, yani Cruyff ile Rexach'ın birlikte çalıştıkları dönem. Rexach meyveyi eken adam, sulayan ve toplayan da Cruyff. Rexach aynı zamanda Messi'yi keşfeden ve Barcelona'ya kazandıran kişi. Yine de herşey onlarla başlamış, Guardiola ile doruğa ulaşmış olsa da Barcelona'nın Rijkaard döneminde zirveye doğru büyük bir aşama kaydettiğini de kabul etmek lazım.

SERGIO RAMOS'UN KIRMIZI KARTI

Bir hafta boyunca dünyanın dört bir yanında maçla ilgili haberler yapılmış, birçok gazeteci iki şehre giderek futbolcularla özel röportajlar gerçekleştirmiş, Barcelona ve Madrid basını sayfa sayfa rekabetin tarihi ile ilgili bilgiler yayınlamış. Ve sonrasında Camp Nou'da yaklaşık 100 bin, ekranları başında da yarım milyara yakın kişi maçı izlemeye koyulmuş. Böyle bir atmosferde rakibiniz karşısında ezilince hele de skor 5-0 olunca bazılarının beynine oksijen gitmemeye başlaması gayet normal. Birisinin dayanamayacağı aşikardı ve patlama noktası Sergio Ramos'da vuku buldu. Önce Messi, ardından Puyol, sonrasında Xavi; önüne kim geldiyse durmak bilmedi. Milli takımdan kaptanı Puyol'a attığı, Osmanlı tokadına yakındı; ne de olsa Endülüslü. Fernando Hierro ile ligde gördükleri kırmızı kart sayısı(10) da eşitlendi. Ama maç/kart oranı bir hayli farklı. Hierro 439 maçta 10 kırmızı kart görürken, Sergio Ramos 175 maçta bu rakama ulaştı.

29 Kasım 2010 Pazartesi

BİR GRUP KENDİNİ BİLMEZ BARCELONALI

Ortam gerilmeye başladı. Real Madrid kafilesini dün gece (Pazar) Barcelona'daki El Prat havalimanında yaklaşık 2000 kadar taraftarı karşıladı. Barcelona'da yoğun bir ilgiyle karşılanmak futbolcuları mutlu etmişti ancak otele gidiş yolunda sıkıntılı dakikalar yaşadılar. Otobüsün camlarına koca koca taşlar atıldı Barcelona sokaklarında. Bunlardan biri de Albiol ile Arbeloa'nın oturduğu cama isabet etti. Real Madrid'in güvenlik elemanlarından biri başından yaralanmış. Yeteri kadar güvenlik önlemi almamış sanırım Barcelona polisi. Ne diyelim, bir grup (muhtemelen Boixos Nois'tir) kendini bilmez Barcelonalı'nın işi işte!

Bu da El Clasico'nun dünyanın dört bir yanındaki futbolseverler tarafından merakla beklenmesine güzel bir örnek. İspanya'dan binlerce kilometre uzakta, El Salvador'da bile seyyar satıcılar dev maç sayesinde yollarını bulmaya çalışıyor.

26 Kasım 2010 Cuma

MESSI, RIJKAARD VE MOURINHO

Tarih 16 Kasım 2003. Porto'nun yeni stadı Dragao'nun açılışı için Porto ile Barcelona karşı karşıya gelecektir. Barcelona'nın teknik patronu Frank Rijkaard, Porto'nun ise Jose Mourinho'dur. La Liga'da şampiyonluk mücadelesi veren Barcelona'da Rijkaard bu özel maçta en tecrübeli isimlerini riske atmak istemez, onların yerine genç oyunculara şans vermeyi tercih eder. Bunlardan biri de 16 yaşındaki Messi'dir. Arjantinli o gün Frank Rijkaard tarafından ilk kez Barcelona A takımının formasını giyme şerefine layık görülür. Maçı Mourinho'nun ekibi, Derlei ve Hugo Almeida'nın golleriyle 2-0 kazanır. Messi, ikinci yarıda Fernando Navarro'nun yerine oyuna dahil olur ve yeteneklerini Hollandalı hocasına gösterme adına fırsat yakalar. Kısıtlı sürede skoru değiştirme şansına erişemese de hocası Rijkaard'ı etkilemeyi başarmıştır. Maçın ardından Rijkaard, Messi'nin genç takımdan antrenörü Pere Gratacos'a "Oynadığı 15 dakika içinde bize böyle şanslar yakalatan bu genç adam hemen bizimle çalışmalara başlamalı" der. Mourinho'nun söyledikleri de son derece önemlidir; "Meslektaşımla ayak üstü konuştum. Messi adlı genç çocuğa mutlaka şans vermesi gerektiğini söyledim. İlerde gerçekten çok büyük bir yıldız olacak" der. Rijkaard, Deco, Ronaldinho ve Xavi gibi isimlerle antrenmanlara çıkmaya başlayan bu genç adama yaklaşık 1 yıl sonra ligde ilk kez forma şansı verir. Kaderinde dünyanın en iyi futbolcularından biri olmak olan Messi de günden güne büyür. Pazartesi akşamı Messi ve arkadaşları sahada, Mourinho yine rakip kulübede olacak. Rijkaard ise Cruyff ile birlikte Nou Camp'ta kendine ayrılan VIP koltuğunda eski öğrencisinin kazanması için dua edecek.

BÖYLE BİR KLASİK "EL CLASICO"

25 Kasım 2010 Perşembe

ROBERTO DIAZ VE BARCELONA

Yardımcı hakem Roberto Diaz ve Guardiola. Foto, yaklaşık 10 yıl önce Santiago Bernabeu'daki El Clasico'dan. Diaz, maç 2-2 devam ederken son dakikalarda Rivaldo'nun ceza sahasının dışından ağlarla buluşan vuruşuna ofsayt bayrağı kaldırmıştı. 3 Barçalı rakiplerinin arkasında kendi kalelerine doğru koşarken Rivaldo'nun şutu gelmiş ve hiçbirisine temas etmeden ağlarla buluşmuştu. Hem kararın ardından hem de maç bittikten sonra Barçalılar uzun süre itiraz ettiler. Ederlerken de Real taraftarları üzerlerinde ne varsa fırlatıyordu Barçalı futbolculara. O günü yakından hatırlayan 4 futbolcu pazartesi akşamı yine sahada olacak. Xavi, Guardiola, Casillas ve Karanka(Mourinho'nun yardımcısı). Tabii bir de tartışılan yardımcı hakem Roberto Diaz. O da Nou Camp'da Itturalde Gonzalez'in yardımcılığını yapacak. O gün bugündür Katalanlar tarafından pek sevilen bir şahsiyet değildir kendisi. İspanya MHK'sı bu maçta onu görevlendirerek yaklaşan emekliliği öncesi Barçalıların gönlünü alması için bir fırsat mı tanıyor acaba? Dikkatle takip edeceğiz.

23 Kasım 2010 Salı

ENGİN BAYTAR ÖZÜR DİLEMELİ

Engin Baytar, Eskişehirspor maçının son anlarında oyundan alınmasına sinirlendi. Kenara gelirken el kol hareketlerinin eşliğinde ettiği küfürler dudaklarından okunuyordu. Kime neden ettiğini başta anlayamadım. Acaba Şenol Güneş'e mi ediyor diye içimden geçirsem de yok canım daha neler diyip vazgeçtim düşüncemden. Ancak Ligtv'nin değişik açılardan çekilmiş görüntülerini izlediğimde korktuğum başıma geldi. O küfürleri ettiği, el kol hareketleriyle ve yerdeki şişeyi tekmeleyerek tepki gösterdiği kişi gerçekten de Şenol Güneş idi. (Maçı Trabzonspor yedek kulübesinin hemen arkasından izleyen bir arkadaşımız da Engin'in Şenol Güneş'e küfrettiğine çok yakından tanık olduğunu söyledi) Üzüldüm, canım sıkıldı. Her hafta başka maçlarda da böyle şeyler oluyor, abartmaya gerek yok diyenler olabilir. Kime olursa olsun asla tasvip etmem, yakışıksız bulurum ama Şenol Güneş'i gönlümde, futbol sevgimde apayrı bir yere koyduğum için belki de üzüntüm daha fazla oldu. Oğlu yaşındaki bu şımarık adam nasıl oluyordu da kendisine güvenen, sahip olduğu yeteneği takımı yararına kullanması adına kendisini geliştiren ve ayyıldızlı formayı giymesinde pay sahibi olan adama herkesin ortasında böyle davranışlar sergileyebiliyordu? Sanki ilk yarının ortalarında taktiksel bir değişiklik için kendisini oyundan almış da haftaiçinde milli takım forması giyerek kendini başka bir mertebede görmeye başladığını düşündüğüm bu beyefendi elaleme rezil olmuştu! Şenol Güneş gibi tecrübeli bir hoca, o anda oyuncusunun arkasından geçerken kendisine tepki gösterdiğinin farkında değil miydi sizce? Bence bal gibi de farkındaydı ama dönüp muhattap olmayarak herkesin ortasında onunla aynı seviyeye inmedi, büyüklük gösterdi.

Belli ki Trabzonspor kulübü, "haklı olarak" iyi gidişlerinin üzerine böyle bir olayın gölge düşürmesini ve takım içindeki havanın bozulmasını istemiyor. Asbaşkan vekili Hasan Yener dün "Engin'in hareketleri Şenol Güneş'e ya da bir başkasına değildi" diyerek -kamuoyunu biraz da aptal yerine koyarak- yaşananları çok fazla büyütmek istemediklerini belli etti. Bu yazıyı illa da Engin'e mutlaka ceza verilsin diye yazmıyorum. Sadece kendisine çeki düzen versin. Futboluyla yükselirken gözümüzde karakteriyle düşmesin. Umarım bu yakışıksız hareketlerinden pişman olup Şenol Güneş'den hemen özür diler ve olay tatlıya bağlanır.

Trabzonspor/Şenol Güneş ya da Engin Baytar bu olayın üzerine nasıl bir tavır sergileyecek bilemiyorum ama Hollanda'dan gelen bir haber her kulübe örnek olacak cinsten. Ajax kulübü takımın en büyük yıldızı olan Suarez'in cezasını kendisi kesti bile. PSV maçında rakibini ısıran ama hakeme yakalanmayan Uruguaylı futbolcuları için Futbol Federasyonu'nun ceza vermesini beklemediler. Şampiyonluk yarışında fazlasıyla ihtiyaç duydukları Suarez'i gelecek 2 lig maçında oynatmayacaklar. -Bu akşamki şampiyonlar ligi maçında oynatacaklar o da ayrı bir tartışma konusu- Ayrıca bir vakıfa bağışlanmak üzere yüksek miktarda para cezası da verdiler. İtalya'da ise federasyon Hollandalı meslektaşları gibi olayı araştıracağını söyleyip vakit kaybetmedi. Rakibine kafa atan Eto'o'yu 3 maçla cezalandırdılar bile. Binlerce kişinin önünde rakibini ısırmışsın, ona kafa atmışsın ya da kendi teknik adamına küfretmişsin ne farkeder, önemli olanın futbolun kirlenmemesi ve böyle adamların arkalarından gelenlere örnek olması değil mi?