21 Şubat 2009 Cumartesi

ARSHAVIN'İMİZ SAHADA

İŞTE O TARİHİ AN

6 Kasım 1986. Alex Ferguson İskoç Aberdeen'e çalıştığı 8 yılda tarihinin en başarılı dönemini yaşatmış, birçok kupa kazandırmış ve ardından Old Trafford'un yolunu tutmuş. Ferguson'un solunda M.United Başkanı Martin Edwards, sağında yönetici Mike Edelsom oturuyor. Ferguson "M.United Aberdeen'i bırakmamı sağlayacak tek kulüptü. Eğer gelmeseydim hayatımın geri kalanında pişmanlıkla yaşardım" demişti. Aradan geçen 22 yılı aşkın sürede ne Ferguson ne de United taraftarı pişman oldu. İşte Sir Ferguson'un ne kadar doğru bir karar verdiğini gösteren rakamlar;

10 Premier Lig şampiyonluğu
5 FA Cup Şampiyonluğu
2 Lig Kupası
8 Charity/Community Shield Kupası
2 Şampiyonlar Ligi
1 Kupa Galipleri Kupası
1 Uefa Süper Kupası
1 Intercontinental Cup
1 FIFA Dünya Kulüpler Kupası

20 Şubat 2009 Cuma

RIHANNA'YA KALKAN ELLER KIRILSIN

Rihanna'nın erkek arkadaşı şarkıcı Chris Brown tarafından 7 Şubat'ta dövüldüğü haberleri yayılmıştı. İkili bu yüzden 8 Şubat'taki Grammys ödül törenine katılmamıştı. Brown Los Angeles polisine teslim olduktan sonra 50.000 dolar kefaletle serbest bırakılmıştı. Soruşturma sürerken bugün Rihanna'nın dayak yedikten sonraki fotoğrafları basına düştü. Kızı ne hale sokmuş herif! O günden beri Barbados'da ailesinin yanında kalıyormuş kızcağız, psikolojisi bozulmuş. "Kadınlara kalkan eller kırılsın" grubu olarak Chris Brown'ı kınıyoruz!

FERGUSON MYKONOS'TA

Pennearabiata onurla sunar. Bu fotoğraf Türkiye'de ilk kez bir futblogda yayınlanıyor. Sir Alex Ferguson, çıplaklarıyla ünlü Yunan adası Mykonos'daki Paradise Plaj'da geçen yaz tatil yaparken. Elime başka fotoğraflar da geçti ama ayıp olduğu için yayınlamıyorum.

22:15 itibariyle update: Arkadaşlar fotoğraftaki Alex Ferguson. Ama tabiki adam bu fotoğrafta çıplak falan değil. Ayrıca Mykonos'ta falan da değil. Zaten dikkat ediyorsanız Ferguson çıplak da demiyorum. Elimde başka resimler var diyerek de olayın üzerindeki gizemi arttırıyorum sadece. Anlayacağınız bu post biraz mizahi bir yaklaşımın ürünü. Bu blogta ciddi yazılara yer verildiği gibi, esprili, mizahi konulara da yer veriyoruz. Blog'taki misyonumuz sürekli futbolun ciddi unsurlarını anlatmak değil, futbolun değişik enstrümanlarını kullanarak eğlendirmek, eğlenmek aynı zamanda. Ama bazı adını bile yazma cesareti gösteremeden yorum yapanlar bu post'u kalkıp bizim mesleki kariyerimizle, karakterimizle bağdaştırıyorlar. Onlara burdan selamlarımı yolluyorum. Ekrandaki Ali Okancı işini ciddiyetle yapan, tarafsızlığını ve çizgisini koruyan biridir. Bizi gerçekten bilenler iyi bilir. Böyle biline!..

BENJAMIN, CHARLIE VE YÜCEL

Ne güzel, ne bereketli bir hafta geçiriyoruz. Spor dünyasından üstüste doğum haberleri geliyor. Agüero baba Maradona dede olurken bebeğin ismini de "Benjamin" koymuşlar. Geçtiğimiz günlerde de ünlü golfçü Tiger Woods'un oğlu olmuştu. Bebeğe "Charlie" ismini vermişler. Lost karakterlerinin isimleri birer birer yeni doğan bebeklere verilirken(!) seriyi atletizm dünyasından Süreyya Ayhan - Yücel Kop ikilisi bozdu. Oğlana babanın ismini (Yücel) koymuşlar. Halbuki "Sayid" koysalar hem Türkçe'ye de uyardı hem de seriyi devam ettirirlerdi. Allah analı babalı büyütsün ne diyelim! Süreyya "oğlumun bu şartlarda Türkiye'de atlet olmasını istemiyorum" demiş.



SIR BOBBY ROBSON

Sir Bobby Robson 5. kez kanser illetiyle mücadele ediyor. Robson'ın en son geçen Mart ayında kansere yakalandığı açıklanmıştı. Robson hem kanserle mücadele ediyor hem de diğer kanser hastalarının tedavileri için çalışmalar yapıyor. Bir kanser birimi oluşturmak üzere 500.000 sterlin bağış toplamak için yola çıkmış ve bu miktarı 7 hafta içinde toplamıştı. Robson şu ana kadar kanserle mücadele araştırmaları için 1.2 milyon sterlinden fazla bağış topladı. 76 yaşındaki efsane futbolcu ve teknik adam bunun 300.000 sterlininin doktor ve hemşireleri finanse etmek için harcanacağını söyledi. Robson'ın topladığı bağışlarla Newcastle'daki Freeman Hastanesi'nde Sir Bobby Robson Kanser Araştırma Merkezi kuruldu. Robson'ın girişimi için en son bağışta bulunan kişi ise İngiltere Futbol Federasyonu adına milli takım menajeri Fabio Capello. FA'in yaptığı bağış miktarı ise 75.ooo sterlin. Koskoca İngiltere Futbol Federasyonu 75.000 sterlin mi bağışlıyor peki? Acaba İngiltere'de tv kanalları ünlüleri toplayıp yardım gecesi(!) düzenlemiyor mu? Bizim Acun bile bir programda daha fazla bağışlıyor. Neyse yine asıl konudan(!) uzaklaştık. Capello "Robson bir futbol efsanesidir sadece İngiltere'de değil tüm dünyada." derken, Robson da "Capello çok zorlu bir koltukta oturuyor. İşleri çok yoğun, bize vakit ayırabildiği için çok mutluyum. Vakfımız için onur verici bir gün" demiş. 1996-97 sezonunda Capello Real Madrid'i Robson'ın çalıştırdığı Barcelona'nın 2 puan önünde şampiyonluğa taşımıştı.

MEIRA'NIN GELECEĞİ ZENIT'TE Mİ?

Bugün birçok gazetede ve internet sitesinde Fernando Meira'ya Zenit kulübünün talip olduğu yazılıyor. Sabah gazetesi kaynağı "Sovietski Sport" gazetesi olarak gösteriyor ve Zenit'in 4.7 milyon euro önerdiğini yazıyor. Milliyet gazetesi ise haberi İspanya muhabiri Mehmet Çiftçi'nin imzasıyla "Sovietski Deporte" gazetesini kaynak göstererek veriyor ve Zenit'in 6 milyon euro teklif ettiğini yazıyor. Aslında iki gazete de aynı gazeteyi kaynak gösteriyor. Deportes İspanyolca spor anlamına geldiği için Mehmet Çiftçi kaynağı da "Sovietski Deporte" diye veriyor. Şimdi bu durumda akıllara şu geliyor. Sabah ve Milliyet aynı gazeteyi kaynak gösterirken bonservis bedeli için biri 4.7 milyon euro, diğeri 6 milyon euro nasıl diyebiliyor?

Neyse efendim iki gazetenin birleştiği bir nokta var; Zenit teknik direktörü Advocaat'ın Meira'yı çok istediği. Rus ekibinin önliberosu Tymoshchuk önümüzdeki sezon Bayern Münih forması giyecek. Advocaat da O'nun yerine arayışlara başladı ve bu yüzden Meira'yı istediği söyleniyor. Portekizli futbolcunun Galatasaray'da önliberoda faydalı olamadığını görmüştük. 7 yıl formasını giydiği Stuttgart'ta da en iyi olduğu mevkide defansın ortasında oynamıştı. Ben şahsen Zenit'te Meira'nın Tymoshchuk'un yerini doldurabileceğine inanmıyorum. Ukraynalı futbolcu son iki sezondur mevkisinin en iyi futbolcularından biri. Bir dinamo gibi çalışıyor, hem defansa hem forvete bitmek tükenmek bilmez enerjisiyle çok faydalı oluyor. Çıtayı çok yükseltmiş, takımının gerçek lideri olan bir isim. Meira'nın ki performansında son dönemde bir düşüş olduğunu düşünüyorum, Zenit'te Advocaat'ın beklentilerini tam anlamıyla karşılayamaz.

Ama 4.7 ya da 6 milyon euro, ikisi de çok iyi para Meira için. Gerçekten Zenit bu paraları teklif ediyorsa Galatasaray Meira'yı hiç düşünmeden vermeli. Paslanan Emre Güngör'e de yer açılmalı Galatasaray'da.

19 Şubat 2009 Perşembe

HARRY & RUBY KEWELL

Galatasaray'lıların Daddy Cool'u Harry Kewell ve güzeller güzeli kızı Ruby. Bu ve benzeri kareler 90'ların sonunda Galatasaray'ın başarısındaki önemli noktalardan biriydi. Şu an aklıma ilk gelen ise Kewell'ın dün akşam 6 pastan topu ağlara gönderemediği pozisyon.

HILLSBOROUGH FACİASI

Liverpool kulübü Uefa'ya Şampiyonlar Ligi'nde oynayacakları çeyrek final rövanş maçını 15 Nisan'da oynatmaması için talepte bulundu. İngiliz kulübünün böyle bir talepte bulunmasının sebebi Hillsborough faciasının 20. yılını anmak istemesi. Peki 20 yıl önce faciaya adını veren Hillsborough Stadı'nda neler yaşanmıştı? Bir hatırlamakta fayda var.

Sheffield Wednesday'in stadı olan Hillsborough stadı 15 Nisan 1989'da Liverpool ile Nottingham Forest arasındaki FA Cup yarı final maçına evsahipliği yapıyordu. Hillsborough Stadı'nda süregelmiş üzere büyük maçlarda rakip taraftarlar ayrı yerlerde oturuyordu. Liverpool'lu taraftarlar Leppings Lane End bölümüne alınacaklardı. Maç öncesi hem radyodan hem tvden hem de stat etrafında yoğun katılımın olacağı düşünüldüğünden sürekli uyarılar yapılıyor, bileti olmayanların stada girmek için zorlamamaları ve bileti olanların da maç başlamadan en geç 15 dakika önce yerlerini almaları isteniyordu. Maç yerel saatle 15:00'te başlayacaktı. Liverpool'lu taraftarlar maçtan yarım saat önce turnikelerin önünde toplanmaya ve içeri girebilmek için acele etmeye başladılar. Dar bir yerden girmeye çalışan taraftarlar yığının artmasına yol açtı. Bu arada önde bulunan ve içeri girmelerine izin verilmeyen taraftarlar alanı terkedemiyordu çünkü arkalarında stada girmek isteyen büyük bir kalabalık onlara engel oluyordu. Bu arada futbolcular sahaya çıkmış, içerdeki taraftarların çığlıkları ve bağırmaları dışarıda duyulmaya başlanmıştı. Dışarıda binlerce taraftar içeri girmeye çalışmasına rağmen hakem maçı başlatmış ve çığlıklar daha da yükselmişti.

Bu sırada genç bir çocuk stadın dışındaki duvarın yanındaki büfenin üzerine çıkmıştı. Polisler bu kişiyi dışarı çıkarmak için kapılardanbirini açınca 20 kadar kişi paldır küldür içeri girmeye çalıştı. Polisler bu kişileri dışarıya çıkarmaya çalışırken yaklaşık 5000 kişilik bir grup turnikelerden geçmeye çalışıyordu. Aşırı yığılmadan dolayı insanlar ezilmeye başlamıştı ve polis onları kontrol etmekte güçlük çekiyordu. Çareyi C Kapısını açmakta buldular ve bu hamlenin ardından facia yaşanmaya başladı.

Stada girmek için adeta birbirlerini ezen taraftarlar dar bir tünelden geçerek tribüne girmeye çalışıyordu. Ancak arkadan gelen taraftarlar olağanca güçleriyle öndekileri itince insanlar tribün önlerindeki demir parmaklıklarda sıkışmaya başladı. İnsanlar çığlık atarak ezilmeye başladı. Bu sırada maç devam ediyordu. Şanslı olanlar tel örgülere tırmanıyor, şanssızlarsa altta kalarak çığlık atarak can veriyordu. Hakem 6. dakikada bu durumun farkına vardı ve maçı durdurdu. Bu sırada güvenlik görevlileri sahaya açılan ufak bir kapıyı açtılar. Yine binlerce insanın arasında şanslı olan bazıları bu kapıdan kendilerini saha içine attılar. Sonunda yaşanan yığılmaya demir parmaklıklar daha fazla dayanamadı ve yıkıldı. O gün orada 94 kişi hayatını kaybetti. 766 kişi yaralandı, 300 kişi hastaneye kaldırıldı. Olaydan 4 gün sonra 14 yaşındaki Lee Nicol, tam 4 yıl sonra da girdiği komadan çıkamayan Tony Bland hayata gözlerini yumdu. O günkü facianın bilançosu 96 ölüydü ve hepsi Liverpool taraftarıydı. Polis ya da steward'lar önceden böyle bir durumun olabileceğini anlayabilir ve sahaya açılan demir parmaklıkları açarak insanların ezilmesine engel olabilirdi ama bunu neden yapmadıkları hiçbir zaman tam olarak açıklanmadı.

Olaydan sonra Lord Justice Taylor bir soruşturma başlattı. 31 gün süren bu soruşturmanın ardından 2 rapor yayınlandı. İlkinde o gün yaşananların sebepleri anlatılırken ikincisinde genel stadyum güvenliği hakkında tavsiyeler yer aldı. Bu rapor "Taylor raporu" olarak anıldı. Bunun neticesinde sahayı çevreleyen tüm tel örgülerin ya da demir parmaklıkların kaldırılmasına ve tüm tribünlerin koltuklu olmasına karar verildi.

Anfield Stadı'nda Shankly Kapısı'nın yanında ölenlerin isimlerinin yazdığı bir anıt bulunmakta. Ve daha birçok yerde Hillsborough faciasında ölenler adına anıtlar ve yazılar yer alıyor. Bu faciadan 4 gün sonra Milan ile Real Madrid arasında oynanan maçın 6. dakikasında da hakem oyunu durdurmuş ve ölenlerin anısına 1 dakikalık saygı duruşu yapılmıştır. Milanlı taraftarlar saygı duruşu sırasında Liverpool'un "You'll never walk alone" şarkısını söylemeye başlayarak yaşanan duygusal atmosferin daha da artmasını sağlamışlardır.

DUFFY

Duffy Brit ödülleri 2009'da geceyi 3 ödülle kapattı. Favori Cold Play ise eli boş döndü. 24 yaşındaki Duffy geçen mart ayında çıkarmıştı Rockferry albümünü. Galli'den favori şarkımız "Mercy"dir. Kendilerinden vatandaşı Ryan Giggs için sağlam bir şarkı da beklentimizdir.