10 Şubat 2012 Cuma

GABON



2 Şubat 2012 Perşembe

YIL 2048. BÖLÜM 2.


Yıl 2048..

Yaklaşık 20 yıl önce yaşanan büyük depremler ve sonrasındaki büyük salgının ardından 1 milyar civarında insan hayatını kaybetti..

Depremden en çok etkilenen şehirlerin başında İstanbul geliyordu. Taş taş üstünde kalmadı. Onbinlerce bina yerle bir oldu. Diğerlerine göre daha yeni olmalarına rağmen 3. ve 4. köprüler yıkıldı. Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprüleri de uzun bir süre kullanılamaz hale geldi. Avrupa yakası ile Anadolu yakası birbirinden tamamen koptu. Birçok sahil şeridi sular altında kaldı. Ortaköy, Bebek, Beylerbeyi, Kanlıca diye bir yer artık yoktu. Nüfusu 150 milyonluk şehir tanınmayacak haldeydi. 50 milyona yakın insan hayatını kaybetti, geri kalanlar ise şehri terk etti. Meclis de 5 yıl aradan sonra tekrar Ankara'ya taşındı.

Hükümet vasıflı 250 bin civarında kişiyi aileleriyle birlikte 2046'da tekrar şehire yerleştirmişti. Görevleri 10 yıllık renovasyon planlaması çerçevesinde şehri yeniden yaşanır bir hale getirmekti. Can'ın dedesi ve ailesi de yıllar sonra İstanbul'a tekrar gelenler arasındaydı.

2048 yılının Aralık'ı tüm zamanların en kurak yaz aylarından biriydi. İstanbul'da yoğun kar yağışı olmayalı 36 yıl olmuştu. Dedesi, Can'a 2012 yılının kış aylarından bahsederdi. Can, eskiden Ocak ve Şubat aylarında havanın soğuk olduğunu duyduğunda şaşırmıştı.

Dedesi "İstanbul'da 2012'de öyle güzel kar yağmıştı ki anlatamam Can. Günlerce yağmıştı. Her yer bembeyazdı. Hatta İzmir'e bile 21 yıl sonra kar yağmıştı. Zaten orada yaşayanlar da bir daha göremedi. İstanbul'da normalde bile işine zar zor giden insanlar o günlerde mahvolmuştu. O zamanlar metrobüs adında saçma sapan bir ulaşım aracı icat etmişlerdi. Balık istifi gibi doluşurduk içine. Bazen nefes almakta bile zorluk çekerdik. O şartlarda işe gidip gelirdik." diye anlatmıştı o günleri, torununu İstinix'deki eski Futbol Federasyonu'nun binasının olduğu yere götürürken..

İstinix enkaz yığını halindeydi. Terk edilmiş ilçelerden biriydi. Hiç kimse yaşamıyordu. Hava karardıktan sonra oraya gitmek çok tehlikeliydi. Geceleri kurtların karınlarını doyurmak için cirit attıkları bir yer olmuştu. Uzun bir yokuştan inip düz bir alana geldiklerinde dedesi parmağıyla uzaktan gösterdi eski TFF binasını. "İşte orası. Futbol dediğimiz eski oyunu yönetenler orada çalışırdı Can." dedi. Oraya doğru yürümeye koyulduklarında dedesi de anlatmaya başlamıştı yeniden Can'a.. "Can'cığım, bina büyük depremlerden sonra ayakta kalmayı başarmıştı. Ama terkedildikten yıllar sonda o da yıkıldı. 2031'e kadar yani futbolun oynandığı son yıla kadar şampiyon olan bütün takımlar kupalarını güvenli olarak saklanması için binanın deposuna kilitlemişlerdi. Kültürel mirasımızın en önemli parçalarındandı o kupalar. Kazanmak için neler yapmıştı kulüpler. Çok para harcamışlardı. Kolay değildi tabii, onları destekleyen binlerce insan vardı. Hem onları mutlu etmek hem de daha fazlasını kazanmaktı amaçları."

Nihayet gelmişlerdi. Can bu ilk kez gördüğü yere gelirken dedesinin elini bir an olsun bırakmamıştı. O kadar çok seviyordu ki dedesini, onunla yaptığı bu kısa yolculuklar hayatının en güzel anlarıydı. Yaklaşık bir saat süren yürüyüşün ardından enkaz altındaki eski TFF binasının tam önünde durmuşlardı. Eskiden giriş kapısının olduğu yerin birkaç metre önünde duran bayrak direkleri halen ayaktaydı. Belli ki birileri yakın zamanda gelip Türk bayrağını göndere çekmişti. Çünkü yepyeni olduğu her halinden belliydi. Dedesi dalgalanan bayrağa baktı ve bir anda dalıp gitti..

Devamı yakında...

by Ali Okancı.

YIL 2048. BÖLÜM 1.

1 Şubat 2012 Çarşamba

MEHMET ALİ AYDINLAR'IN BIRAKMASINA SEVİNDİM ÇÜNKÜ...

Öncelikle bu kör olur badem gözlü olur yazısı değil. Ancak son 7 aydır izlerken üzüldüğüm, sıkıldığım çoğu zaman da kızdığım bir adam oldu Mehmet Ali Aydınlar. Göreve gelir gelmez pimi çekilmiş bombayı kucağına bıraktılar. Patlatmamak için uğraş uğraşabildiğin kadar bakalım. Neler olup bittiğini çok da fazla anlamadığı, bilgi sahibi olmadığı bir konuyla ilgili, ilk kez çalışma fırsatı bulduğu insanlarla Türk futbolunu kurtarma yükünün altına girdi. İşin içinden çıkamadı tabii. Böyle bir ortamda da çıkmasını beklemek büyük bir hayal olurdu. Kısacası;

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü en sonunda bir şekilde bıraktığı için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü spor dünyasında perde arkasında kalarak yaptıklarıyla kazandığı karizmayı gözümüzün önünde yaptıklarıyla fazlasıyla çizdirdiği için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü ekibiyle(!) birlikte Türk futbolunu bundan sonra daha fazla kaosa sürüklemeyeceği için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü zaten her halükarda kaosa sürükleneceğini düşündüğüm Türk futbolunun yöneticilik koltuğunda oturmayacağı için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü gazete ve televizyonlarda her gün kendisini görmeyeceği için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü belki herşey unutulduktan sonra futbol dışındaki branşlara daha fazla yatırım yapacağını düşündüğüm için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü yüzüne başka arkasından başka konuşanlarla daha fazla muhatap olmayacağı için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü kurtlar sofrasında kuzu gibi durmasına gönlüm daha fazla el vermediği için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü artık kimse konuşma tarzıyla dalga geçmeyeceği için.

Mehmet Ali Aydınlar’ın bırakmasına sevindim çünkü birkaç zaman sonra belki 7 aydır yapamadığını yapacağı ve kafasını yastığa daha rahat koyacağı için.



1 Şubat'ta Gazeteport.com'da yayınlanan yazım.

UYANDIRMA ÇAĞRISI

Avrupa futbol kulüplerinin başkanları ve yöneticileri “lüks” otel odalarında dışarıdan gelen o kadar gürültüye, o kadar tantanaya rağmen uyumaya devam ediyor. Türk kulüplerinin başkanları da aynı şekilde. O kadar derin bir uykudalar ki top patlasa duymayacaklar. Diğerlerini bilmem ama bizimkilerin “kendi horlamalarından” dolayı neler olup bittiğini farketmediklerine eminim. Hatta resepsiyonist ısrarla baş uçlarındaki telefonu çaldırmaya devam ediyor, “Uyanın artık sabah oldu” diyor ama onlar bana mısın demiyor. O kadar yüksek sesle horluyorlar ki uyandırma çağrısını duyamıyorlar belki de duymazdan geliyorlar. Resepsiyonist ise ısrarla çaldırmakta haklı. Çünkü artık uyanıp kaldıkları lüks odadan ayrılmak zorundalar. Ama onlar birazcık daha bu tatlı ve derin uykuya devam etmek niyetinde.

Evet Uefa geçen hafta içinde bazı önemli bilgiler vermek için son bir uyandırma çağrısı yaptı. Eldeki veriler kulüplerin Financial Fair Play’i tam olarak anla(ya)madıklarını ortaya koyuyor. Tüm uyarılara rağmen borç 2006’dan beri her yıl katlanarak büyüyor. Evet gelirler artıyor ama zarar da aynı şekilde. 2008 ile 2010 arası net zarar 1 milyar euro arttı. 2006’da net zarar 216 milyon euroydu. 2010’da ise bu rakam 1.6 milyar euroya çıktı. Kaydedilmiş toplam borç ise inanılmaz bir seviyede, tam tamına 8.4 milyar euro. Ülke olarak adını son zamanlarda daha sıklıkla duyduğumuz Uefa Genel Sekreteri Infantino diyor ki, “Eğer bu rakamlar bile size bir şey ifade etmiyorsa o halde hemen harekete geçmeli ve yaptırımları uygulamaya başlamalıyız.”

Neydi bu yaptırımlar bir kez daha hatırlatalım. Transfer ambargosu, puan silme, kadro sınırlama, para cezaları ve eninde sonunda Avrupa kupalarından men edilme. Financial Fair Play’e göre Avrupa kulüplerinin gelecek 2 sene boyunca 45 milyon euro’dan fazla zarar etmemeleri gerekiyor. Bunu başarabilmekse özellikle transfere büyük paralar harcayan takımlar için zor görünüyor.

Türkiye’de yaşanan şike skandalı ve neticesinde futbola olan ilginin azalması (statlara gelen taraftar sayısının düşmesi ve Digitürk’e olan decoder iadeleri) kulüplerin ellerini kollarını daha da bağlıyor. Son yaşananlardan sonra da gördük ki Anadolu kulüpleri’nin %90’ı çerez tabağındaki leblebi gibi. Şam fıstıkları, bademler, tuzlu fıstıklar yeniyor onlarsa en sona bırakılıp bir kenara itiliyor. Ama günün birinde bizi de yerler düşüncesiyle o tabağın içinde olmayı ısrarla istiyorlar. Yani nefes alabilmeleri 3 büyük kulübün var olmasına bağlı. Ancak onların borcu da 1 milyar liraya yaklaştı. Yani Uefa’nın açıkladığı toplam borcun neredeyse yüzde 5’i Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’a ait. Avrupa kupalarına en çok katılan ve ekonomilerini buna göre düzenleyen de bu 3 takım olduğuna göre yeni yaptırımlardan en çok etkilenecek olan kulüpler de onlar olacak.

Kıssadan hisse siz halen kulislerde 58. Madde değişsin değişmesin, puan silme olsun olmasın tartışmalarıyla birbirinizi yiyin durun, her kulüp sadece kendini kurtarmayı düşünsün (1-2 kulübü ayrı tutuyorum), 7 aydır bir karar veremeden basiretsiz bir şekilde bekleyin, gün gelecek hepiniz leblebi olacaksınız. Üstelik bayat leblebi...


30 Ocak'ta Gazeteport.com'da yayınlanan yazım.

13 Ocak 2012 Cuma

YIL 2048

Yıl 2048..

Yaklaşık 20 yıl önce yaşanan büyük depremler ve sonrasındaki büyük salgının ardından 1 milyar civarında insan hayatını kaybetti..

Yetkililer daha fazla kayıbın önüne geçmek için bir takım radikal kararlar almak zorunda kaldı. Bu kararlardan biri de insanoğlunun kalabalık halde bulunmasının yasaklanmasıydı. Alışveriş merkezleri, sinema salonları, spor arenaları kapatıldı, kalabalık caddelerdeki dükkanlar bir bir kepenk indirdi. Şirketler ofislerini yeniden dizayn etti. Herkes kendilerine ayrılan fanusların içinde çalışmaya başladı. Bu yasaklardan ötürü insanoğlu zamanla en büyük zevklerinden de mahrum kaldı. Bunlardan biri de spordu.

Büyük izleyici kitlesine sahip spor dalları yasaklardan etkilenerek yavaş yavaş ortadan kaybolmuştu. Peşinden milyonları sürükleyen futbol da bunlardan biriydi. Yaklaşık 17 yıldır dünyanın hiçbir yerinde top denen yuvarlak nesnenin peşinde koşulmuyordu. Yeni nesil dedelerinden dinleyerek, youtube'da videolar izleyerek futbol denen spor dalıyla ilgili bilgi sahibi oluyordu.

İstanbul'da yaşayan 12 yaşındaki Can birçok gence göre daha şanslıydı. Can ve ailesi eski adı İstinye olan İstinix'de yaşıyordu. Can toz fırtınalarının olmadığı nispeten açık havalarda dedesiyle dolaşmaktan, ondan yıllar önce futbol dünyasında yaşanan hikayeleri dinlemekten keyif alıyordu. Dedesi de eski bir futbolcuydu. Uzun yıllar profesyonel olarak futbol oynamıştı. Bu yok olmaya yüz tutan spor dalıyla ilgili torunu Can'a birçok hikaye anlatıyor, tarihin en yetenekli futbolcularından bahsediyordu. O günleri anlatırken hasretle dolan gözleri Can'ın da hüzünlenmesine sebep oluyor, ardından 3 kişiyi çalımlayıp sağ kanada açılan topun orta olarak kendisine doğru gelmesiyle rövaşatayla topu ağlara göndermesini anlattığındaysa her ikisi de neşeleniyordu. Bu hikayeyi ilk anlattığında torunu Can "rövaşata ne, dede?" diye sormuştu. Yüzünde bir gülümseme belirmişti dedesinin. Yıllar önce bir kadına ofsaytın ne demek olduğunu anlatırken çektiği sıkıntıyı şimdi torunu Can'a rövaşatayı anlatırken çekeceğinin farkındaydı. Artık fiziki durumu futbolun en estetik hareketlerinden birini göstermesine de uygun değildi.

Günün birinde yine Can ve dedesi İstinix'de dolaşmaya çıkmıştı. Bugün dedesi Can'ı Türk futbolunu yöneten Türkiye Futbol Federasyonu adındaki kurumun bir zamanlar bulunduğu yere götürecekti. 2048 yılının Aralık ayıydı. O yaz İstanbul'da oldukça sıcak geçiyordu ve Aralık tüm zamanların en kurak yaz aylarından biriydi.

Devamı yakında...


by Ali Okancı.

17 Kasım 2011 Perşembe

ÜZÜNTÜNÜN SEVİNCİ BASTIRDIĞI AN

Futbol hayatın tam ortasında derler ya gerçekten de öyle! Yukarıdaki fotoğraf bir teselliyi, bir desteği, acının paylaşımını anlatıyor. Portekizli futbolcu Carlos Martins, Bosna Hersek ile oynadıkları play-off rövanş maçının son dakikalarında Helder Postiga'nın yerine oyuna girdiğinde bedeni belki çimlerin üzerindeydi ama aklı 3 yaşındaki oğlu Gustavo'daydı. Oğluna birkaç aydır yapılan testlerin sonucunu almayı bekliyordu. Ve tam da bu kritik maçtan sadece birkaç saat önce sonuç belli oldu. Gustavo lösemiydi. Haberi Portekiz milli takımının doktoru maçın ardından soyunma odasında paylaştığında oyuncuların sevinçleri kursaklarında kalmıştı. Tüm futbolcular Euro 2012 vizesini almalarının mutluluğunu bir kenara bırakıp Martins'in etrafını sardılar. Gözyaşlarına hakim olamayan Martins'i ellerinden geldiğince teselli etmeye çalıştılar. Gustavo'nun acil olarak kemik iliği nakline ihtiyacı var. Baba Martins eşiyle birlikte bu videoda yardım isteğinde bulunuyorlar. Futbol Federasyonu ve başta Ronaldo olmak üzere futbolcular da uygun bir donör bulunması için twitter üzerinden girişimlere başladılar. Benfica kulübü de internet sitesinden çağrıda bulundu. Çiçeği burnunda bir baba olarak böyle bir üzüntüyü çok daha iyi anlayabiliyorum. Acil şifalar diliyorum.

16 Kasım 2011 Çarşamba

BİR DEVİR KAPANDI

Bana göre bir devir artık kapandı. Kapanmaması da kaçınılmazdı. Beklenen sondu ve belki de uzatılmış bir sondu. Ha bitti ha bitti derken (bunu bir temenni olarak söylemiyorum) son atımlık barut Hiddink de karavanaya gitti. Derwall ve Piontek ile ivme kazanan yabancı teknik adam modası Rijkaard, Schuster ve Hiddink gibi isimlerle -sebep ne olursa olsun günün sonunda başarısız oldukları için- yolların ayrılmasıyla yeni bir moda başlayana kadar sona erdi. Artık meşhur yabancı hocaların çalışması için ne medya ne futbolcu ne de taraftar kitlesi açısından sağlıklı bir ortam var bu topraklarda. İnanç kalmadı onlara.. Vakit onlara teşekkür etme vakti..

80'lerin sonu 90'ların başında hem altyapısı kötü hem de olanakları yetersiz Türk futboluna gerçekten birşeyler katmak, yanlışları düzeltmek, gelişim kazandırmak için bilgi ve birikimi yüksek yabancı hocalara ihtiyaç olduğu bir gerçekti. O kadar geri kalmış bir noktadaydık ki daha dibe vurmamız da imkansızdı zaten. Bu ülke sahasında 3-0 yenildiği bir maçın rövanşında rakibini halen endişelendirebiliyorsa onların ve yetiştirdiklerinin yaptıklarına çok şey borçlu. Fatih Terim ve Mustafa Denizli gibi başarıya aç ve hırslı teknik adamların son 20 yıl içinde yaptıkları, onların oluşturdukları iskelet ve yarattıkları güven duygusuyla Şenol Güneş gibi felsefik ve sistematik bir çalışma prensibine sahip teknik adamın milli seviyede çıtayı daha da yükseltmesi alttan gelen genç isimlere yönelik modayı daha da pekiştirdi.

Ve moda artık tamamen yerli. En azından gelecek birkaç sene içinde milli takım ve büyüklerin koltuğuna bu sınırlar dışından ünlü birinin oturacağını hiç sanmıyorum. Bir süre en fazla yerli inşaat şirketlerinin reklamlarında görürürüz. Galatasaray'ın Fatih Terim ile, Beşiktaş'ın Tayfur Havutçu çıktığı zaman onunla, Fenerbahçe'nin Aykut Kocaman ile, Trabzonspor'un Şenol Güneş ile, Bursaspor'un Ertuğrul Sağlam ile onlar istemedikleri sürece, takımlarını şampiyon yapmasalar bile kolay kolay yollarını ayıracağını zannetmiyorum.

Milli takım koltuğuysa ateşten gömleklerin en acıtanı. Medya Abdullah Avcı ismine sıkı sıkıya sarılmış durumda. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz tabii ki. O koltuğa da bir yerliyi oturttuklarında rahatlayacaklar. Muhtemelen makul bir rakama çalışacağı için ne kazandığı ne de tazminatı bu kadar yazılıp çizilecek. Herkesin kafası rahat olacak yani. Avcı gelecek dertler bitecek. Gelir de dünya kupasına götüremezse bile hemen bir halef bulunmayacak. En azından ümit ediyorum. Haksız mıyım sevgili medyam?! Haydi hayırlısı!

10 Mayıs 2011 Salı

NURİ ŞAHİN RÖPORTAJI

Marca gazetesinde bugün yayınlanan röportajın tamamı...

Soru: Tebrikler. Real Madrid'e transfer oluyorsun.
Cevap: Çok teşekkür ederim. Benim için çok mutlu bir gün. Son birkaç günün ardından bugün benim için çok özel. Real Madrid tarafından istenmek her gün olan birşey değil.

S: Real Madrid'in seninle ilgilendiğini ne zaman öğrendin?
C: Menajerim bana söyledi. Ve herşey çok çabuk gelişti. İlk tepkim gülümsemek oldu. Sonra ne zaman sonuçlanacak diye düşünmeye başladım. Bu geçen kısa süre oldukça heyecanlıydı ve asla unutmayacağım. Anlaşmaya varıldığında kim olduğumu hayal etmeye başladım. "Ben Nuri, artık Real Madrid'in adamıyım, Real Madrid'in futbolcusuyum." diye düşündüm. Eşsiz bir histi.

S: Başka teklifler de vardı. Arsenal, Manchester United, Bayern Münih gibi. Neden Real Madrid?
C: Çok basit. Çünkü Real Madrid dünyanın en büyük kulübü. Zor bir tercih olmadı. Eğer sizi Real Madrid çağırıyorsa Real Madrid'e gidersiniz. Para ya da başka birşeyle ilgisi yok. Sadece Real Madrid o kadar. En büyük tarih onların. Real Madrid'e kimse hayır diyemez.

S: Borussia Dortmund'u bırakmak da kolay değil, öyle değil mi?
C: Evet, nasıl Real Madrid'e kimse hayır diyemez diyorsam, benim için Dortmund'u bırakmak da o kadar kolay değil. Borussia Dortmund bana çok şey verdi. Bu yüzden basın toplantısı düzenleyerek allahısmarladık demek istedim. Dortmund'a ve taraftarlarına saygılı davranmam gerekirdi. Burada ilk kez 16 yaşında forma giydim ve onlara çok şey borçluyum. Veda etmek kolay değil ama insanlar benim kararımı anlamalı. Borussia her zaman kalbimde olacak ve üyelik kartımı hep yanımda taşıyacağım.

S: Madrid'de beklentilerin ne?
C: Amacım, benden beklenen herşeye karşılık verebilmek. Dediğim gibi Real Madrid dünyanın en büyük kulübü ve nereye gittiğimin farkındayım. Benim için yeni bir kulüpte yeni bir mücadele başlıyor. Kendimi geliştirmeye devam edeceğim. Daha uzun bir yolum var. Çünkü daha çok gencim.

S: 22 yaşındasın. Real Madrid'de mücadele etmeye hazır hissediyor musun kendini?
C: Eğer korkun var mı diye soruyorsanız, kesinlikle hayır. Bu mücadeleye hazırım. 16 yaşındayken Borussia'nın formasını giydim ve 50.000 kişinin önüne çıktım. Baskıya alışığım, bunu geçmişte fazlasıyla yaşadım. Real Madrid gibi bir kulüpte oynamaya hazırım. Madrid'de oynamak bir hayaldi ama hedef değil. Hedefim burada başarılı ve kalıcı olmak.

S: Bana kendinden bahset biraz da. Kendini bir futbolcu olarak nasıl tanımlarsın?
C: Kendi hakkımda konuşmayı pek sevmem. Bunu size bırakıyorum. Oyuncu olarak takımıma bağlı biri olduğumu söylemeliyim. Profesyonelce çalışırım. Güçlü ve zayıf olduğum yanlarımın farkındayım. Çok çalışıp Real Madrid'e faydalı olacağım.

S: Mourinho ile konuştun mu? Ne dedi sana?
C: Evet konuştuk ve benim için çok özel bir andı. Size ne konuştuklarımızı söylemem çünkü özel şeylerdi. Ama benim için çok önemliydi.

S: Teknik direktörlüğü için ne söyleyeceksin?
C: Dünyanın en iyilerinden. Onunla çalışmak istemeyecek futbolcu yoktur. Benim için büyük bir ayrıcalık. Onunla çalışmaktan onur duyacağım. Bunun için sabırsızlanıyorum.

S: Ya Mesut Özil?
C: O benim iyi bir arkadaşım. Adapte olmamda yardımcı olacağı için kendimi güvende hissediyorum. Her iki ya da üç günde bir konuşuyoruz. Harika bir sezon geçiriyor. 1 yılını tamamlamış olacak ve bana fazlasıyla yardımcı olacak. Onunla beraber oynamaktan çok mutlu olacağım.

S: Mesut yeni takımınla ilgili neler söyledi?
C: Eşsiz bir kulüp olduğunu, futbol oynamaktan zevk aldığını ve kendini geliştirdiğini söylüyor. Madrid'de futbolcular farklı bir boyutta oynuyor. Bu çok güzel.

S: O da senin geliyor olmandan mutlu mu?
C: Tabii ki! Çok mutlu.

S: Peki Madrid şehri için neler söyleyeceksin?
C: Yaşamak için çok güzel bir şehir. Ama Dortmund da öyle! :) İnsanların dostça olduğunu ve futbolu çok sevdiklerini biliyorum. Ama benim için en önemlisi kulüp. 24 saatimi futbolu düşünerek yaşıyorum.

S: Evli misin, bekar mı?
C: Evliyim. Hayatım çok sakin ve düzenli.

S: Ronaldo, Casillas ve Alonso gibi oyuncular için neler söyleyeceksin?
C: Dünyanın en iyi futbolcuları. Real Madrid mükemmel oyunculara sahip. Onlarla birlike oynamak inanılmaz olacak.

S: Önümüzdeki günlerde Madrid'e gelip yeni takımının maçını izleyecek misin?
C: Bilmiyorum. Kulüple ne zaman Madrid'de olacağımı görüşeceğim. Daha hiçbir plan yapmadık.

S: Bernabeu'yu biliyor musun?
C: Evet milli takımla orada maç yapmıştık. Olağanüstü. Oraya çıkıp yukarı doğru baktığında vay be diyorsun. Orada oynamanın hayalini kurmuştum. İlk kez oynadığım zamanı da unutamıyorum. Kaybetmiştik ama kendimi çok şanslı hissetmiştim.

S: Şimdi artık yeni bir rakibin var, Barcelona.
C: Barcelona da çok büyük bir takım. Ama konuşmak için biraz erken. Bundesliga'da sezon henüz bitmedi.

S: Real Madrid'e bir diz sakatlığıyla birlikte katılıyorsun. Bu seni endişelendiriyor mu?
C: Hayır. Çünkü yeni sezonun başlamasına daha var. Sakatlığım geçiyor ve hiçbir endişe taşımıyorum. Sakatlıktan kurtulmak için çok çalışıyorum. İnsanlar kuşku duymamalı, Real Madrid'de oynamamı engelleyecek bir durumum yok. Sakatlığım çok ciddi değil.

S: Dört dil konuştuğun doğru mu?
C: Evet. Türkçe, Almanca, İngilizce ve Hollandaca.

S: İyi bir öğrenci miydin yoksa dil öğrenme konusunda yetenekli misin?
C: Her ikisi de. Dil öğrenme konusunda sıkıntı çekmiyorum. Geleneklerini ve kültürünü bildiğinizde öğrenmek de kolay oluyor. İspanyolcayı da hızla öğreniyorum.

S: Borussia'da 8 numarayı giyiyordun. Ama Real Madrid'de 8 numara Kaka'nın. Bu konuda talebin oldu mu?
C: Hayır lütfen! Böyle şeylere çok fazla önem veren bir oyuncu değilim. Hafta boyunca çok çalışırım ve kadroya girmek için çaba sarfederim. Benim için önemli olan futboldur, diğer şeyler değil.


ENLERİ

Otomobil: Audi S5.
Renk: Beyaz.
Şehir: İstanbul. Tatile gitmek içinse Antalya.
Stadyum: Santiago Bernabeu ve tabii ki Borussia Dortmund.
Film: Denzel Washington'ın oynadığı tüm filmler. O dünyanın en iyi aktörü.
Kitap: Simyacı.
Müzik: R&B ve tüm Türkçe şarkılar.
Hobi: Ailemle zaman geçirmek ve play station oynamak.
Hayal: Real Madrid ile şampiyonlar ligi şampiyonu olmak.
Dilek: Tüm ailem için sağlık.
Sevdiğin şeyler: Yemek yemek ve uyumak.
Sevmediğin şeyler: Yalanlar.
Telefonunun melodisi: Şampiyonlar ligi müziği. Eylül ayından itibaren canlısını duyacağım.
Bir kadın adı: Tuğba, eşimin adı.

5 Mayıs 2011 Perşembe

UNITED

The Damned United'ın ardından BBC'den harika bir yapım daha; UNITED. Busby Babes (Busby Bebeleri) olarak adlandırılan Matt Busby yönetimindeki genç Manchester United takımını ve o takımdan 8 futbolcunun ölümüyle sonuçlanan 1958 Şubat'ında Münih'te yaşanan uçak kazasını konu olan şahane bir film. 24 Nisan'da BBC Two'da gösterildi. Film 1956'da efsane isim Bobby Charlton'ın Manchester United takımında ilk kez şans bulduğu günlerde başlıyor. Videoda yardımcı antrenör Jimmy Murphy'nin Bobby Charlton'ı gaza getirmek için Old Trafford Stadı'nın ortasında yaptığı konuşma var. Torrenti internete düşmüş, filtreyi yemeden indirip izlemek lazım.

NURİ GİDECEK Mİ?

Cevabı merakla beklenen soru bu. Ama bu soruyu şöyle sorsak daha doğru ederiz belki; Borussia Dortmund Nuri'yi bırakacak mı? Real Madrid'in büyük bir ısrarla istediğini biliyoruz. En azından Marca gazetesi muhabirini Dortmund'a yolladığına ve gece gündüz takip ettirdiğine göre bundan eminiz. Nuri "Lütfen benden geleceğimle ilgili birşeyler söylememi beklemeyin." dese de İspanyollara göre onun da gönlü fazlasıyla Real Madrid'de. "Khedira'dan daha iyi" diyorlar Nuri için. Bence de kesinlikle daha iyi. Top, Nuri'yi bırakmak istemeyen Borussia Dortmund'da. Eğer bırakırlarsa da 20 milyon euro'dan aşağı bir rakama kabul etmeyecekler.